25 Temmuz 2013 Perşembe

ERDOĞAN’A ÜNLÜLERDEN MEKTUP VAR

Times gazetesinde Sean Penn, Susan Sarandon, David Lynch ve Fazıl Say… gibi dünyaca ünlü senarist, oyuncu, yönetmen, yapımcı, yazar, müzisyen ve avukat tan oluşan bir grup “Türkiye Başbakanı’na Mektup” adıyla bir açık mektup yayımlattı. Açık mektupta “Erdoğan’ın polisi”nin gösterileri “zalimce” bastırması kınandı. Mektupta: “Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nın benzersiz bir şiddet kullanımıyla boşaltılmasından sadece günler sonra, tek suçları sizin diktatoryal yönetimine çıkmak olan bu beş ölüye aldırmadan, İstanbul’da Nürnberg Mitingi’ni hatırlatan bir miting düzenlediniz. Sizin hapishanelerinizde Çin ve İran hapishanelerindeki sayının toplamından daha fazla gazeteci var. Buna ek olarak, göstericileri çapulcu, yağmacı, holigan olarak nitelendirdiniz, hatta bu göstericilerin yabancıların yönlendirdiği teröristler olduğunu söylediniz.” diyor buraya kadar bir sorun yok ama bu ifadelerden sonraki cümle hayli tartışmalı: “Oysa gerçekte, bu göstericiler sadece Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk ’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençlerdi.” Gezi direnişinde Erdoğan’ın diktatörlüğüne ve Türkiye’deki tek adam rejimine karşı çıkılması, hukukun ırzına geçilmesi, Deniz Feneri’ndeki gibi yandaş soyguncuların korunması, ifade özgürlüğünün olmaması, basın üzerinde estirilen terör, iktidarın halka saygısız bir şekilde her şeyi zorla dayatması, işsizlik, geçim sıkıntısı… ve AKP’nin bin bir türlü kepazeliğine karşı sabrı taşmış insanlar toplanmıştı. Olayı salt bir laiklik meselesine indirgemek, hele ki göstericilerin tamamının Kemalist olduğunu iddia etmek çok çirkin bir manipülasyon. Bu saçmalık da %99 ihtimalle Fazıl Say’ın başının altından çıkmıştır. Herhalde bu manipülasyonu Susan Sarandon ya da Rachel Johnson yapmaz.
AKP ya acaba neden bize tepkililer, acaba ileri mi gittik, demek yerine tuttu yine bildik saçma sapan çocukları bile kandıramayacak şekilde kabadayılık tasladı. Aman da aman onlar da çok korkmuştur.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, İngiltere’de bazı ünlülerin The Times gazetesine verdikleri ilanla ilgili, “Suriye’de, Mısır’da yaşanan insanlık dramına sesiz kalacaksınız, sonra da kalkıp halkın iradesiyle iktidara gelmiş, hür seçimle iktidara gelmiş bir partinin yaptığı mitingleri siz Hitler’in mitinglerine benzeteceksiniz. Bunu söyleyenlerin öncelikle ağzını çalkalaması lazım. Bu ithamları onlara aynen iade ediyoruz, reddediyoruz” demiş.
Bir kere şu Suriye Mısır edebiyatı sıktı artık ben bir T.C. vatandaşıysam Suriye’den Mısır’dan önce dönüp kendi ülkeme bir bakarım bu bir. Şimdi derseniz ki iyi ama mektupta T.C. vatandaşı olmayan isimler de var. Ben de şunu derim: Mektupta “Size 9 Ağustos 1949’da imzalanmış Konvansiyon uyarınca Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olduğunu, 18 Mayıs 1954’te Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu'nu imzaladığını ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yetkisini tanıdığını saygıyla hatırlatıyoruz.” diyor. Bu insanlar Türkiye’yi AB kriterlerine uymayıp AB’nin bir parçası olmaya çalıştığı için eleştiriyor Suriye ve Mısır’ın Türkiye gibi Avrupa Birliği’ne girme yönünde ne bir çabası var ne de iddiası.
İkincisi Suriye ve Mısır konusunda kıyametleri koparan siz  Darfur’daki soykırımı görmezden geliyorunuz üç yüz bin insanın katili Ömer el Beşir’i devlet töreniyle karşılıyorsunuz. Ömer Beşir’in katliamları Suriye ve Mısır’dakinden çok daha korkunç. 4 Mart 2009 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında Darfur Bölgesinde soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı tutuklama emri çıkartmıştır. Ama siz buna rağmen onu törenle karşılayıp ağırladınız. Demek ki sizin “insanlık” gibi bir derdiniz yok. Hatta bence Ömer el-Beşir gibi bir katilin avukatlığına soyunanlar “insanlık”tan bahsetmeden önce ağzını bırak çalkalamayı hipoyla ya da tuz ruhuyla temizlemelidir.
Ayrıca Çelik’in: “Hür seçimle iktidara gelmiş bir partinin yaptığı mitingleri siz Hitler’in mitinglerine benzeteceksiniz” sözü tarih konusundaki cehaletini de çok güzel sergiliyor. Çünkü Hitler de hür seçimlerle iktidara gelmişti. Nürnberg mitingleri Nazilerin güçlerini ve disiplinlerini gösterdikleri, Yahudilere ve muhaliflere gözdağı verdikleri şovenlik pompalanan mitinglerdi ki… Erdoğan’ın mitinginde de meydanı dolduranlar AKP’nin amigoları tarafından “Yol ver gidelim Taksim’i ezelim!”, “Taksim şaşırma sabrımızı taşırma!” diye bağırtılmış. Erdoğan’ın muhaliflerine karşı kullandığı tehditkâr, aşağılayıcı üslubu ve yaptığı nefret propagandası Hitler’i üçe beşe katlamıştır.
Gezi direnişi hepimize şunu gösterdi: Artık korku imparatorluğunun sonu geldi. Artık bu halk Erdoğan’dan korkmuyor. Şimdi korkma sırası Erdoğan’da. Haliyle Erdoğan korktukça daha da saldırganlaşıyor. Saldırganlaştıkça onla yola devam etmenin mümkün olmadığını herkes daha bir anlıyor.

23 Temmuz 2013 Salı

VAH MAĞDURUM VAH MAZLUMUM

2001 yılında Samsun'da görev yapan bir başörütlü öğretmen hakkında, kılık kıyafet yönetmeliğine aykırı davrandığı gerekçesiyle soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonucunda görevden alınan öğretmen Samsun İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme başvuruyu reddetti. Görevden alınan öğretmen karar üzerine Danıştay'da temyize gitti. Danıştay öğretmene verilen ihraç kararını hukuksuz buldu ve öğretmenin göreve iadesine karar verdi. Danıştay'ın kararının ardından Milli Eğitim Bakanlığı müşaviri göreve iade kararına itiraz etti...
Arınç, “Konu ne yazık ki doğru. Sayın bakandan habersiz hukuk müşavirliği Danıştay'a bir temyiz dilekçesi vermiştir. Sayın bakan fark edince hukuk müşaviri görevden el çektirildi, danıştay'a da dilekçe verilerek temyiz talebinden vazgeçildi” dedi.

Olayın Arınç’ın anlattığı gibi olduğunu hiç mi hiç zannetmiyorum. Makamının, dokunulmazlığın arkasına saklanarak gariban bir gazeteciye “şeyini şey ettiğimin şeyi” diye küfredecek terbiyeye sahip birinden her şey beklenir. Sade bir vatandaş bu lafı bir gazeteciye eşit şartlar altında dese anlayabilirim ama bunu Arınç’ın yapması anlaşılır bir şey değil.

Arınç zaten AKPnin her rezaletinde koşuyor hemen hoşa gidecek bir şeyler söylemeye yapılan rezaleti AKP lehine çevirmeye çalışıyor. Artık bu onun bir nevi görevi olmuş. Geçen yıl Arınç:  "Milleti kutuplaştırmaya çalışanlar suratlarında tokadı bulacaklar" demişti şimdi merak ettim bu tokadı kime atmak lazım? Arınç’a bir soralım Gezi direnişinin başından beri kim milleti kutuplaştırmak için çalıştı, hâlâ da çalışıyor. Eminim Arınç bu satırları okusa o lafı ettiğine bin pişman olur. Aynı kişi her zaman her konuda ülkeyi kutuplaştırıyor. Arınç eğer sözünün eriysen buyur tokadı at o kişiye. Ama biraz sıkar değil mi?

Bir kere AKP gibi bir partide müşavirin bakandan izinsiz tuvalete bile gidemeyeceğini cümle alem biliyor. Müşavir bakandan izinsiz hareket edecek, olacak iş mi? Hem de böyle despot bir partide. Ne, despot değil misiniz? Yahu siz değil misiniz “İmamın Ordusu” kitabını bulunduranı terör örgütü suçlusu sayan. Egemen Bağış değil miydi gezi direnişine katılanları devletin terörist olarak kabul edeceğini söyleyen? Ha o lafları Bağış söyledi bizi bağlamaz mı diyeceksiniz? Diyemezsiniz! Neden diyemezsiniz çünkü; Bağış bu lafı söylediğinde hiçbir şey demediniz bunu şimdi derseniz, şu an itiraz ederseniz bunun adı kıvırtmak olur.

Yıllarca şu başörtüsünden rant elde ettiniz mağduru, mazlumu oynadınız. Şimdi eğer bu rant elinizden kaçarsa ne yapacaksınız, değil mi ya? Nasıl oynayacaksınız mağduru, mazlumu, zavallıcığı? Yemezler Arınç yemezler. Siz bu işin duyulmayacağını sandınız, sessizce bu tezgâhı kurdunuz ama olay patlak verince müşaviri bile görevden alıyorsunuz göz boyamak için. Arınç’ın “ne yazık ki doğru” demesi bile ele veriyor durumu. Eh şimdi ellerinizde Gezi’de ölenlerin kanı varken oynayın bakalım mazlumu oynayabilirseniz. Biraz daha abdest alın bakalım abdestle namazla o kanlar temizleniyor mu? Anlayamıyorum böyle zulmetmeyi, eziyeti, insanları ayrıştırmayı, ölenler polise şiddet uyguluyordu diye yalan söylemeyi, masum bir protestoya katılanın öldürülmesine göz yummayı size dininiz mi emrediyor? Bütün gün oruç tutup iftarı açar açmaz tencere tava çalanları ihbar edin diyip mazlumun yetimin hakkını çalan Deniz Feneri hırsızlarını korumayı acaba nasıl başarıyorsunuz? Sonra da gidip rahat rahat namaz kılmayı nasıl beceriyorsunuz?

21 Temmuz 2013 Pazar

AYIPTIR, YAZIKTIR, GÜNAHTIR, CİNAYETTİR BU!

Bazılarına oruç yaramıyor, uzun süre susuz kalan bünyede bazı tuhaflıklar beliriyor. Daha sonra da ağızdan tuhaf sözler çıkmaya başlıyor. Bu oruç sırasında olursa anlayabilirim eh malum bu sıcakta susuz kalan insan neler demez. Ama orucunu bitirip suyunu içmiş, yemeğini yemiş biri kalkar da gözünün önündekileri görmüyormuş gibi konuşursa bu gerçekten şaşırtıcı olur.
Erdoğan, dün İmam Hatip Liseleri Mezunlar Mensupları Derneği'nin (ÖNDER) Sepetçiler Kasrı'nda verdiği iftara katılmış. Yemeğin ardından öyle bir konuşma yapmış ki… Bunu yemeğini yemeden, orucunu açmadan yapsa belki anlayabilirdim ama bu tuhaf sözleri Erdoğan karnı doyduktan sonra söylemiş.
Başta Somali ve Myanmar'da olmak üzere, müslüman kardeşlerinin yoksulluğun, yokluğun ve zulmün pençesinde ağır bir ramazan yaşarken, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de aynı şekilde Müslümanların ağır sorunlarının altında acı çekmeye devam ettiklerini söylemiş.
Maaşallah Başbakan’ın gözleri o kadar keskin ki sadece Suriye ve Mısır gibi görece yakın Akdeniz ülkelerini (Başbakan’ın deyişiyle “White Sea”) görmekle kalmıyor o kartal gibi gözlerle Afrika’daki Somali’yi ve taa Uakdoğu’daki Burma’yı bile görüyor. Ama bu nasıl bir hipermetropluktur ki o kadar uzakları gören o göz burnunun dibindeki Müslümanların çektiklerini görmüyor.
Gezi Parkı’ndakilerin üstüne polisin saldırtılması ve Başbakan’ın tahrik ve hakaret içerikli, tehdit dolu konuşmaları sonucu oluşan bilançoya bakalım şimdi: Türk Tabipleri Birliği'nin 31 Mayıs-10 Temmuz verilerine göre, 61'i ağır, 10 bine yakın yaralı. 104 kafa travması. Gözünü kaybeden 11 kişi.
Başbakan bunu görmüyor. Ali henüz 19’unda bir üniversite öğrencisi yavrucak nerden bilsin ara sokaklarda orospuların elde sopa beklediğini… Ali İsmail Eskişehir’de polisin gazından kaçarken ara sokaklarda elinde sopa pusu kurmuş kahpeler tarafından kalleşçe dövülüyor. Dövülerek öldürülüyor. Müslüman Erdoğan bu gence Allah’tan rahmet diledi mi? Hani meraktan soruyorum yanlış anlamayın.
Abdullah Cömert’i biliyor musunuz? Hani Hatay’da kafasına aldığı darbelerle ölen genç. Daha 22 yaşında.
Berkin Elvan daha çocuk… Dünyadan bihaber bir çocuk ne eylem biliyor ne Gezi, eli palalı, sopalı kahpeleri de bilmiyor Berkin. Yavrucak evine ekmek almaya çıkmış annesi bakkala göndermiş. Evden sağ çıkan Berkin ceset olarak döndü evine. Başından gaz kapsülü ile vurulmuş…
Bütün bu olanlar hâlâ tatmin etmemiş ki Erdoğan’ı "Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin" diyor aynı konuşmasında. Yahu aldığınız canlar yetmedi mi? Hastanelik ettiğiniz 10 bin kişi yetmedi. 100’den fazla beyin travması yetmedi mi?
Ayıptır, günahtır, yazıktır! Bu yapılan zulümdür, eziyettir, cinayettir. İnsanlar sana muhalefet etti diye iç savaş mı çıkaracaksın Erdoğan? Ortalığı tahrik edecek, çatışmayı tetikleyecek, gerilimi tırmandıracak açıklamalara devam etmek sana ne kazandıracak? Halkı birbirine kırdırmak bir başbakanın yapacağı şey mi? Olacak iş mi bu?
Bu yapılanların günahı ömür boyu oruç tutsan temizlenir mi? İstediğin kadar abdest al o öldürülenlerin kanlarını ellerinden temizler mi? Şu dakikadan itibaren alnını secdeden kaldırmadan bin yıl aralıksız namaz kılsan bu günah, bu vebal affedilir mi? 30’larda Dersim’de yaşanan cinayetler ve insanlık ayıbı şimdi tam 80 yıl sonra ülkenin büyük metropollerinde yaşanıyor inanamıyorum. “Evlâdı Kerbelayime, bi gunayime, ayıbo, zulümo, cinayeto!”

19 Temmuz 2013 Cuma

DURMAK YOK YOLA DEVAM!

Dün akşam, AKP Dışilişkiler Başkanlığı’nın düzenlediği 6. Geleneksel Büyükelçileri İftar Programı'nda konuşan Erdoğan: " Türkiye 'de bir kişi, iki kişi, üç kişi, dört kişi polise şiddet uygularken ölüyor, twettler, faceboklarla, dünyanın altını üstüne getiriyorlar ama öbür tarafta şu ana kadar Mısır'da 300 kişi ölüyor, bunların 53 tanesi namaz kılarken ibadet esnasında kurşunlanarak öldürülüyor, dünya sessiz. Niye konuşmuyorsunuz? Hadi bunun karşısında da konuşun. İkircikli olmanın anlamı yok" dedi.
Yüz konuşmasının doksan dokuzunda edep ve terbiyeye vurgu yapan Erdoğan, birisi hoşuna gitmeyen bir iddia ile geldiğinde “ispatlayamazsan şerefsizsin” diyen Erdoğan’ın bu sözlerindeki iddiasına  gelmeden önce iki iddiasını daha hatırlatmak isterim: Gezi protestoları başladığında Erdoğan iki iddia ortaya atmıştı: 1. Camide içki içtiler. 2. Başörtülü birini taciz ettiler.
Birincisi camide içki içilmediğini caminin imamı söyledi. Einde teneke meşrubat kutusu olan adamın resmini göstermişlerdi, oysa adamın elindeki kutu kolaydı bira değil. Zaten polis panzerinden coptan, gaz bombasından kaçıp camiye sığınan birinin yani canının derdine düşmüş birinin bu esnada bira içeceğini düşünmek için biraz sıradışı bir muhakemeye sahip olmak gerekir.
Gelelim ikinci iddiaya ortada ne görüntü ne tanık ne de başka bir şey var. Kaldı ki başörtülü (ya da başı açık, ne önemi varsa artık kişinin kafasında örtü olup olmamasının) biri taciz edilmişse bile bunu halkı çatışmaya birbirini boğazlamaya sevk edecek bir fırsat olarak görüp insanları tahrik etmek yerine taciz edenleri cezalandır. Başörtülü ya da örtüsüz hiç kimseyi göstericiler taciz etmediği gibi Erdoğan’ın kahraman polislerinin bir sürü kadını kızı taciz edip destan yazdığını gördük. Ama Erdoğan polislerin tacizi karşısında sus pus olmuştu.
Bence Erdoğan kendisi hakkında kendisine bir tazminat davası açsın mesela iddialarını ispatlayamayan Erdoğan, iddiasını ispatlamayanı anında “şerefsiz” ilan eden Erdoğan’a dava açsın. Ya da “Görüştüysem ben görüştüm.” diyen Erdoğan, “İmralı’yla görüştüğümüzü idia eden şerefsizdir.” diyen Erdoğan’a dava açsın. Ortada bir hakaret var çünkü ve Başbakan içinde zerre hakaret olmayan her türlü olumsuz eleştiriye dava açmaya bayılıyor. Eminim ki BDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda olduğu gibi “yargıya da gerekeni söylüyor”dur.
Sahi geçen sene Sedat Ay’ı İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcılığı'na atamıştınız hani şu işkenceci ve tecavüzcü polisi. Sedat Ay’ın hakkındaki tecavüz iddialarına Erdoğan’ın verdiği cevap, tüyleri diken diken edecek cinstendi: “Polisimi yedirtmem!” Neden bu kadar rahat işkenceci ve tecavüzcü diyorum söyleyeyim mi? Sedat Selim Ay, T.C. mahkemelerince işkenceden iki kez suçlu bulundu. Yargıtay, “ceza eksik” deyip kararı bozunca zamanaşımından kurtuldu. Ceza az deniyor karar bozuluyor ve suçlu hiçbir cezaya çarptırılmıyor.
Dahası Emniyet Genel Müdürlüğü, Sedat Selim Ay'ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'ne atanmasına gelen tepkilere şöyle bir cevap verdi: "Emniyet Müdürü Ay hakkında Yargıtay'ca onanmış hiçbir ceza olmadığı gibi, haberlerde sunulan iddiaların aksine Türkiye, Emniyet Müdürünün fiilleri dolayısıyla AİHM'de ceza almamıştır.”
İnsanlara nasıl da yalan söyleniyor. Bir kere Yargıtay’ca onanmış ceza olmaması o kişi masum olduğundan değil zamanaşımı denen saçmalıktan yırttığı için. İkincisi AİHM zaten kişileri değil devletleri yargılar ve AİHM Sedat Ay yüzünden Türkiye’yi üç kere tazminat ödemeye mahkûm etti. Peki Erdoğan bir kadının taciz edilmesi konusunda bu kadar hassas ise neden bu tecavüzcüyü “Polisimi yedirtmem!” diye kolladı?
Bir siyasetçiyi namaz kılıp kılmamasına, oruç tutup tutmamasına, İslami motifleri kullanıp kullanmamasına göre değil de böyle şeylere göre değerlendirmek gerek. İşkenceye ve tecavüze göz yuman birinin oruç tutup tutmaması, namaz kılıp kılmaması hiç önemli değildir. Tıpkı tecavüzü ve işkenceyi yapanın namazı ve orucunun önemli olmadığı gibi.
Gelelim Erdoğan’ın yeni iddiasına Türkiye’de Gezi eylemleri sırasında ölenlerin polise şiddet uyguladığını iddia etmekte ki buna diyecek laf bulamıyorum. Elinde her türlü teçhizatı, kalkanı, jopu, silahı, gaz bombası, TOMA’sı olan polis vatandaşı sivillerle beraber döven, satırlı hayvanın sırtını okşayan polis protestoculara şiddet uygulamıyor ama ölenler polise şiddet uyguluyor. Durmak yok palavraya devam…
Erdoğan’ın Mısır konusundaki hassasiyeti göz yaşartacak cinsten. Mısır’daki mazlumlar için ne kadar da istiyor DEMOKRASİYİ şimdi biri kalkıp “Mısır’daki göstericiler orduya ve polise şiddet uygularken öldü. Mısır’da kahraman kolluk güçleri destan yazdı” derse acaba Erdoğan ne diyecek, doğrusu çok merak ediyorum.

11 Temmuz 2013 Perşembe

TAKSİM’DE GÖSTERİCİLERE SALDIRAN BAŞBAKAN’IN DİLİYDİ!

Şahsi işlerim yüzünden yazı yazmayı biraz ihmal ettiğimin bu yazımın da birkaç gün geciktiğinin farkındayım. Ama bunu yazmasam olmayacak. Hem bu sabah haberlerde S. Ç. ile ilgili görüntüler yine gösterildi. Olay da halen güncel. Gezi protestocusu vatandaşlara elinde satırla saldıran yaratığı hatırlarsınız hani polis kılına bile dokunmamıştı, gözaltına bile alınmadığı gibi polis sırtını sıvazlamıştı. Görüntüler resmen iğrençti bir kadına hem satırla vuruyor hem de kadının sırtına olanca gücüyle tekme atıyordu. Bunun yanı sıra adamın birini de elindeki palayla boğazından yaralamış resmen öldürme amaçlı vurmuştu. Dahası bundan sonra bile polis palalıya dokunmayıp saldırıya uğrayan adama saldırdı. Adamcağız “Yahu bana ne vuruyorsun? Gitsene, onu yakalasana.” diyordu.
Bu olaydan sonra mecliste bir tartışma cereyan etti: CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Taksim'de palalı saldırı ve sonrasında sorumluların serbest bırakılmasını eleştirdi. söz alan AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal, şunları söyledi: “Dün sanki o palalı saldırgan AK Partiliymiş gibi bir davranışa maruz kaldık. İlgili kişi gözaltına alındı, bizimle ilgisi olmadığı anlaşıldı. Hala ısrarla, dün bu ithamlarda bulunanların, bu ithamlardan dolayı bizden özür dilemeleri gerekirken, bugün mahkeme niye serbest bıraktı diye yine bizi suçluyorlar.”
İlginçmiş bu saldırıdan dolayı toplumu böylesine gerenler özür dileyecek yerde kendileri özür bekliyor. Bu kadarına da pes doğrusu. Diyecek laf bulamıyorum. Bir kere AKP’li Ünal’ın iki savunması var, birincisi: O palalı saldırgan AKP üyesi değil. İyi de onun zaten resmi olarak parti üyeniz olduğunu iddia eden de yok. Dahası zaten resmi olarak üyeniz olması ya da olmaması hiç önemli değil. Bu saldırının sorumlusu toplumu sürekli bölen kışkırtan toplumun bir kesimini diğerine hedef gösteren Başbakanınız. Sürekli toplumdaki bir kesime “vandallar, çapulcular, darbeciler…” diye hakaret eden. Ben “%50’yi evinde zor tutuyorum.” diyen. Camide bira içtiler, başörtülü kadınları taciz ettiler… gibi iftiraları ve dahası şu an aklıma gelmeyen bin bir türlü lafıyla kışkırtmasıyla toplumu bölen Başbakanınız. O gün Taksim’de elinde palayla etrafa saldıran sadece S. Ç. adlı gözü dönmüş saldırgan değildi. O gün saldıran Başbakan’ın diliydi, Başbakan’ın saldırgan ve insanları ötekileştiren diliydi.  Başbakan’ın sözlerinin ve hakaretlerinin mücessim haliydi saldırgan. Başbakan’ın toplumu geren ve kutuplaştıran, bir kesimi diğerine hedef gösteren konuşmaları ve nefret propagandası sonunda güzel güzel meyvalarını veriyor. Gezi olayları başladığından beri AKP özellikle de Erdoğan her konuşması her icraatıyla etrafa Faşizm saçıyor. Patalojik kibri yüzünden aşağılayıcı dilinin insanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını önemsemiyor bile.
Mesele sadece S.Ç. de değil, olay münferit değil bunlar çoğu zaman örgütleniyor bir araya geliyor polisin koruması altında ellerinde sopalar ve satırlarla insanlara saldırıyor. Eskişehir’de bir saat içinde iki kez sopalı saldırıya uğrayıp önce hastanelik olan sonra da ölen Ali İsmail Korkmaz’ı hatırlayın. Daha cesedi soğumadı bile. Bunu sadece İstanbul’da, Eskişehir’de değil Adana Akkapı’da da gördük. Faşistler ellerinde satırlarla insanlara saldırırken polis hiçbir şeye müdahale etmeyip olanları seyretmişti.
AKP’li Ünal’ın ikinci savunması da “Onu mahkeme serbest bıraktı.” ki buna ancak gülünür. Yahu mahkeme de sizin emrinizde değil mi? Bunu ben söylemiyorum ki Başbakan’ınız söylüyor. Hafızanızı biraz tazeleyelim Ünal. Başbakan bir sene kadar önce ne buyurmuştu BDP ile ilgili, hatırlıyor musunuz? Ben söyleyeyim: “Yargıya gerekeni söyledik,onlar da geregini yapacaklar.” Hakkaten de öyle oldu yargı kendine söyleneni yaptı ve BDP kapatıldı. Yargıya müdahale ettiğini, yargıya talimat verdiğini yani yargının emrinizde olduğunu söyleyen ben değilim. Sizin Başbakanınız bunu söyleyen.
Erdoğan bunların arasında bu türlü türlü kepazeliğin içinde bir de siyasi muhattaplarına bağırıp çağırıyor, olayların bir numaralı sorumlusu kendisi olduğu halde kâh Kılıçdaroğlu’na kâh Bahçeli’ye istifa et, çağrısında bulunuyor. Evet şimdi bütün bu rezaletlerden, kepazeliklerden sonra istifa etmesi gereken biri var ama bu kişi kim?

5 Temmuz 2013 Cuma

DARBELER VE ÖCÜLER

Mısır… 7000 yıllık tarihiyle Ortadoğu’da önemli bir yer. Her ne kadar şu an iktisadi, teknolojik ve kültürel olarak Avrupa ülkelerinin hayli gerisinde kalmış olsa da Avrupa daha mağaralarda yaşarken görkemli bir medeniyet kuran ve binlerce yıl evvel yapılan piramitlerin sırrının hâlâ çözülemediği bir diyar. Bu aralar karışık, mâlum darbe yapıldı.
Mısır’daki darbeyi kimi alkışlar, kimi kınar, kimi sessiz kalıp mahçup bir destek verirken pek de tartışılmayan bir taraf var. Bu darbe ABD’den icazet almadan mı yapıldı? Bunu sorgulamakta fayda var. Sadece Mısır’da bugün yapılan darbe değil Türkiye’deki 1980 darbesi de ABD’nin istekleri doğrultusunda oldu. Ortadoğu’da bir darbe yapılacak ve ABD durumun dışında olacak, bunu aklınız alıyor mu? Obama Mısır’daki durumdan endişe duyduğnu ifade etti ama ısrarla “darbe”ye darbe demedi çünkü ABD yasalarına göre darbe yapılan bir ülkeye ABD yardımı kesilir. ABD Mısır’a her yıl 1.3 milyar dolar yardımda bulunuyor. ABD için İsrail’in güvenliği önemli Müslüman Kardeşler gibi İslamcı bir iktidar yerine seküler bir iktidar arzu ediyor olabilir. Gerçi işine geldiği zaman da Allah’a inanmıyorum, diyenin kafasının kılıçla kesildiği Suudi Arabistan gibi bir şeriat devletini bağrına basmaktan kaçınmıyor.
Türkiye’nin Mısır’daki darbe konusunda tutumuna gelirsek oldukça ikiyüzlü. Darbeyi kınıyor, sandık varken kaba kuvvetle bir yere varılmaz deniyor. İyi, hoş, güzel bu doğru… Doğru olmasına doğru da… Suriye’de ÖSO kimyasal silah kullanıyor, çatışmalarda taraf olmayan devlet memurlarını öldürüyor… Her türlü vahşeti ve barbarlığı sergiliyorken bunları bağrına basanlar, aynı anda Mısır’daki darbecilere karşı çıkıyor. Hiç de samimi değil. Niyetleri başka.
Peki niyetleri ne? Ortadoğu ülkelerinde Batı’dakinden farklı bir siyaset anlayışı var. Türkiye’de Kemalist iktidarlar varken bir “şeriat öcüsü” yaratılmıştı. Kealistler “Evet, biz size fazla bir şey veremiyoruz ama şeriatçılar gelirse siz bizi mumla ararsınız haa!” diyordu. Keser döndü, sap döndü, gün geldi hesap döndü. Şimdi iktidarda olan İslamcılarda eskiden Kemalistlerin yaptığı Atatürk sömürüsünü dibine kadar kullanıp din sömürüsü yapıyor. Eskiden Kemalistler bir “şeriat öcüsü” yaratmışken şimdi de iktidar olan İslamcılar bir “darbe öcüsü” yaratmış durumda. Halka “Bakın biz gidersek darbeciler gelirse siz bizi mumla ararsınız haa!” diyorlar. Amaçları burdaki darbe paranoyasını pekiştirmek. Oysa bugün ABD istemedikten sonra Türkiye’de darbe olmayacağını en iyi bilen de ABD’ye hizmette ve biatta hiç kusur etmeyen AKP iktidarıdır.
Aslında al birini çarp diğerine ne İslamcıların ne de darbe sevdalılarının halkı düşündüğü falan yok. Zaten aslında doğru düzgün işleyen bir demokraside yok. Önümüze çıkarılan kurtların arasından seçim yapmak zorunda olan kuzularız. Bizi hangi kurt yesin, kim canımıza okusun, diye beş yılda bir sandık başına gidince demokrasiyle yönetildiğimizi sanıyoruz. İktidarın asla denetlenmediği bir yerde demokrasi mi olurmuş? Her şeyin tek adamın ağzından çıkana bağlı olduğu yerde demokrasi ne arar? Mısır’da Türkiye’de ya da başka bir yerde ifade özgürlüğünü artı kitlelerin ekonomik refahını sağlayabilecek bir iktidar ancak bir işçi iktidarı olabilir. Gerisi laf u güzaf.