29 Ocak 2014 Çarşamba

GAZETECİLİK BU MU?

İktidar borazanı olmayı şeref addeden Ahmet Kekeç bugün star gazetesinde baştan aşağı buram buram riya ve yalan kokan bir yazı kaleme almakla kalmamış, iktidar muhaliflerine de kin kusmuş. İlginçtir yazısında tenkit ettiği şeyin aynını aynı yazıda kendi yapmış bakın ne diyor: Başbakan “en büyük medya patronu”ymuş... Üstelik ceberut, diktatör, sözünün üstüne söz söylenmeyen bir siyasetçiymiş... Bütün kanallarda o varmış... Birçok gazeteyi o yönetiyormuş... Onun izni olmadan medyada kuş bile uçmuyormuş... ….. Hükümeti (dolayısıyla Başbakan’ı) demokrasiden sapmak ve otoritarizme yönelmekle suçlayan bu arkadaşa, vaktiyle, “Nakısa saydığın hususlar, mensubu olduğun camiada misliyle var. Madem demokrasiye bu kadar düşkünsün, kapalı devre ve denetim dışı hiyerarşik ilişkilerin hangi demokratik düşünceyle bağdaştığını da açıklar mısın?” diye sormuştum, karşılığında hakaret dolu bir cevap aldım. Şimdi yazara benzer bu şahıs böyle ağdalı, anlaşılması biraz güç bir dil kullanarak entelektüel geçinerek insanların takdirini kazanma peşinde hani okuyan vay vay ne kültürlü adam desin derdinde. Ne demek istediğini bir açıklayayım demek istiyor ki: Başbakan’ı despotlukla suçluyorsun ama senin arıza saydığın bu durum Fethollah Gülen cemaati içinde de var, (yani o da antidemokratik bir yapı) o zaman orda işin ne?” Eh cemaatin de demokrat olduğu pek söylenemez ama yazar bir iki satır sonra bakın ne diyor: Duygularını gizlemeyen, gizleme gereği duymayan bir gazeteci... Nefretle kalkışan, nefretle bakan bir gazeteci... O zaman yazara sorayım madem nefret dolu konuşanlara karşısın Erdoğan sürekli nefret propagandası yaparken, kendisini protesto edenlere kin kusarken hatta bunu “çapulcu, kemirgen, ananı al” diye söverek yaparken sen neden sevgili Başbakanının nefret propagandası yaptığını söylemedin. Erdoğan Gezi protestoları sırasında neredeyse iç savaş çıkaracaktı neden nefret dolu Başbakanına toz kondurmadın? Bu ne perhiz ne lahana turşusu! Yazına başlarken Başbakan “en büyük medya patronu”ymuş... diyorsun anlaşılıyor ki sen buna katılmıyorsun, hem tırnak içinde yazmışsın hem de –mış diyorsun. Doğru bir sözü yalanlamak asıl yalancılıktır. Bu sözün doğru olduğunu bir gazeteci olarak sen çok iyi biliyorsun ama bu sözü yalanlayarak aslında sen yalancılık yapıyorsun. Geçen yıl sadece 27 Mayıs-2 Ağustos arasında yani iki ay içinde gezi protestolarına destek verdikleri için tam 77 gazeteci işinden oldu. Bak sana bazı gazetecileri sayayım: “İHA internet editörü Diren Selimoğlu, Bursa Olay gazetesi internet sorumlusu Berhan Soner, Akşam gazetesi yazarı Tuğçe Tatari, Akşam gazetesi yazarı Hüsnü Mahalli, Akşam gazetesi yazarı Özlem Akarsu Çelik, Akşam gazetesi yazarı Gürkan Hacır, Kanaltürk televizyonu sabah haberleri sorumlu müdürü Serkut Bozkurt, Yenişafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, Sabah gazetesi ekler yayın yönetmeni Elçin Yahşi, Sabah gazetesi muhabiri Bilge Eser…” Liste daha uzayıp gidiyor. Sadece Gezi’yle de sınırlı değil hışmı hani zamanında kendisine destek veren Hasan Cemal’i de yakın bir zamanda işinden kovdurdu. Bilmiyor olamazsın. Hatta Başbakan bunu yıllardır yapıyor hoşuna gitmeyen yazılar yazan gazetecileri işten kovduruyor. Bakın Şubat 2010’da “ AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı”nda Erdoğan ne demişti: O gazetelerin patronlarına sesleniyorum. ‘Ne yapayım, köşe yazarıma hakim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin… Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiği zaman da buna hakkın yok… o insanlara o kalemleri teslim edenler de der ki ‘Kusura bakma, bizim dükkanda sana yer yok’." Gelelim Ahmet Kekeç’in tuhaf hezeyanlarının devamına: Diktatör ama “Yezit” denilebiliyor... Diktatör ama “Firavun” denilebiliyor... Diktatör ama “Baş Canavar” ilan edilebiliyor... Erdoğan’a kimse “Yezit” demedi, zaten Erdoğan her eleştiriye her karikatüre koştura koştura dava açıyor. Diyen olsa ona da dava açar. Ekrem Dumanlı 2 Aralık 2013 tarihli yazısında “Kerbela” benzetmesini kullanmış ve şöyle yazmıştı: Dershanelerin kapatılması (dönüştürülmesi/kamulaştırılması) maksadıyla hazırlanan taslağı ilk gördüğümüzde gözlerimize inanamadık. Tam bir hayal kırıklığıydı yaşadığımız. Arkadaşlardan pek çoğu oruçluydu o gün. Takvim Muharrem ayının 10’unu işaretliyordu; yani Hazreti Hüseyin efendimizin şehit edildiği günü. Ürperdim, ürperdik. Dua ettik, birinin çıkıp “aslı astarı yoktur” demesini bekledik. Yezit’in Y’si bile yok ortada. Ama Kerbela’da zulmeden, zalim taraf Yezit’ti. Herhalde Ahmet Kekeç şu an zulmedenin de Erdoğan olduğunu düşünüyor ki burada Erdoğan’a “Yezit” yakıştırmasını kendisi yapıyor. Firavun’a gelinceee Erdoğan’a Firavun diyen kişi Fethullah Gülen ve bu kişi şu an ABD’de yaşıyor. Yani Erdoğan’ın onu yargılatma imkanı yok, demokratik olduğu için seslenmiyor değil. Başcanavar diyen kimmiş Ahmet bir gösterse de biz de öğrensek. Eğer saçma sapan argümanlarla gelip Ayakkabı Kutusu Partisi’ni savunmaya kalkan olursa ben burdayım efendim, kalemimle güzel bir dayak atıp gönderirim.

27 Ocak 2014 Pazartesi

HAŞHAŞİLER, İNİNiZE GİRECEĞİZ, SİNSİ VİRÜSLER!

Toplum olarak biraz balık hafızalıyız. Arada sırada belleğimizi tazelemekte fayda var. Biraz geriye gidelim şöyle Mart 2012’ye Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu'nun (TUSKON) 4. Olağan Genel Kurulu dolayısıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bakalım Cemaat’e ne demiş: “Siz, arkanıza karanlık güç odaklarını almadınız. Siz arkanıza mafyayı, çeteleri, cuntaları almadınız. Siz, arkanıza Galata bankerlerini almadınız. Siz arkanıza hazineyi, siz arkanıza kamu bankalarının kaynaklarını almadınız. Siz ideolojiyle yürümediniz. Siz dayatmalara, baskılara, engellere boyun eğmediniz. Siz arkanıza sadece ve sadece milleti aldınız. Siz, arkanıza milleti aldığınız için, milletle yürüdüğünüz için büyüksünüz ve bu ülkeyi büyütüyorsunuz.” Pekiyi Başbakan şimdi Cemaat’e ne diyor? Daha düne kadar yere göğe sığdıramadığı muhattabını adeta “hayvan” yerine koyuyor ve “Devlette paralel bir yapı olamaz, paralel bir yapı kurmak isteyenler, devletin kurumları içerisine sinenler şunu bilesiniz ki istediğiniz kadar oralara yerleşin, ininize gireceğiz, ininize, didik didik edeceğiz ve devletin içindeki bu örgütleri teşhir edeceğiz. Bugüne kadar çetelerle nasıl mücadele ettiysek, uluslararası merkezlerin taşeronu örgütleriyle de aynı şekilde mücadele edeceğiz.” Sadece “in”de yaşayan “hayvan” yerine koymuyor aynı zamanda Hizmet’e “çete” diyor. Bir iddiası da var Erdoğan’ın ( ki Erdoğan geçmişte defalarca kez iddiasını ispatlayamayanın “şerefsiz” olduğunu söylemişti) Erdoğan Hizmet Hareketi’nin “uluslararası kirli odakların maşası” olduğunu iddia ediyor. Erdoğan iddiasını ispatlamayan kişilerin “şerefsiz” olduğunu üstüne bastıra bastıra defalarca kez söylemiştir, bu yüzden Erdoğan’ın bu iddiasını en kısa zamanda ispatlayacağına kuşkum yok. “Uluslararası kirli odakların elinde oyuncak olmuş, maşa olmuş bir örgüt, adeta efsunladığı mensuplarını kendi ülkeleri aleyhine yönlendiriyor.” sözü Erdoğan’a ait. Dahası var Erdoğan düne kadar öve öve bitiremediği hareketin “kokuşmuş, çürümüş” olduğunu hatta “sinsi bir virüs” olduğunu söylemekte. Diyor ki Başbakanımız: “Nasıl bir takiyenin, nasıl bir kokuşmuşluğun, çürümüşlüğün hüküm sürdüğü ortaya çıkacak. Virüs vücuda girmiş, sinsi bir şekilde yerleşmiş, çoğalmış, bir anda vücudu esir almak üzere harekete geçiyor.” Bu da yetmiyor Erdoğan 11 yıl boyunca kendi iktidarında devlet kadrolarına yerleştirilen Hizmet taraftarlarını “Haşhaşiler denilen gözü dönmüş bir gizli örgüte” benzetiyor. E o zaman sormazlar mı adama 11 yıldır aklın nerdeydi, diye? Sormazlar mı adama 17 Aralık’taki operasyon olmadan bunları neden söylemiyordun, diye?Yahu 2012’ de 10 yıldır iktidarda olan sen bu adamlara güzellemeler yazıyordun. Hatta geçenlerde 17 Aralık operasyonundan çok kısa bir süre önce “Cemaat ne istedi de geri çevirdik” diyen kimdi? Bu söz “devletin içine yuvalanan gözü dönmüş Haşhaşileri” kimin oralara yerleştirdiğini ya da en azından yerleşmesine ses çıkarmadığını göstermiyor mu? Erdoğan bas bas bağırıyor, etrafa hakaretler yağdırarak ağzını bozarak herkesi susturmaya sindirmeye çalışıyor. Her türlü hakareti söylüyor ama şunu söyleyemiyor normal yollardan kazanılmış 4,5 milyon dolar ayakkabı kutularının içine saklanır mı? Muammer Güler’in oğlu madem masum polis onu takip ettiğinde neden korkup babasını arıyor? Babası neden “oğlum suçsuz, masum… o para sattığı evin parasıdır” demek için bir hafta bekliyor? Ve Allah aşkına bir değil, iki değil bilmemkaç tane çelik kasanın normal bir evde ne işi var? İnternete düşen ses kayıtları da ne öyle birilerinin orayı burayı rahat rahat talan etmesi için sit alanıyla, imar yasasıyla oynanmak istenmesi masum bir şey mi? Sürekli nefret propagandası yapıp hakaret etmeyi bırak da bunları bir açıkla önce.