31 Ağustos 2014 Pazar

İNSANSAN EĞER ÇOCUK İSTİSMARINA DUR DE! AKP ELİNİ EVLADIMDAN ÇEK!



Kitaplarda Atatürk’ün Gençliğe hitabesinin bulunması evet doğru değil. Neden mi? Gençler bunun tek bir kelimesini zaten anlamıyor. “Bu ahval ve şerait çok namüsait bir mahiyete tezahür edebilir” gibi bir cümleyi bile anlamaktan aciz. İki yüz kelimeyle konuşan boş kafalı bir nesil yetiştirdik zaten. Konuştukları lisan aşağı yukarı iki yüz kelimeden mürekkep olduğu gibi bu kelimelerin dörtte biri “amk, kib, abv, ciks, panpa…” gibi içeriksiz sözcüklerden oluşuyor kaldı mı geriye 150 sözcük… Al tepe tepe kullan hayrını gör. Düşünmekten bile aciz olana 150 sözcük fazlasıyla yeter zaten. “Kitaplarda şu olsun mu, bu olsun mu, kapağı nasıl olsun” derken bir nesli nasıl harcadığınızı düşünmüyorsunuz bile. Ufak tefek siyasi çıkarlarınız ve şahsi ikbaliniz milyonlarca yavrunun hayatından önemli değil mi? Evet hakkaten öyle.
Bir başka husus bu hitabenin buram buram militarizm kokması. Barışı sevgiyi çalışmayı, eşitlik ve kardeşliği yücelteceğimize… Barış yerine savaşı, yaşama sevinci yerine ölmenin ve öldürmenin güzelliklerini zerk ediyoruz gencecik beyinlere. Sevgiyi öğreteceğimize nefreti aşılıyoruz körpecik çocuklara. Sonra da merak ediyoruz bir nesil nasıl böyle hayvanlaştı? Nasıl olacak eğitim sistemimiz sağ olsun. Aynı eleştiriler bir ölçüde andımız için de geçerli. “Türküm” diye başlayan ant “doğruyum, çalışkanım” diye devam ediyor “dürüstlük” ve “çalışkanlık” sadece Türk ırkından olanlara has özellikler değil mi bir Arap, bir Rus, bir Arnavut… doğru ve çalışkan olamaz zaten. Velhasılı lafı fazla uzatmayalım. Çocukların beyninin yıkanması güzel değil. Baskın Oran gibi danteller andımızın kaldırılmasını, Gençliğe Hitabe’nin ders kitaplarından kaldırılmasını alkışlarken nedense ilkokul 1. Sınıflara daha okulun ilk günü Tayyip Erdoğan’ın photoshop’lu fotoğraflarının altına “Sevgili Çocuklar” diye başlayan güya kendinin yazdığı mektubu göndertip beyin yıkama seansı yaptırmasına sessiz kaldılar. “Andımız” olsun “Gençliğe Hitabe” olsun çocukların iradesine ipotek koyan yakışıksız şeylerdi ama AKP bunları kaldırırken bunların yerine kendi beyin yıkama tezgahını kuruyor. Kemalizmin torna tezgahını kaldıran AKP kendi tezgahını kurarken beyin yıkamanın çocuk istismarının alasını yapıyor. Bu şekilde çocukların beynini yıkamanın onları daha 5 yaşına geldikleri an İNSAN yapmadan önce Tayyipçi yapmaya çalışmanın rezillikten başka adı var mı? Bu da bir çocuk istismarı değil mi? Şu halde ne farkınız var sizin çocuk pornocularından? Ne farkınız var sizin 5 yaşındaki bebelere tecavüz edenlerden. Daha 5 yaşındayken bir çocuğun beynine tecavüz etmek iğrenç bir şey. Daha da iğrenci bu tecavüze göz yuman ana babalar. Gözlerinin önünde çocuklarının ırzına geçilirken onlar bir ağızdan bağrıyor: Hülooooğ! Bakın ben de andımızın bir yenisini yazdım. Her sabah çocuklara artık bunu okutalım. Kahrolsun Kemalist cuntanın beyin yıkaması, yaşasın siyasal İslamcıların beynimize tecavüzü!
AK’ım, Tayyipçiyim, Müselmanım. İlkem iktidarı alkışlamak, Roboski’yi unutturmak. Partimi, uzun adamı özümden çok sevmektir. Ülküm götürmek, Euroları sıfırlamana yardımcı olmaktır. Ey Tayyip peygamber! Başlattığın kavgada, gösterdiğin çapulcuya satırla saldıracağıma ant içerim. Varlığım dötündeki kıla armağan olsun. Ne mutlu ki Akpartiliyik. Hüloooooğ!

GÖT KILI OLMAK NEDİR?




         Geçen yıl müthiş bir olay yaşanmıştı. Yaşlı bir teyzemiz aslında kendisi de farkında olmadan bize Türkiye’deki siyaset tarihini, siyaset felsefesini aydınlatacak bir şeyler dedi geçen yıl. Mikrofon kendisine uzatılınca teyzemizin “Ben Erduğan’ın ..tünün gılıyım” demesi Türkiye’deki seçmen ruhunu, oy kullanan insanların büyük çoğunluğunu çok güzel tarif ediyordu. Çok ciddiyim hiçbir Siyasal Bilgiler profösörü, hiçbir filozof, bilinçsiz ve ne olursa olsun aynı partiye oy veren laftan, sözden anlamaz kesimi bu kadar güzel tarif edemezdi.

         Bizler belki de adam yerine konulmamaya layık bir halkız. Neden mi biz kendimizi insan yerine koymuyoruz da ondan. Gönüllü bir şekilde can ata ata birilerinin götündeki kıl oluyoruz. Mesele kişi değil. Mesele kimin götünün kılı olunduğu değil, mesele gayet mutlu bir şekilde, bilerek ve isteyerek göt kılı olmaktır. İster Erduğan’ın, ister Atatürk’ün, ister Demirtaş’ın, ister Lenin’in olsun birilerinin götündeki kıl olmak çok acıklı bir durumdur. Çünkü birinin götündeki kıl olmak, insanlığından vazgeçmektir; birilerinin götündeki kıl olmak, onurunu şeref ve haysiyetini yitirmektir. Birinin götündeki kıl olmak, düşünmemektir. Birinin götündeki kıl olmak hırsızlığı, cinayeti, rüşveti, pezevenkliği görse bile hırsızın, katilin, rüşvetçinin, pezevengin arkasından gitmektir. Birey olmak, insan olmak ise ilkelerinin peşinden gitmektir. İnsan olabilmişseniz eğer bir siyasi parti hırsızlık yapıyorsa ve partinin başındaki kişi hırsızları kolluyorsa daha önce o partiye oy atmış bile olsanız bu tutumdan vazgeçer, o partinin ahlaksızlıklarına karşı çıkarsınız. Ama siz tutup da “Olsun canım o çalsa da helal olsun. Başkası çalmasın da o çalsın.” diyorsanız iflah olmaz bir göt kılı olmuşsunuzdur. Başka bir örnek vermek gerekirse bir siyasi parti liderinin yüzlerce kişiyi ölüme sürüklediğini görüp onun karizmasını çizdirmemek amacıyla onun katilliğini konuşmayıp da konuşana da “Sen ölüm üzerinden siyaset yapıyorsun.” derseniz iyi bir göt kılı olduğunuz ayan beyan ortadadır. Hem de bir katilin götünün kılısınızdır. Bakın somut konuşayım … korteji altında yürüyüşlere katılmış ve …’ye oy vermiş biri olarak ben asla ne parti liderinin ne de partiden başka birinin ya da partinin götünün kılı olmadım. Eğer Soma’daki katliam sırasında … iktidar olsaydı yine aynen şimdiki gibi en başta ben kıyameti koparırdım. Çünkü insan için “katil”, “hırsız”, “pezevenk” vardır oysa bir göt kılı için “benim katilim - onun katili”, “benim hırsızım – onun hırsızı”, “benim pezevengim – onun pezevengi” vardır. Bir insan ölen kişinin, aç kalan kişinin mezhebinden ırkından önce o kişinin öldüğünü ve aç kaldığını düşünür oysa bir göt kılı o insanların acısına değil de mezhebine, kavmine vs. bakar.

         Ortadoğu nice göt kılları yetiştirmiştir. Tarlaya bakınca hani onbinlerce buğday başağı görürsün ya… İşte eskilerin “Bereketli Hilal” dediği bu Ortadoğu’nun göt kılları konusundaki bereketi tartışılmazdır. Koskoca bir göt tarla olmuş da üzerinde onbinlerce buğday başağı değil, onbinlerce kıl bitmiş adeta. Göt kılları Ortadoğu’daki çapsız, iğrenç, insana değer verilmeyen iklimin, pislik dolu siyasetin sorumlusudur. Ne diyeyim onların göt kılı olmasından çıkarı olanlar utansın. Hırsızlığı kim yaparsa yapsın hırsız aşağılıktır. Katliamı kim yaparsa yapsın katil aşağılıktır ama bir göt kılı hırsızdan da katilden de daha aşağılıktır. Çünkü hırsızı ve katili başımıza bela edenler onun göt kıllarıdır.

26 Ağustos 2014 Salı

BU HAREKETLER VE SÖZLER BİR PEYGAMBER’E YAKIŞIYOR MU HİÇ?

Arkadaşlar her şey ve herkes eleştirilebilir, eleştirilmelidir. Bu kişi bir siyasi lider de olabilir, dini bir kişilik de olabilir, peygamber ve hatta tanrı da eleştirilebilmelidir. Bu bize ne kazandırır? Çok şey kazandırır, mesela insan oluruz. Bugün iktidarda görüşleri sana yakın bir parti var diye Soma'da işlenen cinayeti, 17 Aralık'ta ayakkabı kutularına istiflenmiş dolarları görmezden gelen insan değildir. Bugün iktidardaki parti AKP değil de benim yerel seçimde oy verdiğim parti olsaydı bu pislikleri yapsaydı en başta onlara ben karşı çıkardım. Ben bugün gidip bayrağını salladığım, kortejinde yürüdüğüm partinin cumhurbaşkanlığı seçimindeki tutumunu da eleştirip onlardan farklı davrandım yayın organında çıkan bir yazıya da çok tepki gösterdim. Benim için o bizden beriki başkasından yok. Doğru var yanlış var. Kaleme aldığım yazı iki peygamberi eleştirmektedir. Rahatsız olacak olan varsa lütfen okumasın.

Kuran’da birkaç yerde İbrahim’in tuhaf davranışları anlatılmakta doğrusu insan çok şaşırıyor. Mesela En’am suresi 74. Ayet bakın ne diyor: “Vaktiyle İbrahim babası Azer'e: "Sen putları bir sürü tanrılar ediniyorsun öyle mi? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum." demişti.” Bir insan babasına sırf inancı yüzünden “sapık” der mi ne kadar çirkin bir davranış, çok yanlış. Bir şeyi tarif etmenin bin türlü yolu varken karşımızdaki insana hakaret mi etmemiz lazım? Şimdi biri Kuran’ın, İslam’ın yanlış olduğunu düşünse ve kalkıp Müslümanlara sapık dese güzel olur mu?
Şimdi bu bir yanda dursun bildiğim kadarıyla bugün Müslüman olmayan Kabe’ye giremiyor. Kabe’deki putlar da Mekke’nin fethinden hemen sonra kırılıyor. Yahu hani "Lekum dinikum veliyedin" (sizin dininiz size, benim dinim bana) demiştin. O ne oldu? Neden milletin kutsalına bu saygısızlık, neden onların putlarını kırdın? Oysa Muhammed, henüz Kabe onların elindeyken Kabe’de ibadet edebiliyordu. Bunu ben demiyorum. Kuran’dan sonra İslam’ın en muteber kaynağı olan Sahih-i Buhari hadisleri diyor. Bakınız şu hadise:
5562 - Hz. Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam Ka'be'nin yaninda namaz kilarken, Ebu Cehl ve arkadaslari da orada oturuyorlardi. Bir gun oncesi bir deve kesilmisti. Ebu Cehl arkadaslarina: "Falan ailenin kestigi devenin iskembesini kim getirip, secdeye gidince Muhammed'in omuzlari arasina birakacak?" dedi. Oradakilerin en bedbahti firlayip, iskembeyi kaptigi gibi, Aleyhissalatu vesselam secdeye kapaninca iki omuzu arasina birakti. Buna hepsi gulduler, (keyflerinden) birbirlerinin uzerine egilmeye basladilar. Ben (biraz uzaklarinda) ayakta durmus onlara bakiyordum. Eger bir destekcim olsaydi onu sirtindan atardim.
Buhari, Vudu' 69, Salat 109, Cihad 98, Cizye 21, Menakibu'l-Ensar 29, Megazi, 7; Muslim, Cihad 107, (1794); Nesai, Taharet 192, (1, 161).
Devamında Fatıma koşup geliyor Muhammed’in sırtından işkembeyi atıp silerek sırtını temizliyor. Dönüp babasının sırtına işkembe atanlara sövüyor, hakaret ediyor. Sonra da Muhammed bu kişilere beddua ediyor. Buralar önemli değil konumuzla ilgili de değil. Devamını okumak isteyen varsa bu yazıyı okuduğuna göre elinin altında internet var buyursun devamını da okusun; ama ben konuyu dağıtmayacağım. Benim üzerinde durmak istediğim şey şu: Bu hadis kaynağına bakarsak Kabe putperestlerin elindeyken Muhammed içeri girebiliyor orda ibadet edebiliyordu. Ha bazı eşek şakalarına maruz kalıyordu ama netice itibarıyle Kabe’ye girmesi yasak filan değildi. Burada bir düşmanlık olduğu da söylenemez. Kaba saba Bedeviler yeri gelip birbirlerine de yaptıkları eşek şakalarını Muhammed’e de yapmışlar. Önemli olan şey Muhammed Kabe Putperestlerin elinde iken gidip orada ibadet ediyor oysa kendisi Kabe’yi ele geçirince onlara bu hakkı tanımıyor ilk iş olarak da bu insanlar için kutsal olan putları kırıyor. Hangi dinin daha hoşgörülü olduğunun takdiri artık size kalmış.
Tekrar İbrahim’e dönelim. Dileyen Enbiya suresi 51-67. ayetleri de okuyabilir. Çok bilinen bir hikâyesi vardır İbrahim'in. Tıpkı En’am suresinde olduğu gibi İbrahim gene insanların inancına karışır. Yine onlara çok rahat “sapık” der. Ben doğrusu Babil halkının hoşgörüsüne hayran kaldım. Hoşgörü dini dedikleri bu olsa gerek. İnanmıyorsanız gidin bir camiye de İbrahim’in dediklerini Müslümanlara diyin o camiden tek parça olarak çıkarsanız ben de bir şey bilmiyorum. Gidin camidekilere diyin bakalım Aynen İbrahim’in kavmine dediği gibi: “Bu Allah diyip yalvardığınız şey nedir?” diyin. Onlar da size “Biz atadan babadan böyle gördük” gibi bir şeyler diyince siz de onlara aynen İbrahim’in dediği gibi: "Andolsun ki, siz de, atalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz !" diyin. Aceba o zaman camiden vücudunuz sağlam, hasar görmemiş bir şekilde çıkabilecek misiniz? Sen tut adamların sadece kendilerine değil yedi ceddine “sapık” de. İbrahim’e bu lafı üzerine kavmi hiçbir şey yapmamış inanabiliyor musunuz hem de kaç asır önce, taa tunç çağında. İbrahim bu hoşgörülü, güzel insanlara bakın nasıl teşekkür etmiş. Almış eline bir balta bu insanlar için kutsal olan putları birer birer kırmış. En büyük putu bırakmış sadece. Dönüp putlarının kırıldığını görünce bu güzel insanlar, İbrahim’e “Bunu sen mi yaptın?” dediklerinde İbrahim de onlara "Belki onu şu büyükleri yapmıştır; sorun bakalım onlara, eğer söyleyebilirlerse" demiş. “Sen de biliyorsun ki bunlar konuşmaz.” dediklerinde ise İbrahim, belki pişmanlığını bildirse yine affedecekler ama o kalkıyor: "O halde Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar vermeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz? Yuh size ve Allah' tan başka taptıklarınıza! Hala akıllanmayacak mısınız!" diyerek iyiden iyiye milletin sabrını taşırıyor. Düşünün ki bu olay dört bin yıl önce oluyor. Dile kolay dört bin yıl… Dört bin yılda bakın ne değişti. Bugün şeriatla yönetilen ülkelerde kimsenin insanlar için kutsal olan bir şeyleri tahrip etmesine gerek yok. Alıp Kuran’ı yırtmanız bir şeyleri kırıp dökmeniz gerekmiyor. Birine “sapık” denmesine “akılsız” denmesine de gerek yok. Sadece “Allah’a inanmıyorum.” diyin kelle gider. Bırak şeriat ülkelerini Türkiye’de Fazıl Say bir şiir paylaştığı için en iğrenç ana avrat küfürlerine muhattap oluyor hapis cezası alıyor. Turan Dursun dini eleştirdiği için öldürülüyor. Hakikaten İbrahim’in dediği gibi sorması ayıp olmasın ama: “Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”
Sadece şunu düşünün bugün en çok “İnancıma saygı göster. İnanmasan da benim inancıma saygı duy.” diyen kesime dönüp bir bakın. Bunu diyenler, acaba başkalarının inancına saygı duyuyor mu? Sen tut Kuran’da onlara çok rahat bir şekilde söv “sapık” de “akılsız” de “geberesice” de “aşağılık maymunlar” de. Bulundukları yerde öldürülmelerini emret sonra da saygı bekle. Gerçekten insanlar İslam’a inanmasa da saygı göstersinler, diyenler bunu düşünüyor mu?

13 Ağustos 2014 Çarşamba

BOYKOT TAVRINI GÖSTERENLERE SALDIRAN VATANDAŞ, SANA İKİ ÇİFT LAFIM VAR.




Sevgili arkadaşlar, bazılarının bir süredir en iğrenç ve en kepaze şekilde seçimi boykot edenlere saldırdığına şahit oluyoruz. “Gaflet uykusundalar” , “Karanlık günlerin vebali onların boynuna” gibi komik bile diyemeyeceğim aptalca ifadeler bir yana (Burda insanlara değil kullandıkları dile aptalca dediğime dikkatinizi çekerim. Karşımdaki güruh saldırsa da ben –şimdilik- saldırgan bir dil kullanmak istemiyorum) Bazıları “…na koyim onların”, “beynine ..çtıklarım” gibi şeref ve haysiyet yoksunu olduklarını belgeleyecek tarzda konuşarak seçim sonuçları açıklandığından beri küfredip durmakta. İğrenç hakaretlerini ortalığa saçıp döken, ne kadar vatansever olduğunu etrafa küfür ve pislik saçarak ispatlamaya çalışan bu güruha laf anlatmak biraz zor biliyorum. Ben yine de deneyeceğim.
Anlaşılan sandık fetişizmi iyiden iyiye gözlerinizi kör etmiş. Tarihte hangi ileri atılım sandıkla gerçekleşmiştir, sizden sadece tek bir örnek istiyorum. Magna Charta mı, Fransız İhtilali mi, Paris Komünü mü, 1848 Devrimleri mi, Büyük Rus Devrimi mi? Sadece tek bir örnek istiyorum sizden; hangi atılım, hangi bir ilerleme sandıkla olmuş?
Bunu geçelim siz “şezlongdan k.çlarını kaldırıp gelmediler”, “tatillerini yarıda bırakmak istemediler” diye yumurtluyorsunuz. Zaten tatil kelimesinin anlamını unutmuşum, sizin gibi toplumun acılarına duyarsız, tepkisiz, ikiyüzlü insanların sayesinde hem de. Hak aramak için meydanlara çıkmazsınız, sömürgenlerden kurtulmak için sürekli bir mücadele daha doğrusu ömür boyu sürecek bir mücadele gerekliliğini kabul etmezsiniz hiçbir şey yapmayınca onlar da böyle kanımızı emer, tatile de gidemeyiz oturup ağız tadıyla bir et yemeği bile yiyemeyiz. Sizin yüzünüzden fakirlik çekeriz. Önce kendi rezilliğinize dönüp bir baksanız.
Ekmelettin’e oy veren hem de kendine solcu diyen arkadaşlar sorması ayıp olmasın da… Aceba siz dönekliğe doğru son sürat ilerlediğinizin hatta iyice dönekleştiğinizin farkında mısınız? Hiç kimse “Dur ben dönek olayım” diyerek dönek olmaz. Önce sosyalizm olmadı bari sosyal demokrasi olsun, der. Sonra sosyal demokrasi olmadı bari solun az baskılandığı, işçilerin hakkını savunabildiği bir kapitalizm olsun, der. Sonra o da olmadı bari laikliği kurtaralım, der. Sonra laiklik de gitti bari şu diktatörden kurtulalım, der. Döneklik işte böyle olur. Bir döneğin gelebileceği en son nokta da Tayyip ve İhsanoğlu gibi iki faşist arasında seçim yapmak olabilir ancak. İhsanoğlu’nun kürtajla ilgili zırvalamalarına bir bakın derim. Konuşan Erdoğan mı İhsanoğlu mu ayırt edemezsiniz.
Bu arada seçime katılmayan insanların tamamının seçime katılsa Tayyip’in seçilemeyecğini neye dayanarak söylüyorsunuz? Seçime katılmayan bu kitlenin tamamı Ekmeleddin İhsanoğlu’na mı oy verecekti? Belki oy kullanmayanların %80’i Erdoğan’a oy verecekti. Belki de onlar oy kullansa Erdoğan daha fazla oy alacaktı.
Ayrıca Ekmeleddin İhsanoğlu gibi halkın %95’inin tanımadığı adını bile öğrenmekte zorlandıkları birini aday gösterenlerin hiç mi suçu yok? Kılıçdaroğlu’nun yumurtladığı şu inciye bir bakın: “Tanısanız çok seversiniz.” Ulan tanınan sevilen biri aday gösterilir ki seçilsin. Tanımadığınız birini seçin ondan sonra tanırsınız, seversiniz gibi bir saçmalık nedir, bu nasıl sakat bir mantıktır?   
Demokrasilerde insanların seçim hakkı vardır. A partisine ya da B partisine oy atmak nasıl bir tercihse ikisine de oy vermemek de bir tercihtir. A’ya oy atan insana, B’ye oy atan insana saygı duyuyorsan herhangi birine oy atmayana da saygı duyacaksın. Bazı küçük beyinliler demokrasilerde sandığa gitmemenin de siyasi bir tavır olduğunu anlayamamış görünüyor, ziyanı yok öğretmeye çalışırız yeter ki insanlıktan çıkışıp iğrenç küfürlerini saçmaya başlamasınlar. Şimdi ağzınızdan dökülen pislikleri bir toplayın ve başınızı iki elinizin arasına alıp bir düşünün ya şu tavrınızı değiştirip insana yakışır bir şekilde konuşun ya da pislik saçmaya devam edecekseniz kendi pisliğinizde boğuluncaya kadar gayret edin.

12 Ağustos 2014 Salı

NEDEN DEMİRTAŞ’A OY VERMEDİM




Seçimler süresince bazı BDP’li arkadaşların tutumu beni çok şaşırttı. Siyasi görüş olarak partici değilimdir. Bir şeylere taraf olmaktan ziyade bir şeylere karşı durmayı benimserim. Açıklamam gerekirse arkasına devlet desteğini alan gruba ya da partiye güvenmem. Bir zamanlar mazlum olanın zulme uğrayan, mağdur edilen kesimin  iktidarı ele geçirince nasıl da canavarlaştığını zaten görüyoruz. Bu tavır da siyasi yelpazenin soluna düşüyor. Seçim öncesinde BDP’li arkadaşlar sanki her sol görüşlü insan Selahattin Demirtaş’a oy vermek zorundaymış gibi tuhaf ve saplantılı bir tutum takındılar. Demirtaş’a oy vermeyeceğimi, boykota gideceğimi söyleyince de beni Kürt karşıtı olmak, Erdoğan’a destek vermek gibi komik ve akıl almaz şeylerle suçladılar. Yok “tebrik ederim” diyip içeriksiz saçma laflarıyla aklınca iğnelemeye kalkan, yok “Sen Erdoğan’a oy vereceksin” diye saçmalayan… Daha neler neler… Oysa karşıdakini bir dinlemek gerek. Dost acı söyler derler ve benim bir özelliğim de dostumu da düşmanımı da aynı sivri dilimle eleştirmemdir. Ayrıca bunca zaman uğradığım sert eleştirilere sabırla ve sükunetle karşılık vermeye kalktım. Buna rağmen karşımdaki hem hatasını kabullenmiyor hem de bana insafsızca saldırıyor. O yüzden artık Demirtaş sevdalısı arkadaşlara bir cevap vermek farz oldu.
Uzunca bir süre Kürtlerin hakkını nasıl savunduğumu bilen biliyor. Bilmeyen de beni takip ederek öğrenebilir ha kimse beni takip etmeye mecbur da değil. Ama tutup da karşındaki insanın tek bir olaydaki bir tek tavrına bakarak karar vermek doğru değil. Zaten ben de boykotu BDP’li siyasetçilerin tek bir tavrına bakarak yapmadım. Şimdi bir bakalım Selahattin Demirtaş’ı neden diğerlerinden çok farklı ve tercih edilebilir görmediğime.
Selahattin Demirtaş seçim sürecince çok güzel konuşmalar yaptı ama söylenen lafların büyüsüyle sandığa gitmek yerine o sözlerin sahibinin ne yaptığına bir bakalım.
AKP 2000 yılından sonra kurulmuştur. Yani tarihine bakarsak hiçbir darbeden mağdur olmamış bir partidir. Bununla birlikte 80 darbesinden 20 yıl sonra kurulan AKP, darbe sonrası şekillenen ortamın, kuşağın ve iklimin iktidara getirdiği 12 Eylül artığı bir partidir. Buna rağmen şu ana kadar yapılan algı operasyonları, telkinler ve kitle iletişim araçları ile yapılan beyin yıkama seansları sayesinde AKP kendini darbe mağduru olarak pazarlamaktadır. İnsanlarda darbe riski varmış gibi bir algı yaratmak hem AKP’nin işine gelmektedir, hem de bu yalancılıktır. Çünkü böyle bir risk yok.   
Şu an Türkiye’de bir darbe tehlikesinin olmadığını görmek için deha olmaya gerek yok. Hatta IQ’su yerlerde sürünen biri bile ordudaki temizliğe, şafak vakti gözaltına almalara, neyle suçlandığı bile açıkça söylenmeden yıllarca hapiste kalanlara bakarak AKP’nin yaptığı sivil darbe dışında bir darbenin olmadığını, herhangi bir askeri darbe tehlikesinin ise asla söz konusu olmadığını rahatça söyleyebilir.
Peki Demirtaş’ın tutumu ne? AKP elinde küçük bir kırıntı sallıyor ve Demirtaş’ın iştahla salyaları akıyor. AKP’nin uzattığı minik bir kırıntıyı kapmak için dilini sarkıtarak koşup kırk takla atacak karakterdeki Demirtaş da bugün bir askeri darbe tehlikesi olmadığını ve darbeye dair anlamsız gevezeliklerin sadece AKP’ye yarayacağını çok iyi biliyor. Bununla beraber Selahattin Demirtaş Gezi Direnişi sürecinde hiç utanıp sıkılmadan bir askeri darbe tehlikesi varmış gibi konuşuyordu. Aynı Selahattin Demirtaş cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde Gezi Direnişi’ni sürekli sahiplenmeye kalktı. Gezi Direnişi sırasında AKP faşizminden bıkıp meydanları dolduran insanlara hiç utanmadan “ırkçı, darbeci” gibi laflar eden, bunun AKP’ye karşı bir darbe girişimi olduğunu söyleyen kimdi? Onlarca insan yaralanırken, insanların gözleri çıkarılırken, iki yüze yakın insan kafa travması yaşarken, onbine yakın insan yaralanmışken ve o gün için 8 kişi (Daha sonra Korkmaz, Elvan gibi birkaç kişi daha öldü) ölmüşken sen hiç utanmadan AKP’ye sahip çıktın. Seçim sürecinde gayet ikiyüzlü bir tavırla Gezi sevdan kabardı, geziye övgüler yağdırmakla kalmadın kalktın Gezi eylemleri sırasında dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının 3'üncü duruşmasına katıldın. “ 'insanım' diyen herkesin kabul edeceği bir kararın çıkması için, aileyle dayanışmak için, insanlık vicdanına sahip çıkmak için buradayız." dedin bir de. Sorması ayıp olmasın ama daha önceki iki duruşmada neredeydin? Yoksa o sırada insan değil de başka bir şey miydin? Gezi Direnişi’ne darbe diyen iki lider var biri Demirtaş diğeri Erdoğan. AKP belki özerklik adına iki üç kırıntı atar umuduyla insanlığını çöpe atıp katillerden yana olmana bilmem ki ne demeli.
17 Aralık rüşvet operasyonları tüm Türkiye’yi salladığında AKP’nin hırsızlığına eğilmek yerine kalktın utanmadan rüşvetçileri savundun 17 Aralık operasyonlarına darbe dedin. AKP ile arayı bozmamak umuduna tüm devletin soyulup soğana çevrilmesine göz yummana, hatta failleri savunmana bilmem ki ne demeli? Sonra da çıkıp utanmadan “Nuri Alçolara gelesiniz.” dedin. Sen de Tecavüzcü Coşkunlara gelesin e mi Demirtaş.
Temmuzda cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuşken Alevi örgüt temsilcileriyle bir araya geldin ve  Alevi toplumuna “demokrasi, özgürlük ve barış mücadelesine sunduğu katkılardan dolayı teşekkür” ettin.  Yine kendi sözlerinle aynen şunu dedin kelimesine dokunmadan aktarayım: “Aleviler üç aday ile ilgilide en doğru kararı verecek birikime, akla ve vicdana sahiptir. Bu doğrultuda verilecek her karar benim açımdan saygındır, değerlidir" dedin aman ne güzel. 2011’de BDP’nin bağımsız adayı Ferhat Tunç Dersim’den milletvekili adayı olmuştu ama seçilemedi bunun üzerine bakın Demirtaş nasıl bir inci yumurtladı: "Kerbela'da 72 kişi öldürüldü Aleviler bunu unutmadı Dersim'de 72 bin kişi öldürüldü Aleviler bunu unuttu" daha da ileri gitmekten çekinmeyen Alevi düşmanı yobaz Demirtaş: "Dersim İhanetini Unutmayacağız" dedi. Bu iki davranışı da aynı kişinin yapmış olması imkansız. Eğer gerçekten görüşlerin değişmiş de Alevilere saygı duyar olmuşsan kalk önceki sözlerin için özür dile. Ama beyzademizin böyle bir derdi yok. O ilkelere falan saygılı omurgalı bir duruşu değil ancak gelecek oyları hesaplıyor.
Bu bir yanda dursun BDP’li bazı yayın organlarının alçakça, hayasızca sözlerine ne demeli? Tecavüzcüsüne aşık, analarına tecavüz edenlere oy verdiler gibi hayvanca laflarınızı unutmadık. Bakın şu sayfada ne diyorlar:
http://eu.kurdistan-post.eu/kurdistan/print:page,1,3150-dersim-celladna-ak-kent-erdoan-alparslan.html
“Burada Kürt-Alevi derneklerinin kendilerini sorgulayıp, Kürdistan toplumuna özeleştiri vermeleri gerekir. Dersim’in durumu Stolkom sendromudur. Bu sendroma göre kişi kendisini zorla kaçırana ya da tecavüz edene âşık olur. Dersim de kendi celladına âşık. Bu aşkın sonu mutlu sonla bitmeyecek, bunu tarih bize göstermiştir. Ey Dersim, bu gayrimeşru aşkı bitir, bu aşk büyüdükçe sen küçülüyorsun, yok oluyorsun.”
Türkiye partisi olduğunu iddia eden HDP’nin yerel seçimler öncesi Adana’da astığı tüm afişler Kürtçeydi ve hiçbir şey anlamadım. Bu afişler Diyarbakır, Mardin gibi bir yerde sadece Kürtçe hazırlansa hadi anlarım ama Adana’da Kürtçe afişlerinizi kaç kişi anlayabilecek? Afişleri tamam Kürtçe hazırla ama yanına bir de Türkçe ne dediğini eklemen bu kadar mı zor? Türk seçmene hitap etmek gibi bir derdin yoksa, bana Kürtler oy versin sadece onlardan oy istiyorum diyorsan elbette böyle bir yönteme başvurman normaldir.
Demirtaş’a neden oy vermediğime dair sayabileceğim başka nedenler de var ama zannedersem şimdilik bu kadar yeter. Demirtaş’a oy vermediğim için konuşup kafamı şişiren sevgili arkadaşlar, tuhaf tepkileriniz ve anlamsız ısrarlarınızla artık en sonunda beni Demirtaş’ı yerden yere vuracağım bir yazı yazmak zorunda bıraktınız. Bana bunu adeta zorla yaptırdınız. Sonunda bunu da başardınız ya helal olsun size!