21 Kasım 2014 Cuma

YAŞAM ENERJİSİ

Üzerine çok konuşuldu, hâlâ da konuşuluyor. İlginç bir şekilde üstüne düşünülünce ben gibilerde hem bir umut hem de umutsuzluk kaynağı bir olay. Gezi Parkı protestolarından bahsediyorum. Umut verdi çünkü korkunun en yoğun olduğu, muktedirlerin hışmına uğrayanların kendini çaresiz hissettiği, kimsenin bir şeyleri değiştiremeyeceğinin düşünüldüğü sırada kalkıp muktedire "Ayağını denk al, aklını başına topla!" dedi. Önceden halk zorbalardan korkarken artık zorbalar halktan korkmaya başladı.
Başkalarını bilmem ama bende umutsuzluğa da neden oldu çünkü bu çapta bu güçte bir direnişi, zorbanın karşısına bu şekilde korkusuzca dikilmeyi gücünü üretimden alan işçi sınıfından beklerdim. Çocukları plastik mermilerle, hatta bazen gerçek mermilerle (Ethem'i hatırlayın), katledilirken, gaz fişekleriyle kafasından vurulup ölürken, kahpece pusu kuranlar tarafından öldürene kadar dövülürken işçilerin bir genel grevle yeter artık çocuğuma dokunma dememesi gerçekten üstüne tez yazılabilecek (hatta yazılması farz olan) bir durum.
Ama şimdi... Şimdi, şu an, hepsini bir kenara bırakalım. Şu fotoğraf... İnsandaki yaşam enerjisinin resmi. İnsanı güzele, merhamete, sevgiye sevk eden Wilhelm Reich'ın sık sık sözünü ettiği o güzelim his... ORGON! O güzelim his, yaşam enerjisi... İçindeki yaşam enerjisini boğmayan güzel insanların merhametine bir bakalım. Kendilerini öldürmeye çalışırken yaralanmış polise gösterdikleri merhamete bir bakalım. Yıl: 2013. Gezi Parkı protestolarının en civcivli vakti ve bir polis, öldürmek için saldırdığı potestocular tarafından taşınarak ambulansa götürülüyor. İşte bu fotoğraftan çıkarılacak çoook ders var. Sadece anlayana...


16 Kasım 2014 Pazar

NEFRET SUÇU




Nefret suçu nedir? Adı sizi yanıltmasın sakın; bir insandan, bir gruptan, bir topluluktan ya da başka herhangi bir şeyden nefret etmek hukuken suç değildir. Zaten insanlar hislerine hükmedemezler. O halde nefret suçu nedir? Basitçe tanımlamak gerekirse: Bir insana ya da bir grup insana ırkı, etnik kökeni, dili, fiziksel görünüşü, inancı ya da inançsızlığı, zihinsel ya da fiziksel bir engeli, cinsel yönelimi nedeniyle fiziksel bir saldırı gerçekleştirilmesi nefret suçudur. Ya da fiziksel bir saldırı gerçekleştirilmese de sözel olarak o kişiye/ gruba yönelik düşmanlığı tahrik ettirici, şiddete teşvik eden ifadeler nefret suçudur.
Nefret suçu ülkemizde yeni yeni konuşulmaya başlanan bir şey olsa da ilk Nefret Suçu Yasası 1978’de ABD California’da kabul edilmiştir, ardından durum ABD’de diğer eyaletlere de yayılmış, 1990’larda da Avrupa’da hızla yayılmaya başlamıştır.[1] Farklılıkların düşmanlıkla karşılanmadığı memleketlerde nefret yasası haklı ve doğru bir şey olarak algılanmaktadır.
Nefret suçunu normal suçlardan ayırmak için bir tanım versek de şimdi örnek bir olayla nefret suçunun ne olduğunu daha bir açık anlatmaya çalışalım. Hatta olaya iyice uzaktan bakalım da tam tarafsız olalım, daha iyi anlayalım. Olay Amerika’da yaşansın. Mississippi eyaletinde bir beyaz, siyah derili bir emlakçıyı ensesine tabancayı doğrultup tek kurşunla öldürdü. Ardından kurbanın içi para dolu çantasını alıp kaçtı. Bu sıradan bir cinayettir. Nefret suçu değildir. Ama aynı beyaz adam siyah deriliyi parası için değil de “aşağılık bir marsık” olduğu için yani derisinin rengi yüzünden ona nefret duyduğu için öldürürse bu nefret suçudur. Ama dediğim gibi nefreti peydah ettiren sebep kişinin ırkı, rengi, inancı vs. olmalıdır. Yoksa biri bir adam hakkında dedikodu çıkarmış hakkında dedikodu çıkarılan kişi de kendisi hakkında dedikodu yapan adamdan nefret ederek onu öldürmüşse bu da nefret suçu değildir. Suçtur ama nefret suçu değildir. (Yukarıdaki örneği okurken “Mississipi” yerine “İstanbul”, siyah derili yerine “Ermeni”, “marsık” yerine de “gavur” kelimelerini koyup tekrar okuyun değişen bir şey olmayacaktır) 
Bir de nefret suçunda hedef alınanın bir insan olması gerekir. Söz gelimi Almanya’dasınız Yahudilikteki sünnet geleneğini olumsuz bulup kınayabilirsiniz. Hakkında düşüncelerinizi söyleyebilirsiniz ama sünneti bırakıp da Yahudiler hakkında konuşmaya başlarsanız… Hele hele Yahudileri hedef gösterecek, aşağılayıcı şeyler söylerseniz nefret suçu işlemiş olursunuz. Oysa insanı ya da insanları değil de bir inancı, bir geleneği vs. hedef alıyorsanız bu nefret suçu değildir.
Bizim kültürümüzde ise durum tersine döndürülmüştür tutturmuşuz bir “inanca saygı” saçmalığı gidiyor. Oysa hiç kimse herhangi bir inanca saygı duymak zorunda değildir. İnanca değil o inancı taşıyan “insana saygı” duyulmalı. İşte biz “inanca saygı” diyip de “insana saygı”nın üstünü çizdiğimiz için devlet adamlarımız bile insana beş paralık saygı göstermiyor. İnanca saygı gibi garabet bir tabirin tuhaflığının farkında bile değiliz. Bir kere kabul etmediğin bir inanca nasıl saygı duyacaksın ki? Ben Hindu değilim Hinduların dinini kabul etmem, hatta bu bana gülünç bile gelebilir ama bir Hinduyu da dini yüzünden aşağılamam. Şu halde “her türlü inanca saygı” demek yerine inancı ne olursa olsun “her türlü insana saygı” dersek daha güzel bir tutum almış oluruz.
            Sanırım bazı taşlar yerine oturmaya başladı. O halde şimdi Almanya’yı ABD’yi bırakalım yavaş yavaş güzel memleketimize doğru yaklaşalım. Nefret suçunun amacı güçsüz olanı, saldırıya açık olanı korumaktır. Nüfusun % 95’ten fazlasının Müslüman olduğu Türkiye’de İslam’a laf etmek, İslam dinini eleştirmek nefret suçu olmadığı gibi Müslümanlar için herhangi olumsuz bir laf da nefret suçu olamaz. Hristiyanlık inancı için konuşmak da suç olmaz. Ancak Hristiyanlar hakkında konuşmaya başlarsanız bu bir nefret suçudur. Hrant Dink, Rahip Santoro ve Zirve Yayınevi cinayetlerini hatırlatayım. Egemen mezhebin Sünnilik olduğunu ve ZORUNLU din dersleriyle İslam’ın Hanefi yorumunun dayatıldığını hatırladıktan sonra çok rahat şunu diyebiliriz ki Sünniliğe ya da Sünnilere yönelik bir ifade nefret içerse bile nefret suçu değildir. Çünkü bu inanç grubu egemendir ve saldırıya uğrama ihtimali yoktur; ama Hristiyanlara ya da Alevilere yönelik nefret içeren ifadeler suçtur. Çünkü bu inanç grupları azınlıktır saldırıya açıktır, yani saldırıya uğrama riski yüksektir hatta pek çok kere (Bkz. Maraş Katliamı, Sivas Katliamı, Çorum Katliamı…) saldırı, kıyım ve kırıma uğramıştır.
            Bunlar görünür mağduriyetlerdir, bunun yanı sıra görünmeyen mağduriyetler de vardır ve bunlar görünür mağduriyetlerden daha çoktur. Bu görünmeyen bilinmeyen ve kolay kolay anlaşılamayan mağduriyete ise “kişinin kendisi olmaktan vazgeçmesi” ya da “kişinin kendisi gibi yaşamaması” diyebiliriz. Hristiyan birinin bunu saklamak zorunda olması ya da bir Ateist öğrencinin Din dersinde öğretmenin İslam’a inanmayanlara “sapık” ve “kafir” başta olmak üzere hakaretlerini sineye çekip dinlemesi de bir mağduriyettir ve bu bir “görünmez mağduriyet”tir. İşini kaybetmekten korktuğu için patronun çağrısı üzerine Cuma namazı kılmaya giden bir Ateisti şahsen tanıyorum. Gerçi dik dursa “İstemiyorum” dese daha güzel. Ama burada ahlaksız olan, namaza gitmek zorunda olduğunu hisseden, baskı altındaki işçi değil ona böyle hissettiren patrondur.
            Nefret suçlarına karşı insanların tepkileri de kurbanın kimliğini sahiplenerek saldırgana meydan okumak şeklinde olursa bir anlam kazanır. Yani Hrant Dink Ermeni olduğu için öldürüldüyse “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz!” şeklinde bir slogan gayet yerinde bir slogandır. Zaten bunu haykıranların belki de yüzde doksan dokuzu Ermeni değildi. Önemli de değil; amaç mağdurdan yana tavır koyup zorbanın karşısına dikilmektir. Ortadoğu’daki bir ülkede… bir tür mezhebin okullarda din dersi adı altında zorla dayatıldığı bir coğrafyada, devletin tepesindeki ismin kaçak bir binada kaldığı bir ülkede, kaçak binanın yıkılmasını kararlaştıran mahkemeye devletin tepesindeki kişinin “gücünüz yetiyorsa yıkın” diyerek hukukun ırzına geçildiği bir yerde, işçi ölümlerinden önce hiçbir tedbir alınmayıp işçiler protesto yapmaya kalktığında hiçbir masraftan kaçınılmayıp her türlü tedbirin alındığı bir yerde, insanların tartışmayı birbirine saldırmak adeta birbirini çiğ çiğ yemek zannettiği ve farklı fikirlerin birbirine zerre kadar tahammül göstermediği bir yerde… İnsanların nefret suçunu düşünmesini, anlamasını istiyorum. Evet belki de çok şey istiyorum ama can ı gönülden istiyorum. Daha güzel bir dünya için.



[1] http://www.kaosgldernegi.org/resim/kutuphane/dl/nefret_suclari_raporu_2010.pdf

5 Kasım 2014 Çarşamba

TOKMAK YİNE AYNI TOKMAK VURAN ELLER DEĞİŞTİ!

TOKMAK YİNE AYNI TOKMAK VURAN ELLER DEĞİŞTİ!
Bir zamanlar 28 Şubat denen bir şeyi yaşamıştık sanırım 1997'ydi. "Sincan'da tanklar yürüdü" lafı uzaktan kumandasız TV'de ağır ağır ilerleyen tankın görüntüsü daha dün gibi kafamdadır. Ne cebimde beş para, ne şimdiki gibi ucuz ve bol gazete, kitap, dergi... ne de internet vardı. Her şeyi akşam haberlerinden öğrenmeye çalışıyorduk. Nesnel olarak şimdiki şeyler olmadığı gibi öznel koşullar da şimdiki gibi değildi. Yaşım ve tecrübem, o zamanki birikimim bu gibi özel şartlar itibariyle de her şeyi kavrayamıyordum. Ama kavrayabildiğim bir şey vardı birileri işine geldiği için dinî cemaatler üzerinde terör estiriliyordu. 
Yok efendim Fadime diye Kırmızı Başlıklı Kız masumluğunda biri varmış da en az 20 yaşındaki (belki daha da büyük) bu kıza önüne gelen şıh “Gel sana bir okuyup üfleyim” demiş. Önce Ali Kalkancı sonra Müslüm Gündüz boyuna üflemiş. Küçücük kızın ırzına geçmişler. Hepsi de tarikat cemaat vay namussuz adi cemaatler vay. Bir kere Fadime Şahin reşitti. Yakın tarihlerde bir gazeteci bozuntusunun anasının eline para sayıp adeta satın almaya kalktığı yavrucak gibi 13-14 yaşında değildi.  Bu bir, ikincisi ise her şey karşılıklı rıza ile olmuştu. Eğer iki taraf da reşitse pek hoşuma giden bir ifade değil ama “alan razı veren razı” durumunda suç olmaz ki. İşin içinde bir şeyler vardı. O güne kadar cemaat yok muydu? O güne dek şıhlar müridlere hiç üflememiş miydi? Böyle tuhaf olaylar hem işi sulandırıp biraz magazin katarak daha çok insanın ilgisini çekiyordu hem de alttan alta bir algı operasyonu yürütülüyordu. İnsanlar tehlikede olduklarına ikna ediliyordu. Asıl tehlikelerin (işsizlik, yoksulluk, çevre katliamı vb.) üstü örtülmüştü hem de üstleri başörtüsü ile örtülmüştü. Bütün bu tehlikeler yok kertesine indirgenmiş ve başı örtülü insanlar, sarıklı cübbeli insanlar öcüleştirilmişti.  (Aslında bu da oyunun bir parçasıydı Kemalistler de kullanılıyor ılımlı İslam tezgahı hazırlanıyordu. Erdoğan’ı birkaç aylığına hapse gönderenler ona yapabilecekleri en büyük iyiliği yapmıştı ve bir sistem değişikliği hedefine varmak için sunî bir mağduriyet yaratılıyordu.)
Şimdiki iktidarın otoriteyi paylaşamayana kadar can ciğer kuzu sarması olduğu Fethullah amcaları da o dönemde yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Yıllar sonra o zamanlar kader birliği içinde olduğu birinin kendisine “Pennsylvania’daki zat” hatta “sahte peygamber”, “haşhaşî”, “sinsi virüs” diyeceğini nerden bilecekti ki. O aralar yoldaştılar. Artık Erdoğan, Gül ve ekibi Erbakan’ı dinlemiyor, ondan uzaklaşıyor… ondan uzaklaştıkça da Fethullah Gülen’e yanaşıyorlardı.
Velhasılı operasyon başarıya ulaştı. “Muhafazakâr” tabir edilen kesim iyice bir mağdur edildi, Kemalistler de şeytanlaştırıldı. Hoş gayet kolay şeytanlaştırıldılar Çünkü pek öyle ağzını açıp “Yahu ne yapıyorsunuz, her şeyi giyim kuşama indirgemeyin. Rahat bırakın insanları. Bırakın isteyen istediği gibi giyinsin, isteyen istediği gibi yaşasın” diyen Kemalist’e raslamadık. Böyle bir direnç 28 Şubat tezgahını yıkıp darmadağın ederdi ama nerdeee… Kendine benzemeyen insanların canına okunması toplumumuzun kahırı ekserisi için hiç önemli değil. Sağcısı da solcusu da bundan bağışık değil. Bir grup yıllarca Ermenilere, Rumlara, Alevilere girişilen katliamların üzerini örtmeye uğraşıp dururken; Bosna için ağladı. Gelgelelim onun tam karşıtı olan bir başkası da bu katliamların varlığını kabul ederken sırf eski Yugoslavya Stanilist blokun bir parçası olduğu için Boşnaklara yapılan katliam ve tecavüzleri yıllarca görmezden gelip NATO uçakları katliamcıları bombalayınca isyan etmişti. “NATO kana doymuyor” demişlerdi. Öyle ya ne kana doymazlık bırakın işkence, katliam ve tecavüz devam etsin tek şu “işçi devleti” dediğiniz “Sosyalist” Yugoslavya’ya halel gelmesin. Bir şeyin parçası olmak mesele değildir. Doğru vardır yanlış vardır. Doğru kimden gelirse gelsin doğrudur yanlışı da kim yaparsa yapsın yanlış yanlıştır. Kürt hareketini eleştirince beni Türk şovenisti gören küçük beyinliler şimdi de Sosyalistleri eleştirdiğim için bana “hain” diyecekler desinler bakalım. Benim için tek önemli olan şey şu dediklerim doğru mu yalan mı? Gerisi laf u güzaf.
Gelelim 28 Şubat’ın neden tezgâhlandığına, böyle bir şeye neden ihtiyaç duyuldu? Artık Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılması gerekiyordu, şeriatçı da olsa şu da olsa bu da olsa Ortadoğu’daki ülkelerle ilişkiler içine girilmesi gerekliydi. Irak saldırıları vb. ile buraları iyice manipüle eden güçlerin taşeronluğu için bir iktidar değişikliği elzemdi. Kemalist kadrolar yüzünü Ortadoğu’ya dönmüyordu Erbakan ise AB ile ilişkileri ilerletmiyordu. Öyle bir şey gelmeliydi ki hem AB ve ABD ile köprüler atılmasın hem de yüzünü Ortadoğu’ya çevirsin. Sonra da kirli bir oyun sahneye konuldu.
Şubata da daha çok var değil mi nerden aklıma geldi şu 28 Şubat? MGK’da Gülen’in başında olduğu hareketi yok etmek için düğmeye basıldı aynen 28 Şubat’taki “Batı Çalışma Grubu”na benzer bir oluşum hazırlanıyor bunlar Cemaat’in içerideki ve dışarıdaki okullarını mercek altına alacak. Hatta basında yer alan bazı iddialara göre AKP Gülen cemaatini terörist ilan etmek isteyince MGK’nin asker tarafı fırsattan istifade bütün cemaatleri, tarikatları vs. tehdit ilan etme önerisini getirmiş. Dini kendi tekelinde görmek isteyen AKP de buna olumlu yaklaşıyormuş. Velhasılı şu AKP’nin yaptığını başkası yapmıştı vakt i zamanında kıyametler koptu, zındık ilan edildi kafir ilan edildi. Aynını şimdi yapanlar ilginç bir şekilde nasıl hâlâ Müslüman kalabiliyor anlamak mümkün değil. Bu nasıl bir duruş nasıl bir omurgadır ki sadece kendi koltuğun için fasık ve kâfir ilan ettiklerinin yaptığı şeylerin aynını yapmakta hiçbir sakınca görmüyorsun, onların geçmişte yaptıklarını sen şimdi yapıyorsun. Oysa Kemalistler cemaatlere saldırırken kâfir olmuşlardı. Hem Kemalistlerin de bahanesi şimdiki iktidarın bahanesiyle aynıydı: “Bunlar devlet içine yuvalanmış çeteler, devlet kadrolarından bu çeteleri temizleyeceğiz. Bunlar ülkemiz için en büyük tehdit.” Lütfen hatırlayın 28 Şubat sürecini. Şimdi aynını sen yapıyorsun, o zaman senin cenah bunu yapanlara kâfir dedi, şimdi birileri çıkıp sana aynını derse ne yapacaksın çok merak ediyorum.