14 Mayıs 2016 Cumartesi

HER LAFI YANLIŞ ANLAYANLAR YOKSA APTAL MI?



          
Bir insanın bir şeyi neden dediği, derken neyi kastettiğini samimi olarak anlamak istiyorsanız sözün içindeki tek kelimeyi cımbızla çekip almak yerine sözün tamamına bakarsınız. Tabii bunu yapmak için asgari düzeyde de olsa dürüst olmak lazım. Kılıçdaroğlu’nun TOBB Genel Kurulu'nda sarf ettiği sözler tam olarak şöyle: “Bir kişi konuşacak Türkiye susacak, bir kişi konuşacak hâkim ona göre karar verecek, bir kişi konuşacak ona göre milletvekili listeleri hazırlanacak, bir kişi konuşacak istediği adam hapse gelecek. Neymiş, böyle bir başkanlık sistemi. Böyle bir başkanlık sistemini, kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” Herhalde akli melekelerini yitirmemiş hiçbir insan bu sözlerde “kan dökmeye teşvik” ya da “suç işlemeye tahrik” var, demez. Bu sözler uyarı maksadıyla söylenmiş. Evet, biraz huzursuz edici ve amacını aşmış olabilir; ama sarf edildi diye kıyametler koparılacak sözler değil. Bunu aslında iktidar da biliyor. Bal gibi biliyor, bilmesine biliyor; ama safı oynamak işine geliyor.

            Hatırlarsanız Kılıçdaroğlu, Ramazanoğlu için de bir kurumun “önüne yattığını” söylemişti. Sözler orda da tam olarak şöyleydi: “...Bu çocukları bu yoz kültüre siz nasıl teslim ettiniz? Vakıfları savunuyorlar. Çocuklara sahip çıkın vakıflara değil. Bu çocuklar yasadışı burada nasıl kaldı? Valisi konuşmuyor, Milli Eğitim Bakanı konuşmuyor. Aileden sorumlu Bakan da zaten birilerinin önüne yatmış vaziyette o da konuşmuyor. Bu yurtlara kim izin veriyor arkadaşlar... Biz izin vermedik diyorlar koro halinde. Siz izin vermediyseniz bunlar nasıl açılıyor?” Bakan Ramazanoğlu hemen kurumu korumuştu, Kılıçdaroğlu da böyle dedi. Kaldı ki siyasi hayatımızda “önüne yatmak” kelimesini ilk kullanan Kılıçdaroğlu değil, bu lafı Muammmer Güler kendisi için söylemişti. Reza yaptığı hırsızlıkların soruşturulup soruşturulmadığını öğrenmek için Güler’e telefon etmişti. Dönemim içişleri bakanı Güler,  Reza’ya ne demişti hatırlayın: “Abicim hiç sen o konuda sen rahat ol sen rahat ol... Vallahi böyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım ya...” Herhalde hiç kimse Güler’in gay olduğunu ya da Reza ile Güler’in arasında eşcinsel ilişki olduğunu düşünmemiştir. Güler, önüne yatarım derken her ne pahasına olursa olsun koruyacağını söylüyor. O sıralarda AKP’den hiç kimse kalkıp da “Anaaa bu Güler ve Reza şöyle böyleymiş. Bunlar birbirleriyle ilişkiye giriyor!” demedi. Çünkü böyle düşünmek için tam bir gerizekalı olmak lazım. Ama bazı konularda çok yetenekli olup milleti ayakta uyutanlar, kesinlikle gerizekalı değiller. Eğer o zaman bu önüne yatmayı ters anlasalardı şimdi de bu şekilde anlamalarına hak verebilirdim; canım yanlış anlamışlardır, derdim ama durum öyle değil. Bir kişi bile bu lafın cinsel bir çağrışım yaptığını düşünmedi. Neden? Diyorum ya bu lafı cinsel anlamda bir şeyler olarak algılamak için gerizekalı olmak lazım.
            Bu tabiri Kılıçdaroğlu kullanınca kıyametleri koparmalarının, bas bas bağırmalarının iki nedeni var: 

I.                   Kendi ayıplarını örtmek istediler. Dindar nesil fabrikalarında çocuklar cinsel istismara uğruyor, sorumluluğu üzerlerinden atmak, başkasını ayıplayarak kendi ayıplarını örtmeye çalıştılar. Eh Kılıçdaroğlu’nun bu lafı da tacizden fazla konuşulunca amaçlarına ulaştılar.
II.                Muhalefeti söz söyleyemez, konuşamaz, eleştiremez, doğru düzgün muhalefet edemez hale getirmeye uğraşıyorlar ki bu çok tehlikeli bir şey olur. Konuşamayan, fikirlerini açık açık söyleyemeyenler, sürekli baskı gören yığınlar içten içe bilenir ve intikam almaya kalkışırlarsa ortalık karışır. İşte Kılıçdaroğlu’nun da demeye çalıştığı zaten buydu.  

AKP Erdoğan’a karşı ve kendilerine karşı söylenen her sözü hakaret ya da tehdit olarak algılamıyor. Söylenen şeylerin hakaret ya da tehdit olmadığını kuş kadar beyni olan bile anlayabilirken, son derece kurnaz olan AKP kadroları da bal gibi anlıyor; ama bunları hakaretmiş gibi tehditmiş gibi göstermeye çalışarak hem muhalefeti itibarsızlaştırmaya, şeytanlaştırmaya uğraşıyorlar hem de yargı sopasıyla muhalefeti susturuyor, muhalefet edeni cezalandırıyorlar.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

SARAY DARBESİ VE SARAY SOYTARILARI




Erdoğan sürekli “millî irade, millî irade, millî irade!” diyip haykırıyor. Lakin işine geldiğinde millî iradeyi nasıl da paspas edip ayağının altında çiğnediğini hep beraber görüyoruz. Hem hazirandaki hem kasımdaki seçimde sürekli sandıktan, millî iradeden bahseden Erdoğan hazirandaki seçimde en çok oyu alan ilk lider koalisyon kurmayınca (kuramayınca değil kurmayınca) hükümeti kurma görevini en çok oyu alan ikinci lidere vermedi. Yani millî iradeyi hiçe saydı, umursamadı; o hiç dilinden düşürmediği millî iradeye en büyük saygısızlığı kendisi yaptı. Erken seçim istemeyi geçmişteki konuşmalarında “vatana ihanet” olarak gören Erdoğan bu defa seçimin tekrarlanmasına “vatana ihanet” demedi. Kasımda tekrar seçim yapıldı Davutoğlu % 49 ile hükümeti kurdu. Bu sefer Erdoğan, 5-6 ay sonra başbakanı ite kaka istifa ettirdi. Kimse istifa için "Başbakan'ın kendi kararı" diyip insanları salak yerine koymaya kalkmasın. Her şey gözümüzün önünde oldu, kaldı ki Davutoğlu kendisi de “Ayrılmak benim tercihim değil ” dedi. Hatta “Pazarlık esasına dayalı görev kabul etmem...” dedi. Kabul etmediği görev istifa ettiği başbakanlık peki kimle pazarlık edecek? Soralım bir başbakan kimle görevini pazarlık eder? Hani sen millî iradeye çok saygılıydın şimdi ne oldu da Başbakan’ı istifa ettirip millî iradeye saygısızlık ediyorsun?

         Mısır’da ordu bir darbe yaptı diye kıyametleri koparan, Mısır’la ilişkileri kopma noktasına getirenler şimdi aynı darbeyi burda kendileri yapıyor. Batı’ya bas bas bağıranlar, Mısır’daki “darbe”ye “darbe” diyemeyenleri eleştirenler şimdi Türkiye’deki saray darbesine “darbe” diyor mu? Ne gezer… Gazetecilik yerine saray soytarılığı yapan, kalemiyle beraber haysiyetini de satmış olanlar Akdeniz’in öbür ucundaki ülkenin iç işlerine müdahale edenler kendi ülkelerinde yapılan darbeye “darbe” demiyor. 

         Erdoğan bir yandan da “Türkiye dört bir yanından terör örgütlerinin ve onlara destekçilerinin saldırısı altında” dedi tuhaf bir şekilde sanki 14-15 yıldır memleketi başkası yönetiyordu ve gelinen bu nokta başkasının eseri. Bu memleketi 15 yıldır kim yönetiyorsa Türkiye onun yüzünden bu halde. Bu bir yana Türkiye dört bir yandan saldırı altındayken, işsizlik alıp başını gitmişken, madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde, fabrikalarda her gün işçiler ölürken, Suriye’den resmi rakamlara göre 3 milyon ama aslında en az beş milyon kişi Türkiye’ye gelmiş işler Arap saçına dönmüşken, Türkiye kendi vatandaşını doyuramıyor. O şöyle dursun elindeki mültecilere bakamadığı gibi bir de Avrupa’nın göndereceği milyonlarca Suriyeliyi de kabul edecekken… yığınla yakıcı sorun varken Türkiye’nin tek sorunu başkanlık sistemi mi? Belamızı az buldunuz bir de başımıza rejim krizi mi çıkartacaksınız?

         Erdoğan aynı konuşmasında gayet ilginç bir şekilde “Suriye'de 12 milyon insan mağdur edilmiş, 600 bine yakın masum katledilmişken, hiçbir Müslüman bu vebalden kendini aykırı tutamaz” diyor. Bir soru sorayım o zaman İŞİD’e yardım yapanlar bu vebalden kendini aykırı tutabilir mi? ABD tarafından İŞİD karşıtı olmaya zorlanmadan evvel İŞİD’e terör örgütü diyemeyenler bu vebalden kendini aykırı tutabilir mi? Kilis’e düşen bombalardan ve ölen insanların vebalinden bu ülkeyi yönetenler kendini aykırı tutabilir mi? Soma’da 665 ( 301 değil 665 şu habere bakınız) kişi katledilmişken Tayyip Erdoğan, Faruk Çelik, Taner Yıldız bu vebalden kendilerini aykırı tutabilir mi? 

         Bangladeş’teki bir yargılamayı dile getirip Bangladeş’e lanetler yağdıran, Bangladeş’teki yargıyı adil olmamakla suçlayan Erdoğan acaba Can Dündar’ın yargılanması ve hüküm giymesi için ne düşünüyor? Casusluk yapacak olan, devlet sırrını ifşa edecek olan bunu gazeteye basarak mı yapar? Allah aşkına bir insanın casusluğunu gazeteyle yapacağına inanacak kadar salak mıyız zannediyorsunuz? Tablo böyle kapkara mı peki? Bütün bu olanlar içinde güzel bir şey yok mu, tabii ki var. Sonunda bir minik kızın isteği gerçekleşti. Hani minik Hacer Davutoğlu, bir aralar Erdoğan’a “Tayyip Amca babamı kov” demişti ya. İşte amcası da Hacer’i kırmayıp babasını kovdu, gerçi biraz geç oldu ama olsun sonunda minik kız muradına erdi.

1 Mayıs 2016 Pazar

SÖYLEYENE DEĞİL SÖYLETENE BAK



AKP’nin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada Davutoğlu konuşuyor; o konuşurken de AKP’liler bağırıyor: “Reeceeep Taayyip Erdoooğan! Reecep Tayyip Erdoğan!” Davutoğlu’na daha büyük hakaret yapılabilir mi bilmiyorum. Davutoğlu, bunun üzerine: “Sayın cumhurbaşkanı ile birlikte daha nice yollar katedeceğini” söyledi darılmasın ama ben aynı fikirde değilim. Fazla bir yol katedecek değil, Erdoğan yakında AKP’nin başına kendisine daha iyi itaat edeceğini düşündüğü birini geçirecek. Davutoğlu istediği kadar davadan, kardeşlikten dem vursun; istediği kadar nifak saçanlardan bahsetsin durumu idare etmeye çabalasın gerçeği değiştiremez. Erdoğan’ın kafasını kızdıranın üstü anında çizilir. “Basın üzerinden siyaseti, AK Parti'yi dizayn etmeyi kimse düşünmesin” diyor Davutoğlu. AKP’yi kimin dizayn ettiği zaten belli, o da bunu basın üzerinden değil bizzat yapıyor. Davutoğlu istediği kadar gerçeğe gözünü kapatsın o görmüyor diye hiçbir şey yok olmaz ve maalesef Davutoğlu (kendisinden başka) hiç kimseyi kandıramadı. Birinin önünde kocaman bir duvar varsa o kişi gözünü kapatınca duvar yok olmaz. Adam gözünü kapatır “Yok ya öyle bir şey, duvar muvar yok” diyerek yürürse eni sonu “küüt!” diye duvara toslar. Duvar yok olmaz bizimki yamulduğuyla kalır, herkesin üstüne gülmesi de cabası.
Davutoğlu boş biri değildir. Davutoğlu Boğaziçi Üniversitesi'nin Ekonomi ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerini çift anadal programıyla bitirmiştir. Aynı üniversitenin Kamu Yönetimi Bölümünde Yüksek Lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde de doktora yapmış biridir. İyi bir akademisyendir yani, donanımlı biri. Sen tut saygın bir akademisyen olarak kalmak yerine tek bir kişinin tahakkümü altındaki partiye girerek siyaset yap, itaat etmezsen zaten ne olacağı belli. Gerçekten hazin bir durum, gerçekten üzüntü verici.
Bunları niye diyorum, hepimizin bildiği bu durumu neden bir kez daha anlatıp bu duruma dikkat çektim? Şimdi bunu açıklayalım… Bildiğiniz gibi meclis başkanı Kahraman birkaç gün önce kahramanca bir çıkış yaptı. Cevval başkan gözünü iyice kararttı ve hem “laikliği kaldırmaktan” hem de “dindar anayasa hazırlamaktan” bahsetti ve yükselen tepkiler üzerine ortamın henüz buna hazır olmadığı anlaşılınca çark etti. AKP’den ise bunun Kahraman’ın kendi görüşü olduğu yönünde açıklamalar geldi. Bu doğru değil, bu sözler Kahraman’ın şahsi fikrti değil. Kendimizi kandırmayalım hepimiz biliyoruz ki birilerinden habersiz AKP’de kuş uçmaz. Böylesi bir açıklama da birilerinden izin almadan onun icazeti olmadan yapılmaz. “Laikliği kaldıralım, dindar ana yasa hazırlayalım” lafzını bize perdenin önünde söyleyen Kahraman; ama perde arkasında olanı biteni gözleyen ve görünmeyen asıl kahraman bunu gördüğümüz Kahraman’a söyletti. Baktı ki ortam uygun değil güçlü bir itiraz yükseliyor, şimdilik bu işi yapmıyor. Bununla beraber hemen sevinmeyin bu bir “iptal” değil sadece “tehir”. Birileri bundan vazgeçmiş değil sadece erteledi, şartlar uygun olduğu an bunu yapmak için tetikte bekleyecekler. Peki neden dindar anayasa yapmak istiyorlar, dini imanı çok önemsedikleri için mi? Hiiç zannetmiyorum, asıl amaç bambaşka. Kendi meşruiyetlerini ana yasaya ana yasanın meşruiyetini din imana dayandıracaklar. Böylece ne olacak ana yasalarına ya da kendilerine karşı en ufak bir muhalefeti dine karşıymış gibi gösterecekler. Dini istismar etmede bu kadar ileri gidebildiklerini görünce laikliğin kıymetini bir kez daha anladım. AKP şak şakçısı liberaller ve bazı fanatik solcular antikemalistliğiniz o kadar kemikleşmiş, o kadar kendinizden geçmişsiniz ki laikliğin kalkmasını nerdeyse alkışlayacaksınız; oysa laiklik giderse önce sizi kesip biçecekler. İŞİD laik bir oluşum değil. Laikliğin olmadığı yerde El Kaide olur, Taliban olur, Hizbullah olur, İŞİD olur; bir kere daha düşünün, durumun vahametinin farkında değilsiniz.