26 Şubat 2014 Çarşamba

BÖYLE BAŞA BÖYLE TARAK!

Erdoğan yine “konuştu” diyemiyorum yaptığı tuhaf şey konuşmaya benzemiyordu. Neden konuşmaya benzemiyordu peki? Erdoğan tuttu yine paralel yapı vs. dedi daha düne kadar “Balyoz, darbe planı, Ergenekon” diyordun bugün de “paralel yapı” diyorsun. 12 senedir iktidarda olmana rağmen bu ülkede kötü giden ters giden hiçbir şeyin sorumluluğunu kabul etmiyorsun. Eğer 12 yıldan sonra hâlâ paralel yapı varsa, hâlâ darbe riski varsa kusura bakma ama bu suçun bir numaralı sorumlusu sensin. Beni asıl şaşırtan şey kırk yıllık siyasetçilerin çıkıp da bunu demiyor olması. Sen tut CHP’nin 1940’larda yaptığından, hatta 30’larda yaptığından hiç daha o zaman doğmamıştı falan demeden Kemal Kılıçdaroğlu’nu sorumlu tut; ama iş sana gelince bugün senin iktidarında olanların sorumluluğunu alma oh ne güzel ne âlâ. Varsayalım ki bir paralel yapı var, varsayalım ki bunlar senin suçladığın gibi “karanlık güçlerin maşası” bu durum ayakkabı kutusundaki dolarları açıklıyor mu, bu durum bir evdeki altı çelik kasayı açıklar mı? Bu durum Bilal hakkındaki iddiaları, Bilal’in başında olduğu vakfın bütçesinin kısa bir sürede otuz bin katına çıkmasını açıklar mı? O vakfa yapılan astronomik rakamlı “bağış”ları açıklar mı? Bu durumun senin bilmem kaç yıldır kalpazanlık zanlısı olup da hâlâ yargılanmamanla ne alakası var? Ne alakası var paralel yapıyla kızın Sümeyye’nin telefondaki “amca”yla villa pazarlığının? Ne alakası var “paralel yapı”yla sen "Elif sucuklarının" hissedarıyken Elif sucuklarının halka eşek eti yedirmesinin? Ne alakası var büyük oğlunun arabayla çarptığı kadını öldürmesine rağmen tutuklanmaması ve bir gün bile hapsi bırak gözaltına bile alınmamasının? Ne alakası var paralel yapıyla Suriye’de kafa kesen mikroplara giden tır dolusu silahların? Daha sayarım saymasına ama her marifetini saymaya kalksam sayfalar yetmez. Tüm bu kepazeliklerin paralel yapıyla uzaktan yakından alakası var mı? Madem bakanların tertemiz pir ü pak, o zaman neden onları istifa ettirdin? Ortada bir yolsuzluk olduğunu sen de biliyorsun. Senin hoşuna gitmeyen bir şey söyledi diye insanları partinin disiplin kuruluna gönderip attırmayı biliyorsun (güya onlar istifa ediyor ama zaten atılacaklar). Peki neden yolsuzluk yapanları partiden attırmıyorsun? Madem ortada bir rüşvet yok binlerce polisin yerini neden değiştirdin, neden savcıları değiştirdin? Ortada bir hırsızlık bir yolsuzluk olduğunu herkes biliyor. Temiz iş yapan insanlar, dürüst insanlar AVM’lerin helasında mı para alışverişi yapar? Yuh! Konuşmanda diyorsun ki “bedduaya lanet, dualara evet” İlk söylediğinden beri bu lafı şaşkınlıkla karşılıyorum. Yahu lanet de bir beddua değil mi? Bedduaya beddua etmek nedir Allah aşkına? Sırf konuşmuk olmak için konuşunca, tek amaç sağa sola şuursuzca saldırmak olunca işte böyle tuhaf hezeyanlar çıkıyor ağzından. Hele ki Bahçeli için söylediğin “MHP'nin başındaki beyefendi çıkıyor, aile çoluk çocuk nedir bilmez böyle bir derdi yok” sözü ne kadar da çirkin ne kadar saçma sen baba oldun oldun ama birinin ölümüne sebep olan oğlunu önce yurtdışına kaçırdın sonra para cezasıyla kurtardın. Öbür oğlun nasıldır bilinmez altı “gemicik” alacak parayı buluyor hem de hakkındaki yolsuzluk iddiaları nedeniyle yargılanmıyor. Ayrıca Hz. İsa da hiç evlenmedi ve baba olmadı. Şimdi İsa peygamber sevgiden yoksun mu? Ha bu arada sen baba oldun da ne oldu ki? Gezi eylemlerinde evladın yaşındaki insanları öldürttün, gözlerini çıkardın, onlara beyin travması yaşattın. Üstüne vatandaşlara seni protesto edenleri ispiyonlamalarını tembih ettin. Sen şimdi bunları sevgi dolu olduğun için mi yaptın? Zaten “raporu nerenize koyacaksınız”, “ananı al” gibi inciler hakkında bir fikir veriyor. Bahçeli belki hiç baba olmadı ama anaya sövecek bir ahlaka, “falanca şeyi nerenize koyacaksınız” diyecek bir tıynete sahip değil. Gerçi onu savunduğum da zannedilmesin sadece Erdoğan’la kıyasladım o kadar. Eh bir söz var hani “her halk layık olduğu şekilde yönetilir” diye. Herhalde haklılık payı bayağı bir yüksek bu sözün, insanların hatırı sayılır bir kısmının “g.t kılı” olmaya can attığı bir ülkede kendini g.t kılı olarak görenler yüzünden bizler de g.t kılı muamelesi görüyoruz. Hırsızın, arsızın rüşvetçinin peşinden gideceklere son bir kez daha demek gerekiyor “vicdanının sesini dinle, hırsızlara ortak olma” diye.

17 Şubat 2014 Pazartesi

SENİN AĞZINA BİBER SÜRMEK LAZIM!

Hatırlayalım yazın Tayyip bir parktaki ağaçları kestirip yerine AVM dikmeye kalkıştı. Ağaçların kesilmesini istemeyen insanlara “çapulcu, darbeci, kemirgen, faiz lobisinin adamı, dış güçlerin ajanı” dedi. Sürekli halkı demokratik gösteri hakkını kullanmak isteyen insanlara karşı kin ve düşmanlığa tahrik etti, yangına körükle gitti, “camide içki içtiler, başörtülü bacımı taciz ettiler” şeklinde yalanlar ve iftiralarla, tahrik ve kışkırtmalarla koltuğum sallanacağına iç savaş çıksın mantığıyla adeta memleketi ateşe attı. Onun kin ve düşmanlık dolu dili nedeniyle eli satırlı sapıklar türeyip gezi parkı protestosu yapan insanlarımıza saldırdılar, köşe bucak sadece polis terör estirmedi Başbakan’ın sorumsuz açıklamalarıyla gaz verdiği insan görünümlü yaratıklar da sesini duyurmak yürüyüş yapmak isteyen insanlara saldırdı. Tayyip o aralar iki de iftira uydurdu 1. Camide içki içtiler 2. Başörtülü bir kadını taciz ettiler. İlk iddiada sadece içki içtiler demedi. Camiye ayakkabılarıyla girdiler de dedi. Şimdi polisin ölümüne saldırdığı çoğu kanlar içinde yaralı bir grup polisten kaçarken camiye sığındı. Gezi protestolarında yedi kişi polis şiddeti yüzünden öldü, 100’den fazla beyin travması yaşandı, 10’dan fazla insan gözünü kaybetti, 8000 civarı yaralanma vakası oldu. Bilanço korkunçtu. İşte o sırada da bu insanlar polisin elinden canını kurtarmak için kaçıyordu, terör estiren polisler ölümüne saldırıyordu. Şimdi canının derdindeki bu insanlar ne yapacaktı, durup ayakkabı çıkarmaya kalksa kafasına isabet eden bir gaz bombası fişeğiyle ölebilir, üstlerine silahlı polisler saldıran bu insanlar kimisi de kan revan içinde hem de ayakkabısını mı çıkaracaktı? Böyle saçmalık mı olur. Camiye ayakkabısız girmek için bu insanlar ölsün mü? Ayrıca Tayyip “Yol geçecekse camiyi de yıkarız.” demişti geçenlerde. Yani canını kurtarmak için bile olsa camiye ayakkabıyla girmek saygısızlık ama camiyi yıkmak saygısızlık değil, hmmm çok ilginç. Gelelim içki içtiler meselesine… Cami görevlisi “Ben din adamıyım yalan söyleyemem” diyip hiç kimsenin içki içmediğini söyledi ki bu beyandan sonra adamcağızı “tayin” adı altında sürdüler. Ayrıca caminin kamera görüntüleri ortaya çıktı youtube’da henüz yasaklanmadıysa bakıp bulun. İnsanlar kan içinde… İnleyenler, yaralılar, nefes alamayan gazla boğulmuş kişiler… Bilgisayardan izlerken bile insan dehşete düşüyor. İnsanlar canını zor kurtarmış bira içecek çakırkeyif bir kişi bile yok. Yani Tayyip halka yalan söylemişti. İddiasını ispatlayamamıştı demiyorum iddiasının “yalan” olduğu ispatlanmıştı. Oysa Tayyip defalarca kez pek çok konuşmasında iddiasını ispatlayamayan kişinin “şerefsiz” ve “namussuz” olduğunu söylemişti. İkinci iddiasında “Maalesef çok önemli bir yakınımın gelinini Başbakanlık Ofisi’nin yakınında, yanında 6 aylık çocuğu, yerlerde süründürdüler, kendisini taciz ettiler, çocuğunu taciz ettiler” dedi. Bu olayı yaşadığı iddia edilen kişi (Zehra Develioğlu) ise bir gazeteciye: “Ne olduğunu anlayamadığım bir anda üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli, başları bantlı 70-100 kadar adamın ortasında kaldım. Bir kadın ‘Ne geldiyse bu ülkenin başına bunların başörtüsü üzerinden geldi, vurun şuna’ deyince, bir adam arkamdan tekme tokat vurmaya başladı. Bir taraftan ‘Bu ülkenin gerçek sahibi biziz anladınız mı ulan’ diye bağırıyorlar, bir taraftan tekmeliyorlardı. Kendime geldiğimde üzerim idrar kokuyordu. Kalktım bebeğimi bulmaya çalıştım.” dedi. Olay güya 1 Haziran’da yaşanıyor ama nedendir bilinmez hanımefendi muayene olup darp raporu almaya ertesi günü değil, onun ertesi günü de değil, onun ertesi günü de değil 5 Haziran’da gidiyor. Hatta bebeğini de o sırada muayene ettiriyor ki iddialara göre bebek arabasını parçalayıp 6 aylık bebeği de darp etmişler nedendir bilinmez 4 gün boyunca bebeği muayene ettirmek kadının aklına bile gelmiyor hay Allah. Bir anne darp edilen 6 aylık bebeği için 4 gün bekleyip de mi muayeneye gider, akıl alır gibi değil. İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nün raporunda deniliyor ki: “Sağ diz üst iç kısımda 3 adet 1.5 santimetre çapında, iç alt kısımda 1 adet 1 santimetre çapında ve sol diz üst dış kısımda 1 adet 1.5 santimetre çapında koyu mor renkli ekimozlar olduğu görüldü...’’ Şimdi raporda morlukların bacağında olduğu yazıyor oysa Z.D. gazeteci Balçiçek İlter’e kolunda morluk olduğunu söylemiş hatta İlter’in iddiasına göre kolundaki morlukları da göstermiş. Oysa birkaç gün önce görüntüler ortaya çıktı. Kabataş’ta o gün çekilen kayıtlarda bebek arabasıyla yürüyen Zehra Develioğlu’na herhangi bir saldırı yoktu. Sadece durakta eşini beklerken yanından geçen küçük bir grup birkaç saniye duruyor sonra uzaklaşıyordu. Ardından eşi gelip Develioğlu’nu alıyordu. Balçiçek İlter de: “Kabataş görüntülerini izledim. Ayıp bana ait değil. ‘Kadının beyanı esastır’ diye dinlediğim Zehra Hanım’a aittir. Açıklama yapmak zorundadır. Kabataş’ı nasıl yanılttığımı ve özrümü yarın köşemde yazacağım” dedi. Zehra Develioğlu ise kalktı “Kimseye bir şey ispat etmek zorunda değilim” dedi. Sen tut insanlara iftira at, emniyeti boş yere meşgul et sonra da kalk söylediklerini ispat etmek zorunda olmadığını iddia et. Polis 73 mobese kamerasının görüntülerini inceliyor, yetmiyor oradaki büfeci ve gazetecilerin ifadelerini alıyor, o da yetmiyor baz istasyonu kayıtlarından cep telefonlarının sinyallerine ulaşarak Z.D. nin saldırıya uğradığını iddia ettiği saatlerde orada bulunan herkesi ifadeye çağırıyor hatta şüphelendikleri kişileri Z.D.ye gösteriyor. İnsanlara atılan iftira bir yana bir de bu kadar uğraş, emek, çaba, masraf… Emniyet adeta seferber oluyor ve Z.D. bütün bunlardan sonra yaşadıklarını ispat etmek zorunda olmadığını söyleyip işin içinden sıyrılıveriyor. Bravo valla! Bu olayın yalan olduğu kabak gibi ortada. Kabataş’ta belden yukarısı çıplak ve başlarında siyah bandana giyinmiş 100 kadar kişiyi gören de yok, kamera da çekmemiş. Yani ortada bir yalan var ama Başbakan halktan özür dilemek yerine yalanda ısrar ediyor ve konuşmalarında sık sık terbiyeden ahlaktan dem vuran Başbakan, sokak serserilerinin bile konuşmayacağı bir üslupla “Adli tıp raporlarını nerenize koyacaksınız?” diyor. Terbiyeden edepten bahsedene bak hele! Senin ağzına biber sürmek lazım. Aslında aynı üslupla çok güzel bir cevap verirdim ama maalesef iki engel var: bir Tayyip gibi dokunulmazlığım yok, iki terbiyem müsait değil. Ama şunu bil ki Tayyip sana sadece bu iftiraların ve ülkeyi kaosa sürükleyişin için değil hakaretlerin için de hesap sorulacak.

12 Şubat 2014 Çarşamba

HACI HACIYI MEKKE’DE, HOCA HOCA’YI TEKKEDE, DİKTATÖR DİKTATÖRÜ NEREDE?

Geçen yıldan bir haberle başlayalım, tarih Eylül 2013. Bakın Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ne buyurmuş: Bozdağ, CHP'nin Mısır'a yapacağı ziyareti değerlendirdi. Bu ziyaretleri anlamlandırmakta zorlandığını söyleyen Bozdağ, 'Hacı Hacı ile Mekke'de; Hoca Hoca ile tekkede buluşur' sözünü hatırlatarak "Öyle anlaşılıyor ki darbeciler de Kahire'de buluşuyor." dedi. Herkes darbecilere tavır koymuşken; böylesi bir manzara karşısında, eli kana bulaşmış darbeci insanlarla görüşerek onlara meşruiyet kazandırılacağına dikkat çeken Bozdağ, demokratik bir Cumhuriyet olan Türkiye Cumhuriyeti demokrasisinin içinde yer alan bir partinin demokrasi dışı, hukuk dışı yollarla eline kan bulaşmış bir yönetimle görüşmesinin onlara meşruiyet kazandırmaktan başka biri şey kazandırmayacağını vurguladı. Şimdi “Ne var bunda?” diyebilirsiniz. General Sisi demokratik yolla seçilmiş Mursi’yi devirip darbeyle başa geçti, bu kısım doğru. Doğru olmasına doğru da… da’sı var işte. 2009 yılında yani Bozdağ yukardaki incileri söylemeden önce Türkiye’ye gelen bir darbeci de darbelere çok karşı olan o Gül ve Erdoğan tarafından ağırlanmıştı. Bu darbeci Ömer el Beşir’di. El Beşir 1989 yılında demokratik yollarla seçilen devlet başkanı Sadık el-Mehdi'yi devirecek olan askeri darbede yer aldı. Ardından tüm siyasi partileri kapadı, basını sansürledi ve parlamentoyu feshetti. El Beşir’in tek özelliği darbeci olması da değil Ömer el-Beşir soykırım, insanlığa karşı suç ve Darfur'da savaş suçu işlemiş birisi. 300 bin kişinin katili ve pek çok ülkeye girerse girdiği an tutuklanacak. Yani tam da Bozdağ’ın dediği gibi “Herkes darbecilere tavır koymuşken; böylesi bir manzara karşısında, eli kana bulaşmış darbeci insanlarla görüşerek onlara meşruiyet kazandırıldı” ama bunu yapan CHP değil Bozdağ’ın da bir azası olduğu AKP idi. Üstüne üstlük bu ziyaret uluslar arası kamuoyunda da tepkiyle karşılaşınca o darbelere çok karşı olan Erdoğan bu darbeci Ömer’i canla başla savunmuştu. Eline 300 bin insanın kanı bulaşmış bir katille el sıkışmak herhalde insanın elini bayağı kirletir, yüzünü de kızartır. Kızaracak yüz varsa tabii. Bugünlerde yine Erdoğan ve Gül ikilisi ömrünün sonuna kadar hapiste tutulması gereken bir seri katili ağırlıyorlar. Ha unutmadan bu da darbeci hem de Bozdağ’ın dediği gibi “eli kanlı bir darbeci” bu seferki katil ve darbeci misafirimiz Gambiya Cumhurbaşkanı Yahya Jammeh. Afrika'da Müslüman bir ülke olan Gambiya'da, 1994'de darbe ile yönetime gelen Jammeh, idam cezasını geri getirmiş, ülkedeki eşcinsellerin kafalarının kesilmesi emrini vermiş ve iktidar karşıtı gazetecilere ''Cehenneme gidin'' demişti. Abdullah Gül "Gambiya ile 34 milyon dolar civarında olan ticaret hacmimizi çok daha ileri seviyelere taşımak istiyoruz. Ayrıca başta turizm olmak üzere, karşılıklı yatırımlar, savunma sanayi, bilim ve teknoloji, güvenlik gibi alanlarda işbirliğimizi geliştirmeyi arzu ediyoruz. Türk müteşebbislerini bu doğrultuda her zaman teşvik ediyoruz” diyor. Bunu Gambiya Cumhurbaşkanı Yahya Jammeh onuruna Çankaya Köşkü’nde verdiği akşam yemeğinde söylüyor Gül. Dün de darbe karşıtı Tayyip, Ankara'da temaslarda bulunan Gambiya Cumhurbaşkanı Jammeh ile bir araya geldi. Başbakanlık Merkez Bina'da gerçekleştirilen görüşme basına kapalı olarak gerçekleştirildi. Bu kafa kesen katile karşı beslenen muhabbet doğrusu beni hiç şaşırtmadı. Suriye’deki kafa kesen sapıklara da tırlarla yardım gidiyor ne de olsa. Bekir Bozdağ’a tavsiyem bir daha “ilke” ve “dürüstlük” gibi kavramları ağzına almadan önce bir kere değil beş on kere düşünse iyi eder. Ne demişler, insanı vezir de eden rezil de eden dilidir.

5 Şubat 2014 Çarşamba

KESER DÖNER, SAP DÖNER; GÜN GELİR HESAP DÖNER

Erdoğan tutturmuş bir “paralel yapı” gidiyor. Aşk olsun tutabilene. Lafa gelince vatanperverliği hiç kimseye bırakmayan Erdoğan şaşırtıcı olmayan bir şekilde yine Türkiye’yi, yargıyı vs. Almanya’ya şikayet etti. Yahu sana tutumuna eleştiride bulunan bir iş adamını çok rahat “vatan haini” ilan ediyorsun ama sen ülkeni Avrupa’ya şikayet ederken vatan haini olmuyorsun. Bunu başka biri yaparsa “vatan hainliği” Erdoğan yaparsa değil. Ayrıca artık birileri Erdoğan’a 11 yıldır tek başına iktidarda olduğunu ve her şeyden şikayet etmeye hiç de hakkının olmadığını hatırlatsa iyi olur. Arkadaş sen 11 yıldır burada değil de Patagonya’da mı iktidardın? Çok fazla geriye gitmeye gerek yok. 2010 referandumundan sonra yargıya istediğin adamları yerleştirtmedin mi? Şimdi bu tasfiye neyin nesi? Savcı Öz’e şimdi olmayacak ithamlarda bulunuyorsun “O savcı dürüst değil” diyorsun. O zaman sen Ergenekon soruşturmalarını dürüst olmayan bir savcıya verdin. Akıl alır gibi değil. Danışmanın yargıdaki “paralel yapı”nın “orduya kumpas kurduğunu” söyledi. Sen de yeniden yargılanmayı gündeme getirip ona hak verdin. İyi de orduya kumpas kurulurken aklın neredeydi? Berlin’deki Alman Dış Politika Cemiyeti’nde konuşan Erdoğan, yine paralel yapı vs. dedi bir yabancı gazeteci Erdoğan’a: “Acaba şu anda mustarip olduğunuz ve karşı durduğunuz, hem yargı hem emniyette olan bu sistemi hükümet olarak siz kurmadınız mı?” dedi. “Türkiye’de mafya çete ayağını çökerten bir iktidarız biz. Daha sonra da bu tür örgütlenme ortaya çıktı. Nereden çıkarsa çıksın...” dedi. Eh yani biz de “He ya önceden müttefiktik, şimdi aramız bozuldu” demesini beklemiyorduk. Ama bu yapıyı Erdoğan kendi kurduğunu daha iki ay önce şu sözleriyle itiraf etti: "Cemaat mensupları bugüne kadar bana ne getirdi de geri gönderdim" Şimdi biz hangi Erdoğan’a inanacağız? Demek kavga etmeden önce cemaatin her istediğini yapıyordun. Yani bu “Haşhaşileri”, “sinsi virüsleri”, bu “karanlık örgüt”ü bu “paralel yapı”yı başımıza sen musallat ettin. Merkel Gezi parkı olayları sırasında yaşanan vahşeti hatırlattı ve “Protesto bir temel haktır.” Dedi. Bir gazetecinin de sorusu üzerine Erdoğan Gezi olaylarından bahsetmek yerine ilginç bir cevap verdi: “Siz Frankfurt’taki, Hamburg’daki eylemler yaşandı. Bizim polisimizle mukayese edilemeyecek şekilde görüntüler yaşandı. Bu görüntüler benim elimde var. Bunları nereye koyacaksınız?” Bu ne demek? “Evet ben vahşet yaptım, terör estirdim ama sen de yapıyorsun.” Demek değilse Allah aşkına bu ne demek? Haydi doğru olsa neyse diyeceğim. Doğru da değil Almanya’daki eylemlerde kaç kişi öldü? 10’dan fazla kişinin gözü mü çıktı? Yaklaşık yüz kişi beyin travması mı geçirdi? Binlerce kişi yaralandı mı? Hâlâ hastanede yatan var mı? Merkel sürekli nefret propagandası yapınca eli satırlı hayvanlar göstericilere saldırdı mı? Polis gaz kapsülünü insanların kafasına nişan alıp mı ateşledi. Bir iki metre ileride duran kişiyi tabancasıyla vurup öldürdü mü? Merkel göstericilere “Çapulcu, kemirgen…” şeklinde hakaret etti mi? “Komşunuzu ispiyonlayın, dava açın” dedi mi? Kısacası Almanya’daki olaylarla buradakileri birbirine benzetmek için herhalde bayağı bir yetenekli olmak lâzım. Bir katılımcının “Serbest çalışan bir medya önemli değil mi? En fazla tutuklu bulunan gazeteci Türkiye’de görünüyor” sözü üzerine Erdoğan “Türkiye’de, normal basın mensubu parmak sayılarını geçmez. Diğerleri, büyük bir çoğunluğu terör örgütleriyle ya silah yakalatmıştır ya eylem hareketindedir.” Dedi. Allah aşkına AKP iktidarı sırasında hapse giren, tutuklanan gazetecilerden hangisi bir yeri bombalamış ya da adam öldürmüş, Erdoğan bir isim de verebilir mi? Bakın Ertuğrul Özkök bugünkü köşesinde ne yazmış: BAŞBAKAN Erdoğan’la Alman Dış Politika Enstitüsü’ndeki konuşmadan sonra sohbet ediyoruz. Aramızda şöyle kısa bir konuşma geçiyor: Sayın Başbakan çok iyi görünüyorsunuz. “Bunca saldırıya rağmen hâlâ iyi görünüyorsam şanslıyız demektir.” Yumuşak bir üslupla konuştunuz. Böyle konuşunca daha güzel ve etkili oluyor. “Ben hep böyle konuşuyorum ama anlamıyorlar.” Aceba Başbakan’ın Türkiye’de hoşuna gitmeyen soru soran muhabirlere fırça atan bir ikiz kardeşi mi var? Burda hoşuna gitmeyen sorulara esip gürleyen, gazetecileri azarlayan Erdoğan Avrupa’da aynısını tabii ki yap(a)mıyor. Orası Almanya orda biraz sıkar. Orda bir Başbakan yardımcısı bir gazeteciye meslek icabı sorduğu sorusu üzerine “Ulan şeyini şey ettiğim” dese ya da bir başka Başbakan yardımcısı soru soran bir gazeteciye “Ebeni öperim” dese. Merkel gazetecileri azarlasa siyasi hayatı biter. İnsan içine çıkamaz. Ama burda yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Hele dur bakalım, Kaddafi de, Saddam da otokrattı, onlar da tek adamdı. Ama ne oldu, onları oraya çıkaran halk indirmesini de bildi. Ayakkabı kutularının da, çelik kasaların, para sayma makinalarının hesabını da, Deniz Feneri’nin hesabını da soracağız elbet. Bakalım o zaman esip gürleyebilecek misiniz?