30 Kasım 2009 Pazartesi

İSLAM'A GÖRE TEVRAT VE İNCİL DEĞİŞTİRİLDİ Mİ?

Şayet bir insan Müslüman ise "Tevrat ve İncil tahrif edildi, değiştirildi." diyemez. Tevrat ve incil değiştirildi, diyen Kuran'ı inkar etmiş olur. Oysa bir Müslüman Kuran'ın tek bir ayetini bile reddetmemeli. Bunu ben mi uyduryorum? Hayır, bunu Kuran diyor:

"...Şimdi siz Kitap'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise böyleleri azabın en şiddetlisine itilir. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir." (BAKARA SURESİ: 85)

Şimdi gelelim Kuran'a göre İncil ve Tevrat'ın tahrif edilip edilmediğine. Bir kere İncil ve Tevrat şayet tahrif edilse değiştirilse idi bu Kuran'da yazmaz mıydı? Yazardı elbette ama böyle bir bilgi Kuran'da var mı? Yok! Pekiyi İncil ve Tevrat'ın Allah kelamı olduğunu söyleyen ve onları Kuran'la eşdeğer gören ayetler var mı? Var! Şu halde bir Müslüman'ın İncil ve Tevrat değiştirilmiştir demesi küfre düşmesidir. Ve bu iddiada bulunanlar "azabın en şiddetlisine" itilecektir. Fazla uzatmayalım gelsin kanıtlar:

"O, sana Kitap'ı, önündekileri tasdikleyici olarak hak bir yoldan indirdi. Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti." (ALİ İMRAN SURESİ : 3 )

İşte Al'i imran suresi ayet üç ortada. Kuran'a göre Allah Kuran'ı Tevrat ve İncil'i tasdikleyici olarak indirmiş. Buyrunuz işte sure işte ayet bitti mi? Hayır! Devam edelim...

İsa'nın şöyle dediği de Kuran'da yazar:

"Tevrat'tan önümde bulunanı doğrulayıcıyım. Size haram kılınmış olanın bir kısmını size helal yapacağım. Rabbinizden bir mucize getirdim size. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin!" (ALİ İMRAN SURESİ : 50)

"Ardından o peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. Tevrat'tan yanında bulunanı doğruluyordu. Ona İncil'i verdik. Hidayet ve ışık vardı onda. Tevrat'tan yanında olanı tasdikleyici idi. Doğruya ve güzele kılavuzdu, takvaya sarılanlara bir öğüt." (MAİDE SURESİ : 46)

Allah Tevrat değiştirildiği bozulduğu ya da tahrif edildiği için İncil'i indirmemiş. Neden İncil'i indirmiş? Tevrat'ı doğrulayıcı olarak indirmiş. Devam edelim...

De ki: "Biz Allah'a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarına indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere iman ettik. Onlardan hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz. Ve biz O'na teslim olmuşlarız." (ALİ İMRAN SURESİ : 84)

Muhammed'e İncil ve Tevrat'a da iman ettiği söyletiliyor. İşte ayet ortada. Devam edelim...


Tevrat indirilmeden önce İsrail'in kendi nefsine haram kıldığı şeyler dışında tüm yiyecekler İsrailoğullarına helaldi. Onlara de ki: "Tevrat'ı ortaya getirin; doğru sözlü iseniz onu okuyun." (ALİ İMRAN SURESİ : 93)

Kuran'da Tevrat'ın hakemliğine başvurulması öğütleniyor. Hiç Tevrat değiştirilmiş olsa Allah bunu söyler mi? Devam edelim...

"Biz indirdik Tevrat'ı, biz. İyiye ve güzele kılavuz var onda, ışık var..." (MAİDE SURESİ : 44 )

Bilmem bu ayet için bir şey demeye gerek var mı.

De ki: "Ey Ehlikitap! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni tam uygulamadıkça hiçbir şey değilsiniz." Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun küfür ve azlığını elbette artıracaktır. Küfre batan topluluk için tasalanma artık. (MAİDE SURESİ : 68)

Hiç Tevrat ve İncil değiştirilmiş olsa bu ayet olur muydu?

"Sırtlarına Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların durumu, kutsal kitap parçaları taşıyan eşeğin durumuna benzer. Allah'ın ayetlerini yalanlayan topluluğun vücut verdiği örnek ne kötüdür! Allah, zulme sapmış bir topluluğu doğruya ve güzele ulaştırmaz." (CUMA SURESİ : 5)

"İncil bağlıları Allah'ın onda indirdiğiyle hükmetsinler. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler sapıkların ta kendileridir." (MAİDE SURESİ : 47 )

Pekiyi neden İncil ve Tevrat'ın tahrif edildiği iddia edilir? Çünkü Bu üç din arasında çelişkiler vardır. Örneğin Hıristiyanlıkta şarap günah değildir, domuz eti yenilebilir vs. İşte bu çelişkiyi örtbas etmek için bazı Müslümanlar Tevrat ve İncil'in tahrif edildiğini iddia eder ve anında dinden çıkarlar.

6 Ekim 2009 Salı

TAHRİM SURESİ

Tahrim Suresi:
Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Tahrim Suresi, 1)
Allah, yeminlerinizin (keffaretle) çözülmesini size farz (veya meşru) kıldı. Allah, sizin mevlanız (sahibiniz, yardımcınız)dır. O, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tahrim Suresi, 2)
Hani Peygamber, eşlerinden bazılarına gizli bir söz söylemişti. Derken o (eşlerinden biri), bunu haber verip Allah da ona bunu açığa vurunca, O da (Peygamber) bir kısmını açıklamış bir kısmını (söylemekten) vazgeçmişti. Sonunda haberi verince (eşi) demişti ki: "Bunu sana kim haber verdi?" O da: "Bana bilen, (herşeyden) haberdar olan (Allah) haber verdi" demişti. (Tahrim Suresi, 3)
Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalpleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. (Tahrim Suresi, 4)
Belki onun Rabbi, -eğer o sizi boşayacak olursa- ona yerinize sizlerden daha hayırlı Müslüman, mü'min, gönülden itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler' verir. (Tahrim Suresi, 5)
Aslında bu Tahrim suresi üzerine yorum yapmaya bile gerek yok. Durumun tam bir kepazelik olduğu sadece surenin ilk beş ayetini okuyunca ortaya çıkıyor. Muhammed karılarıyla bir anlaşmazlık yaşıyor ve karılarıyla yaşadığı bu anlaşmazlık sonucu hoop hemen gökten ayet iniyor ve Allah melekleriyle ve Müminlerle beraber Muhammed’in arkasında olduğunu söylüyor ve o sizi boşarsa ben ona avrat da bulurum, diyor. Koskoca Allah’ın başka işi kalmadı Muhammed’in karılarını azarlıyor hem de sizi boşarsa ben ona başka karı veririm diyor.
Peki nedir mesele bu ayetlerin iniş sebebi nedir? İki rivayet vardır biriyle ilgili olarak Elmalılı tefsirinde şunu diyor:
“Hz. Peygamber'in hanımlarından birinin yanında bir bal şerbeti içmiş olmasından dolayı diğer hanımların söz birliği ederek, magafir (kötü kokulu bir ağaç zamkı) kokuyor diye latife yapmaları üzerine peygamber'in bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etmiş olmasıdır.Buhari'de Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadis vardır :

Resulullah Zeyneb'in yanında bal şerbeti içer ve onun odasında daha fazla dururdu. Ben ve Hafsa, peygamber hangimize gelirse "Magafir mi yedin ? Senden magafir kokusu alıyorum" diyelim diye konuştuk. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki "Hayır Zeyneb'in yanında bal şerbeti içmiştim, öyle ise daha da içmem, işte yemin ettim. "Bunu kimseye söyleme”
Bunun üzerine o denli bir anlaşmazlık çıksın da Muhammed karılarını boşamakla tehdit etsin de ayet insin Allah ve melekleri Muhammed’in arkasında vs. desin. Hadi canım, çok inandırıcı(!) Fakat bir rivayet daha var. Kimi kaynaklarda bu da geçer, her ne kadar Müslümanlar bu ikinci inanmak istemeseler de asıl neden işte budur, Muhammed’in bir düzine karısı var her gün biriyle yatıyor. Bir gün sıra Ömer’in kızı Hafsa’dayken Muhammed Hafsa’yı evde bulamıyor ve burada ben susuyorum bir İslam alimi konuşuyor, bakalım Taberi ne diyor:
“Gün, Muhammed'in hanımlarından Hafsa'nın günüydü. O gün Muhammed, Hafsa'yla cinsel ilişkide bulunmak üzere kalkıp evine gider. Ama Hafsa'yı evde bulamaz. Tam o sırada, bir zamanlar, Mısır Mukavkısı'nın kendisine armağan ettiği cariyelerden Mariya çıkagelir. Muhammed, cariyeyi Hafsa'nın yatağına atar ve işini görmeye başlar. Muhammed'in, cariyesiyle yatması doğaldır. Kur'an da, hanımlarının dışında cariyeleriyle de yatmasına olanak verilmiştir. (Bkz. Ahzab Suresi, ayet: 50, 52.) Ne var ki cariyeyle özgür (hurre) olan bir kadının, üstelik Ömer kızının, Hafsa'nın yatağında beraber olmaktadır . İşte bu olağan değildir. Terslik bu ya, o sırada, Hafsa da çıkagelmiştir. Muhammed'in Mariya ile ilişkisini görünce büyük tepki gösterir: - "Tann Elçisi! Sen beni kötü duruma düşürdün, aşağıladın. Öyle birşey yaptın ki, benzerini hiçbir karına yapmadın! Benim günümde, benim sıramda ve benim yatağımda bir cariyeyi yatırıp yapıyorsun!"
Sonra Muhammed'le Hafsa arasında şu konuşma geçer: - "Hafsa! Marya'yı kendime haram etsem de ona bir daha yaklaşmasam; bundan hoşnut olur musun? - Evet!

Muhammed: "Vallahi Billahi Mariya ile bir daha yatmayacağım!"
Muhammed hemen ant içmiştir. - Hafsa! Aramızda kalsın, bunu sakın kimseye söyleme, olmaz mı? - Tamam! Ne var ki, Hafsa bu durumu Aişe'ye anlatır. (Bkz. Taberi, Camiu'l-Beyân, 28/102.)
Muhammed bir süre sonra karılarının tavırlarındaki değişiklik nedeniyle Hafsa’nın bunu Ayşe’ye anlattığını anlar. Bunun üzerine de karılarını tehdit eder. Olay bu kadar basit. Bugün bir milyardan fazla insanın iman ettiği bir dinin kutsal(!) kitabındaki şu kepazeliğe bakın. Karısını aldatan Muhammed ama azarlanan ayıplanan Muhammed değil de Muhammed’in karıları. İnsanın cinsel hayatını bile böyle herkese okunan bir kitapta söz konusu etmesi için bilmiyorum ne olması lazım. Ah benim Müslüman kardeşlerim ah, ne var biraz şu Kuran’ın Türkçesini okusanız…

30 Ağustos 2009 Pazar

ALEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN RESULULLAH

İslam’da Kuran’dan sonra en değerli kaynak nedir? Buhari Hadisleri. İslâm’da Buhari hadislerinin en güvenilir kaynak olduğunu tartışmak abesle iştigaldir. Bakalım sahih bir hadise göre Resulullah hazretleri çobanını öldürüp devesini çalmaya çalışan hırsızlara ne ceza vermiş?

Fasıl : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Kısas
Ravi : Enes b. Mâlik
Başlık : HÂRRE VAK`ASI
Hadis : Şöyle demiştir: Ukl veya Ureyne kabîlelerinden bâzı kimseler (Medîne`ye) geldiler. (Tutuldukları) mîde ağrısından (veya istiskâ hastalığından) dolayı Medîne`de ikâmet etmek istemediler. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (Beytü`l-mâl-i Müslimîne âid) sütlü develerin bulunduğu yere gidip develerin bevillerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. (Oraya) gittiler. Sıhhat bulunca Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in çobanını öldürüp ve develerini önlerine katıp götürdüler. Bu haber sabah vakti geldi. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) arkalarından (adam) koşturdu. Gün yükselince herifleri getirdiler. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem kısâs olarak) ellerinin, ayaklarının kesilmesini emretti. (Bu cânîlerin) gözleri de oyulup Harre (denilen yere) atıldılar ki (ölünceye kadar) su istediler de kendilerine su verilmedi.
HadisNo : 172

Şimdi burada adamlar çobanı katletmiş elbette öldürülmeleri kısas gereği denilebilir. Fakat Muhammed bu işi kalplerine kılıç saplayarak ya da başlarını kestirerek yapabilirdi. Kollarını ve ayaklarını kestirip gözlerini oydurup güneşin altında ölüme terkedilmeleri nasıl bir insafa sığar? Her nedense davranışlarını hadislere göre ayarlayan ( Mesela günde 5 vakit namaz hadis üzeredir. Kuran’da namaz günde üç vakittir) hadislere uygun yaşayan Müslümanlar bu tarz işlerine gelmeyen hadisleri büyük bir rahatlıkla reddedebiliyorlar. Ama “yok yok” demekle yok olmuyor işte. Artık 21. yüzyıl kafası 21. yüzyıl aydınlanması bir şeyleri değiştiriyor internetin de sayesinde dinlerdeki vahşeti ve pisliği gören insanların sayısı gün geçtikçe artıyor Turan Dursun öldü ama ardından binlerce Turan Dursun yetişti. Dinler tarihin çöplüğünü boylayacaktır bloğumda sildiğim küfürlü mesajlar da can çekişen bir dinin inanırlarının ağzından çıkan son feryatlarıdır. Devam edin küfürlerinize bu ancak beni daha da motive edecektir.

25 Ağustos 2009 Salı

23 Ağustos 2009 Pazar

MUHAMMED KURAN'I NASIL YAZDI?

Muhammed’in vahiy kâtipliğini yapanlar genellikle eski Hıristiyan ve Yahudilerdi. Bunlar Muhammed’e kendi dinlerine dair her şeyi öğretirdi. Bunlardan, Bel'am, Yeiyş, Abisâ, Yesara, Cebra, Selman Farisi, Abdullah bin Selam en bilinen yardımcılarıdır. Muhammed’in ayrıca ticaret yaptığını Suriye’ye gittiğini kervanlara komuta ettiğini ve gezip gördüğü yerlerde de din alimlerinden çok şey öğrendiğini de düşünürsek onun eski mitolojilere değişik dinlere aşinalığı olduğunu fark edebiliriz. Zâten Mekke ahalisi de bunun farkındaydı. Muhammed’in Allah’tan indiğini iddia ettiği Kuran ayetlerine eskilerin masalları diyorlardı ki bu Kuran’da da yazar:

ENFAL SURESİ : 31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!"

FURKAN SURESI : 5 Dediler ki: "Öncekilerin masallarıdır bu. Birilerine yazdırdı onu. O ona sabah-akşam birileri tarafından yazdırılıyor."

Şimdi bir de Nahl 103’e bakalım: And olsun ki: 'Ona elbette bir insan öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kuran ise fasih Arapça'dır.

Elmalılı’nın Nahl 103 tefsirinden yaptığım alıntıya da bakalım:
Mekke'de Amir b. Hadra'mî'nin "Cevrâ" veya "Yeîyş" adında Rum asıllı bir kölesi varmış, okuma-yazma bilirmiş ve kitap ehli imiş. Herkesi İslâm'a davet eden Allah'ın elçisi bazen Merve'de onu meclisine alır konuşurmuş. Kureyş müşrikleri buna kızar, Kur'ân'ı Muhammed'e bu hıristiyan öğretiyor diye alay etmek isterlermiş. Bir de Cebrâ ile Yesâra adlarında iki Rum, Mekke'de kılıç yaparlar, aynı zamanda Tevrat ve İncil okurlarmış, Hz. Peygamber arasıra bunlara uğrar, okuduklarına rast gelirse dinlermiş. Bazıları da bunu bahane etmek istemişler. Bir de Huveytıb b. Abdü'l-'Uzzâ'nın kölesi Abisâ kitaplara sahib imiş, müslüman olmuş, bunu gören müşrikler, "İşte Muhammed'e bu öğretiyormuş" demeğe kalkışmışlar. Bir de Selmân-ı Fârisî'den bahsedilmiştir.

İşte Nahl 103’te Muhammed Kuran’ı bu kişilerden öğrendikleriyle yazdırdığını inkâr ediyor ve Rumların dilinin yabancı olduğunu oysa Kuran’ın Arapça olduğunu söylüyor. İyi güzel de bu adamlar hiç Arapça bilmese bile yıllarca Kervanların başına geçen Rumlarla ticaret yapan Muhammed Rumca bilmiyor muydu? Üstelik tefsirde Muhammed’in Yeiyş ile konuştuğu ve Cebrâ ile Yesâra’nın Kuran ve Tevrat okumalarını dinlediği yazılı. Muhammed herhalde okunanları anlıyor ki gidip dinliyor. Temel alınan kaynağın da bir Müslüman tarafından yazılmış olan tefsir olduğuna dikkati çekeyim.

Abdullah b. Selâm, Medine Yahudilerinin ileri gelen âlimlerinden biri idi. Büyük bir âlim olan babası Selâm'dan birçok şeyle birlikte, Tevrat'ı ve tefsirini de öğrenmişti. Şimdi İslami bir siteden yaptığım alıntıya bakalım:
Medîne'de bir takım Yahûdî topluluğu Resûlullaha gelerek dediler ki:

- Senin getirdiğin dinde recm var mıdır?

Resûlullah efendimiz de onlara sordu:

- Recm cezâsı hakkında Tevratta ne yazıyor?

- Tevratta recm cezâsı yoktur.

Abdullah bin Selâm Yahûdîlere dedi ki:

- Yalan söylüyorsunuz! Tevratta recm âyeti vardır.

Bunun üzerine Tevratı getirip açtılar. Yahûdîlerden birisi elini recm âyetinin üzerine koyarak bundan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona:

- Elini kaldır! dedi.

O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman Yahûdîler dediler ki:

- Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru söyledi. Tevratta hakikaten recm âyeti vardır.

Bayağı ilginç Muhammed cevap vermek yerine neden Tevrat’ı soruyor, bu bir kenara Muhammed’in hemen yanında olan kişilerden biri Abdullah bin Selam’ın Tevrat bilgisinin ne kadar iyi olduğunu da görüyoruz. Abdullah bin Selam da babası gibi din alimi bir Yahudi’ydi.

Selman Farisi ise önce Zerdüşt bir İranlıydı daha sonra Hıristiyan olmuştu en sonunda Müslüman olan Selman’ın Muhammed’e çok faydası dokunmuştu. Zerdüştçülük dininin peygamberi Zerdüşt’ün de tıpkı Muhammed’in miracı gibi kalbini yıkayan bir melekle göğe yükseldiğini hatırlatmakta fayda var. Selman Zerdüşt dinini ve Hıristiyanlığı çok iyi bilirdi. Bilgisi ve ilmiyle çokça övülen Selman’a ve ekibin diğer üyelerine Muhammed çok şey borçludur.

11 Ağustos 2009 Salı

KURAN'DA MUHAMMED'İN KONUŞTUĞU AYETLER

Kuran’ın içindeki çelişki ve mantıksal tutarsızlıklar onun tanrı katından gelen bir kitap olmadığını pekâlâ ortaya koymaktadır bundan başka bir de Kuran’da bazı yerlerde Muhammed gaf yapmıştır ve Allah değil de Muhammed’in konuştuğu bariz bir şekilde ortadadır.

EN'ÂM – 114’e bakalım mesela. Diyanet İşleri’nin eski bir çevirisine bakalım önce:
“Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?' Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!”

Burada gördüğünüz gibi Allah’tan 3. şahıs olarak bahsediliyor. Ayrıca “O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?” diye konuşanın da Allah değil Muhammed olduğu apaçık ortadadır. Diyanet daha sonra Kur’an üzerine tartışmalar vs. olunca bu gerçeği gizlemek için bakın ne yaptı. Kuran çevirisinde tahrifat! Evet sırf Kur’an’daki bu açığı kapatmak için Kur’an’da olmayan kelimeleri sureye parantez içerisinde ekleme yoluna gidildi:

“Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.”

İşte ayetin orijinali, okunuşu ve kelime kelime anlamı:

أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا ۚ وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ
يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ

E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassala(mufassalan), vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).

1. e fe gayre allâhi : artık, Allah'tan başka mı
2. ebtegî : arayayım, arıyorum
3. hakemen : bir hakem, hüküm veren
4. ve huve ellezî : ve o ki
5. enzele : indirdi
6. ileykum : size
7. el kitâbe : kitabı
8. mufassalan : açıklanmış olarak
9. ve ellezîne : ve onlar ki
10. âteynâ-hum : onlara verdik
11. el kitâbe : kitap
12. ya'lemûne : biliyorlar
13. enne-hu : onun ..... olduğunu
14. munezzelun : indirilmiş
15. min rabbi-ke : senin Rabbinden
16. bi el hakkı : hak ile
17. fe : o halde
18. lâ tekûnenne : sen sakın olma
19. min el mumterîne : şüphe edenlerden

Görüldüğü gibi ayette “de” kelimesi yok.

Peki söz konusu olan sadece EN'ÂM – 114 mü? Şimdi Diyanet’in TEVBE – 30 mealine de bakalım:
“Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” Aceba bu ayette “Allah onları kahretsin!” diye beddua eden Allah mı yoksa Muhammed mi?

Gelelim Hûd suresine… Hûd suresinin ilk iki ayetinin eski çevirisine bakalım:
“Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hakim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap'dır. Ben size, O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.”
Bu Diyanet’in eski mealidir. Görüldüğü gibi burada da Allah değil Muhammed konuşuyor. Diyanet bu ayetteki tuhaflığı da fark ediyor ve daha sonra yukarıdaki kırmızıyla yazılan cümlenin başına parantez içinde bir “de ki” ekliyor ki ayetin orijinalinde bu “de ki” yok.

ZÂRİYÂT suresi 50. ve 51. ayetlerin mealine bakalım şimdi de:
“O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı Allah’ın kendisi mi Muhammed mi işte Muhammed bu ayetlere de “de ki” koymamış ve Diyanet henüz buralardaki sakatlığa ayıkıp “de ki” eklememiş.

MUNÂFİKÛN – 4’e de bir bakalım:
“Onlara baktığın zaman cüsseleri hoşuna gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin; tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler; her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar; onlar düşmandır, onlardan çekin; Allah canlarını alsın, nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar.”
Burda da “Allah canlarını alsın” diye konuşup beddua eden şüphesiz ki Allah değil Muhammed.

Gelelim TEBBET – 1’e:
“Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.”

Allah beddua edemeyeceğine göre bu sözde Muhammed’e ait. İşte Kuran’da Tanrı sözü olmadığı kesin olan ayetlerden bir demet.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

8 Ağustos 2009 Cumartesi

SALİH'İN DEVESİ

Salih peygamberin Semud kavmine gönderilişi ve kavmini bir deve vasıtasıyla imtihan edişini anlatmadan önce Salih peygamberin bu imtihanının Kuran’da kaç kez anıldığına bakalım. Bu olay Kuran’da altı ayrı surede tam altı kez anlatılır. Bu sureler: Araf, Şuara, Hud, İsra, Kamer ve Şems sureleridir. Malumunuz olduğu üzere Kuran’ın yazılışı 22-23 yıl sürmüştü, belki de bu süre içinde Muhammed Salih’i ve mucize devesini anlattığını umutup tekrar tekrar anlatmıştır yoksa böyle bir şeyin neden altı kez anlatıldığını başka türlü açıklamaya çalışmak ancak aklını cebine koyup Kuran’daki bir mantık dışılığa kılıf uydurmadır.

Bakalım şimdi şu Salih’in mucize devesi Araf suresinde nasıl geçiyor:
Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab yakalar" dedi. (73)
• "(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." (74)
• Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. (75)
• Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (76)
• Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vaadettiğin şeyi getir, bakalım." (77)
• Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (78)
• O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz." (79)

Diğer surelerde de olay ancak bu kadar anlatılır. Şimdi Kuran her ne kadar apaçık bir kitap olduğu çeşitli defalar vurgulanmış olsa da bu ayetlere bakıp olayı tam olarak anlamak mümkün değil. Mesela deve neden bir mucizedir deve her yerde görülebilen bir hayvanken bu olaydaki devenin mucize oluşu nerden kaynaklanır? Buna Kuran’da bir cevap bulamayız. Bu yüzden Araf suresini anlamak için İbn Kesîr’in tefsirine bakmak lazımdır. Tefsir bildiğiniz gibi hadislere dayanarak yapılmaktadır. Ve İbn Kesîr’in tefsiri okununca bu sure anlaşılır olmaktadır.

İbn Kesîr’in tefsirine göre kavmi Salih’ten kendilerine bir mucize göstermesini isterler. İstedikleri mucize de şudur, bir kayayı gösterirler işte bu kayadan karnı aç ve on aylık gebe bir deve çıkarsa sana inanırız, derler. İşin tuhaflığına bakın, istenen mucizeye bakın; mucize istesem ne bileyim bir hayvanı konuştur derim, gökten taş yağdır derim, ağzından alev çıkar derim ama kırk yıl düşünsem kayanın içinden deve çıkar demek aklıma gelmez. Ayrıca neden deve gebe olacak onu da anlamış değiliz. Her neyse devam edelim. Salih kalkıp namaz kılıyor, dua ediyor sonra da kaya hareket etmeye başlıyor ve yarılıyor kayanın içinden on aylık hamile bir deve çıkıyor. Deve daha sonra yavrusunu doğuruyor bir gün deve bu kavmin kuyusundan su içiyor bir gün de Semud kavmi o kuyudan faydalanıyordu. Devenin kuyudan su içtiği gün semudlular deveyi sağıp devenin sütünü içiyorlardı. Bir gün kuyuyu bir gün deveye verip bir gün kendileri kullanmak yerine her gün kuyuyu kullanmak için deveyi boğazlamaya karar veriyorlar. Ve bir gün Semud kavminden dokuz kişi devenin sudan dönüşünü bekliyorlar ve sonra da deve görününce saldırıp onu boğazlıyorlar. Yavrusu kaçıyor fakat peşine düşüp annesiyle birlikte onu da boğazlıyorlar. Salih deveyi boğazladıklarını görünce ağlıyor ve “Yurdunuzda üç gün daha kalın…” diyor. Deveyi öldürdükten sonraki ilk gün tüm Semud kavminin yüzleri sapsarı oluyor; ikinci gün yüzleri kıpkırmızı olur; üçüncü gün ise yüzleri kararıyor; dördüncü gün “Güneş doğdu ve gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Canları çıktı ve bir saat içinde hepsi helak oldu.”

Her şeyden önce kayanın yarılıp içinden deve çıkması bir saçmalık, suratlarının üç gün boyunca Almanya bayrağının renklerine bürünmesi (sarı, kırmızı, siyah) ayrı bir zırvalık en az bunlar kadar saçma olansa kayanın içinden deve çıkaran adamı dinlemeyip hiç korkmadan deveyi öldürebilmeleri. Bir masal kitabı için bile bu kadar saçmalık fazla günümüzden 14 asır evvel çölde yaşayan cahil insanlar Kuran için “eskilerin masalları” diyor. Bu Kuran’da bile geçer:

ENFAL SURESİ : 31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!"

KALEM SURESİ : 15 Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!"


Yazık ki 14 asır önce sağlıklı bir beynin düşünebildiğini din afyonu yemiş 21. yüzyıl beyni idrak edemiyor ve Kuran denen masal kitabına iman ediyor.

24 Temmuz 2009 Cuma

KUR’AN’DA MUSA İLE HIZIR’IN BULUŞMASI

Kur’an’ın Kehf suresinde Musa Hızır’la buluşmak üzere yanında bir gençle yola çıkar. Şimdi biraz şu sureye bakalım:
Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: “Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim.” Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti. (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi. (Genç adam): Gördün mü! Dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.(60-64)

İki denizin birleştiği yer neresidir? Musa neden durup dinlenmeyecek? Balıklarını unuttular bahsinde bu balıklar yemek için mi eğer yemekleriyse bu yemek nasıl denize atlayıp bir yol tuttu yok balıklar canlıysa adam elinde akvaryumla mı yolculuğa çıkmıştı? Musa’nın “İşte aradığımız o idi” dediği şey ne? Neden geri döndüler?

Gördüğünüz gibi Allah’ın apaçık olduğunu çeşitli yerlerde üstüne basa basa tekrar ettiği Kur’an’ın bu ayetleri hiç de açık değil.
(…. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır./Bakara-118; …Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir./Maide-15; …apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar./Yusuf-1 … Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler./Bakara-187)
Zannedersem Kur’an’ın “apaçık” olduğu iddiasının Kur’an’da yer aldığını göstermek için bu kadar delil yeter.

Şimdi tekrar Musa ile Hızır’ın buluşması olayına dönelim.

Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem. (O kul): Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Hızır) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi. (Hızır:) Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi.(Kehf 65-73)

Bir gemiye biniyorlar lakin neden biniyorlar ve gemi sahibi onları neden gemisine alıyor bilinmez. Hızır geminin tabanını delmekle meşgulken gemidekiler Hızır’ın tek başına aşağı inmesine neden müsaade etmiş, nasıl kimse bu tanımadıkları adamdan şüphe duymamış ve Hızır geminin tabanını deldiği halde gemi nasıl batmamış bunlar da muamma tabii ki. Yine devam edelim:

“Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın! (Hızır:) Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın. Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi. (Hızır) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim." "Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı." "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." (Devam etti): "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." "Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."

Hele şuna bakın siz, gemiyi delmiş ki sağlam olursa hükümdar el koyuyormuş yahu gemi nasıl batmadı nasıl karaya çıktınız gemi delik delik yoluna devam mı etti bu nasıl iş böyle? Bunu geçelim çocuğu neden öldürdü. "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." Diyor Hızır. Yani bir ihtimal üzerine, daha gerçekleşmemiş bir olasılık yüzünden Allah çocuğu öldürtmüş. İyi de o zaman Allah bu çocuğa hidayet verseydi çocuk iyi biri olsaydı daha henüz günahsızken bir suçu yokken ilerde ana babasını azdırma ihtimalinden korkarak çocuk öldürülür mü? Kaldı ki Allah Kuran’ın çeşitli surelerinde dilediğinin kalbini açıp hidayete erdirdiğini dilediğini saptırdığını kendisi söylüyor. Çocuğu neden iyi bir insan yapmak yerine hem saptıracak hem de sapıp ana babasını da azdırmasın diye öldürtecek? İstese çocuğu pekala doğru yola sevkedebilir. ( Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir./ Fatır-8) Diyelim ki Allah bu çocuğu öldürmeyi kafasına koymuş, neden derede boğmuyor, ağaçtan düşürmüyor da Hızır çocuğu öldürüyor? Bir peygambere kiralık katil gibi küçük çocuğu öldürtmek de neyin nesi?

Peki Hızır neden yaptıklarını açıklamıyor? Neden Musa’nın soru sormasını hoş karşılamıyor? Aynı surede şöyle bir ifade de var: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.(Kehf-54) İşte şimdi daha iyi anlaşılıyor ki insanlar tartışmasın, insanlar konuşmasın, soru sormasınlar işte istenen bu. Sus, sorgulama ve itaat et. Özgür düşünceyi ifade özgürlüğünü yüzyıllarca Sokratesler, Voltaireler, Hallacı Mansurlar, Pir Sultan Abdallar, Wilhelm Reichlar savunsun ama Kur’an gelsin yüzlerce yıl insanların uğruna neler verdiği sorgulama özgürce düşünme ve tartışmayı boğsun. Bakın şu ayetin üstüne bilmem artık yoruma gerek var mı: Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. (Bakara - 108)

19 Temmuz 2009 Pazar

AKILDIŞI AYETLER

Bugün Dünya’nın yuvarlak olduğunu artık biliyoruz. Bakalım 1.400 yıl önce yazılan Kuran’a göre de Dünya yuvarlak mıymış.

Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? (NEBE/6-7)

O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.(RA'D - 3)

Görüldüğü gibi Kuran’a göre yeryüzü düz. Tabii Muhammed o zamanların Arabistan’ında nerden bilsin Dünya’nın yuvarlak olduğunu.

Şimdi devam edelim. Nebe suresinde gördüğümüz gibi düz yeryüzünde dağlar birer kazıkmış. Peki Allah bu kazıkları çakmaya neden ihtiyaç duymuş?

Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. (NAHL15-16)

Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.( ENBİYÂ - 31)

Allah dağları deprem olmasın diye yaratmış. Eh Muhammed de Arap yarımadasında pek deprem görmemiş olsa gerek. Oysa bir yer dağlıksa orda deprem olmaz diye bir şey yok. En basitinden Doğu Anadolu bölgemizi örnek verelim, dağlık bir bölgedir ve depremler görülür.

Dahası gökyüzü yani bir gaz tabakası olan atmosfer başımızın üstünde duran bir tavan gibi düşünülmüş. Bakalım.

Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.( LOKMÂN - 10)

Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.( HACC - 65)

Demek ki neymiş, Allah bıraktığı gibi gökyüzü kafamıza düşermiş.

Komedi bitmedi dahası var...

BAKARA SURESİ: 65 Yemin olsun, içinizden Cumartesi gününde azgınlık yapanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: "Aşağılık maymunlar oluverin."

Gelelim ayetin hikmetine güya İsrailoğullarından bir grup deniz kenarında bir kasabada yaşıyormuş. Bu topluluk balıkçılıkla geçinirmiş. Sizinde bildiğiniz gibi cumartesi Musevilikte tatil günüdür. O gün İsrailoğullarının herhangi bir iş yapmalarını rab yasaklamıştır. Bu İsrailoğulları diğer günler balık avlayıp Cumartesileri avlamıyorlarmış. Lakin balıklar durumu fark etmişler ve diğer günler o tarafa uğramaz olup Cumartesi günleri akın akın gelmeye başlamışlar. Garipler de ne yapsın cumartesi günü balık avlamışlar ama bu cumartesi yasağını deldikleri için Allah çok öfkelenmiş ve bir hokus pokusla onları maymuna çevirmiş. Ne kadar inandırıcı değil mi Kurbağa Prens masalı bile bundan daha mantıklı ne yazık ki din afyonunu yiyen bir beyin bunun bile gerçek olduğuna inanmaktadır.


Günümüzde biri cinlerle, kuşlarla, karıncalarla konuştuğunu söylese dahası rüzgarın sırtına binip uçtuğunu iddia etse herhalde iki beyaz önlüklü kolları bağlı gömleği giydiğdiği gibi doğru tımarhaneye götürür. Bir insanın hiç kuşlarla cinlerle konuşması karıncaların sohbetini dinlemesi olacak iş midir?

Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”( NEML /17-19)

Rüzgar şoförü cinler dalgıcı olmuş beyzadenin.
Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz. Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.( ENBİYÂ /81- 82)

Sıkı durun sinekten yağ çıkarmaya meraklı İslamcıların bir uydurması da şu Kuran'da hani Süleyman rüzgarın üstüne atlayıp uçuyor ya eee.... işte orda uçak teknolojisine işaret ediliyor. Bu bir Kuran mucizesi vay anasınıı... Akıldışı saçma sapan bir ayetten bile bu şekilde sebeplenmeye kalkmak artık sinekten yağ çıkarmak, deyiminin bile yetersiz kaldığı bir durum. Pamuk Prenses masalında Pamuk Prenses elme yiyip bayılıyor prens de onu uyurken öpüyor ya işte orda da Nuri Alço'ya işaret ediliyor o da bir mucize!


BAKARA SURESİ: 259 Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum."

Birisi harap bir şehre giriyorve Allah'ın ölümden sonra dirilteceğinden kuşku duyuyor bunun üzerine ne oluyor? Allah adamı yüzyıl uyutuyor eşeği çürüyüp iskelet oluyor sonra onu uyandırıyor ve eşek iskeletine et giydiriyor ve işte karşınızda eşek. Vay gidi eşşek vay eşşek... Buna inanmak için acep ne olmak gerek?

Bu masalın saçmalığını bir yana bırakalım. Allah bir tek kişiye ispatlamak için bunu yapmış şu an tv var radyo, gazete var böyle tek bir mucizeyle Allah tüm dünyayı Müslüman yapabilir ama nedense kendine inanmamız karşılığında Cennetler huriler bahşeden, inanmamamız halinde bizi ateşte yakacak derecede kibirli ve takıntılı Allah inanmamız için bize böyle bir mucize göstermiyor. İşte Kuran böyle saçmasapan masallarla insanları uyutan, insanın aklını adeta iğfal eden, düşünmeyi ve aklı dışlayan öykülerle müminleri akletmekten ve sorgulamaktan uzak itaatli robotlar olarak terbiye etmektedir.

9 Temmuz 2009 Perşembe

PUTPEREST BİR RİTÜEL: HACC

Hacc sizlerinde bildiği gibi İslamiyet öncesi de var olan bir gelenekti. Küçük bir farkla İslamiyetten önce Hac çıplak yapılırdı. Hac'da okunan telbiye de İslam'dan önce yine vardı. Şu şekildeydi:

"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sadeyk.
Ma ehabbena ileyk"

Buyruğundayım, Allahım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var! O da senindir!

İslamiyet'ten sonra değiştirilerek şu şekilde okunmaya başlandı:

"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek."

“Buyruğundayım Allahım, buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne, ortağın yoktursenin , buyruğundayım,
Hamd ve nimet senindir, ortağın yoktur senin!”

Mekke'nin fethi sonrasında Muhammed Kabedeki putları bir bir kırıp bir tekine dokunmamıştır: Hacer-ül Esved. O taşı bugün hacıların öpüp okşadığını biliyoruz. Nedeni de Muhammed'in bu taşı öpüp okşamasıdır. Bu taş çok kutsal çok önemli olmalı ki Muhammed bunu bırak yok etmeyi saygı göstererek bu putu okşayıp öpmüştür. Bunu Kütübü Sitte'den iki hadisle de ispatlayalım:

1315 - Ebu Davud ve Nesai'deki bir rivayet soyledir: "(Ibnu Omer) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), (tavafin) her savtinda rukn-i Yemani ve Haceru'l-Esved'i istilam etmeyi terketmezdi."
Ebu Davud, Menasik 48, (1876); Nesai, Hacc 156, (5, 231).

1316 - Buhari ve Nesai'de gelen bir diger rivayet soyle: "Bir adam Ibnu Omer (radiyallahu anhuma)'e Haceru'l-Esved'i istilam etme hususunda sormustu. Su cevabi aldi:
"Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder hem de oper gordum..."
Adam tekrar sordu: "Pekala, sikisacak olsam, bana galebe calacak olsalar, (ne yapayimIbnu Omer (radiyallahu anhuma) kizgin bir eda ile: "Sorusu Yemen'de batasica, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder, hem oper gordum."
Buhari, Hacc 60; Nesai, Hacc 155, (5, 231).

Kabe 7 kez tavaf edildikten sonra Safa ile Merve tepeleri arasında da 7 kez koşarak gidilip gelinir buna "say" denir. Bu da hem İslamiyet'ten önce vardır hem de daha sonra İslam'da devam etmiştir. Bu iki tepe bir nevi puttu ve bu ikisi arasında koşmak da putlara yapılan ibadetti. Say edilmesinin İslamiyet'te bile sürdürülmesi önce Ashabtan bazı kişilerin tepkisini bile çekmişti.

Câhiliye döneminde Safa ile Merve tepeleri üzerinde iki put bulunmaktaydı. Umretul-Kaza esnasında müslümanlar; "Bu iki tepe arasında nasıl tavaf ederiz? Çünkü biz cahiliye döneminde bu iki put için burada sa'y ederdik. Şimdi biliyoruz ki putlara saygı göstermek ve Allah'dan başka her hangi bir şeye ibadet için yönelmek O'na şirk koşmaktır. Bu iki taş arasında tavaf etmemiz de bunlardan biridir. Allah tarafından bugün İslâm gelmiş bulunmaktadır. İbadet kastıyla onunla birlikte başka bir şeyi yüceltmek için bir yol bulunmamaktadır" diyerek, sa'yetmekten çekindiler. Bunun üzerine; "Muhakkak ki Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir..." âyeti nâzil oldu (İbn Cerir et-Taberî, Câmiu'l Beyân, Mısır 1968, II, 45)

Muhammed şayet putperest bir gelenek olan Haccı kaldırsaydı Mekke ekonomisinin can damarlarından birini kesmiş olacaktı ve o böyle bir hata yapmayacak kadar akıllıydı.

23 Haziran 2009 Salı

MUSA'NIN ALLAH'A NASİHATİ

Tevrat'ın tanrısı İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarıyor Sonra Musa'yı Sina dağına çağırıyor, ona yapacağı işleri anlatıyor konuşuyor ve taş tabletleri veriyoe fakat bu sırada aşağıdaki halkın başına vekil bıraktığı harun İsrailoğullarının isteğiyle onlara altın bir buzağı putu yapıyor İsrailliler bu puta ibadet ediyor ve Tanrı duruma öfkeleniyor, bakalım ne oluyor:

"Çık.32: 7 RAB Musa'ya, "Aşağı in" dedi, "Mısır'dan çıkardığın halkınbaştan çıktı.

Çık.32: 8 Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme birbuzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. 'Ey İsrailliler, sizi Mısır'dan çıkaran ilahınız budur!' dediler."

Çık.32: 9 RAB Musa'ya, "Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum" dedi,

Çık.32: 10 "Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yokedeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım."

Çık.32: 11 Musa Tanrısı RAB'be yalvardı: "Ya RAB, niçin kendi halkınakarşı öfken alevlensin? Onları Mısır'dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın.

Çık.32: 12 Neden Mısırlılar, 'Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır'dan çıkardı' desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten.

Çık.32: 13 Kulların İbrahim'i, İshak'ı, İsrail'i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, 'Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak' dedin."

Çık.32: 14 Böylece RAB halkına yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti."

İyi ki Musa rabbe akıl vermiş yoksa durum vay ki vay. Demek ki Musa Allah'tan daha iyi biliyordu.

20 Haziran 2009 Cumartesi

BİR TUHAF PEYGAMBERLİK HİKAYESİ

Tevrat'ta Rab Musa'yı Mısır'a peygamber olarak göndermeye karar veriyor. Mısırlılar inansın diye de ona bazı mucizeler veriyor mesela Musa değneğini yere atınca değneği yılan oluyor, elini koynuna sokup dışarı çıkınca eli ay gibi bembeyaz parlıyor.

Şimdi devamına bakalım:

Çık.4: 10 Musa RAB'be, "Aman, ya Rab!" dedi, "Ben kulun ne geçmişte,ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk biriyim."

Çık.4: 11 RAB, "Kim ağız verdi insana?" dedi, "İnsanı sağır, dilsiz,görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim?

Çık.4: 12 Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemengerektiğini sana öğreteceğim."

Çık.4: 13 Musa, "Aman, ya Rab!" dedi, "Ne olur, benim yerimebaşkasını gönder."

Çık.4: 14 RAB Musa'ya öfkelendi ve, "Ağabeyin Levili Harun var ya!"dedi, "Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek.

Çık.4: 15 Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizinkonuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı size öğreteceğim.

Çık.4: 16 O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sende onun için Tanrı gibi olacaksın.

Musa dili tutuk diye yapamam diyor ve Allah da ona yardımcı bir peygamber veriyor ki Harun sonradan Musa'ya kanti atacak. Altın buzağıya milleti taptırıp Allah'la Musa'yı bir güzel kandırıp kerizleyecek. Yanına Harun'u vermektense Allah Musa'nın dilini düzeltse olmaz mıydı? Yapamaz mıydı? Aklına mı gelmedi? Hadi bunları geçelim Harun'un kendisini ve Musa'yı kandıracağını da mı bilmiyordu? İşte bir kutsal(?) kitaptan ayetler.

15 Haziran 2009 Pazartesi

TEVRAT'TAKİ SOYKIRIM

Tevrat'ın Yaratılış Kitabı'nda Tanrı kendisi bir hata yaptığı için tüm dünyadaki canlıları bir çift hariç öldürüyor.

Yar.6: 5 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.

Yar.6: 6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.

Yar.6: 7 "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri*, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum."

Ve kendi yaptığı bu hatadan dolayı Nuh'a bir gemi yaptırtıp çoluk çocuk tüm insanları hatta hayvanları bile tufanda boğup öldürüyor. Dünya çapında korkunç bir soykırım uyguluyor.

Ama nedense bugün de dünyada kötülük çok fazla e o zaman bu tufan bu soykırım neden? Ne işe yaradı ki?

12 Haziran 2009 Cuma

TEVRAT'TA YARADILIŞ VE CENNET'TEN KOVULMA

Tevrat’ta Yaradılış kitabında Tanrı altı günde yeri göğü, hayvanları ve insanları yaratıyor. Yedinci güne geldiğinde de bakalım ne oluyor:

Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. (Yar.2: 2) Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.( Yar.2: 3)

Dinlenen bir tanrı var karşımızda dinlendiğine göre yorulmuş olmalı. Yorulan bir tanrı, bayağı ilginç. Yorulmak kaslarımızda laktik asit biriktiğinde hissettiğimiz bir şey tanrının da bizim gibi eti kemiği kasları var galiba.

RAB Tanrı Adem'i topraktan Yarattı ve burnuna yaşam soluğunu üfledi. Böylece Adem yaşayan varlık oldu. RAB Tanrı doğuda, Aden'de bir bahçe dikti. Yarattığı Adem'i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı. (Yar.2: 7-9)

Demek ki Cennet Dünya’da doğuda. Bugünkü teknoloji uçak, okyanusları aşan devasa gemiler, tren telefon yok tabii. Dünyanın her yeri karış karış bilinmiyor. Evrenin başka yeri ve galaksiler de bilinmiyor. Tüm evren dünya. Dünyanın nüfusu az insanlar belli yerlerde toplanmış ve Cennet de Dünya’da insanların ulaşamadığı bir yerde.

Aden'den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. İlk ırmağın adı Pişon'dur. Altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur. (Yar.2: 10-12)

Allah Cennet’te neden altın kaynakları yaratıyor? Bunları kim çıkarıp işleyecek daha da önemlisi paranın ve ticaretin olmadığı bir yerde altın ne işe yarar?

RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem'i oraya koydu. Ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu, "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün (Yar.2: 15-17)

Pekiyi Adem bu ağaçtan yemeyecekse Tanrı bu ağacı neden yarattı da Cennet’in ortasına dikti kendisi mi yiyordu bu da bilinmez. İnsanı sınıyor ya da sınamak için diye bir cevap da verilemez buna çünkü böyle bir amaç Tevrat’ta yok.

Daha sonra Tanrı Adem uyurken ona “yardımcı” olsun diye onun kaburga kemiğinden bir kadın yaratıyor. Sonra bir gün yılan kadına yaklaşıyor ve yasak ağaç için “Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." (Yar.3: 5) diyor. Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. (Yar.3: 6-7)

Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı'nın sesini duydular. O'ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler. RAB Tanrı Adem'e, "Neredesin?" diye seslendi(Yar 3:8-9)

Tanrı elini kolunu sallayarak insan gibi dolaşıyor ve ağaçların arkasına saklanan Adem’i göremeyip “neredesin” diye soruyor. Ne kadar ilginç bu Tanrı’nın bizim bakkal Rıza Efendi’den ne farkı var? Üstelik devamına bakın:

Adem, "Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim" dedi. RAB Tanrı, "Çıplak olduğunu sana kim söyledi?" diye sordu, "Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?" (Yar.3: 10-11)

Tanrı o sırada yanlarında olmadığı için bunu bilemiyor ve Adem’e soruyor. Sonrası malum Adem suçu Havva’ya Havva’da yılana yıkmaya çalışıyor. Tanrı da kafası bozulunca üçüne de soyuyla sopuyla ceza kesiyor. Yılanın ayaklarını alıyor Adem’i ekmeğini alınteriyle kazanmak ile Havva’yı kocasının hükmü altında yaşamak ve acı çekerek doğurmakla cezalandırıyor. Af maf yok direk atılıyorlar. Yılan Cennet’e girip de Adem’le Havva’yı bir güzel kerizlerken uyuyan Tanrı bu olaydan sonra uyanıyor ve yasak ağaç için bir tedbir alıyor.

Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem'i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi. (Yar.3: 23-24)

10 Haziran 2009 Çarşamba

ALLAH MI MUHAMMED Mİ?

İslam'da Muhammed mi daha büyük ve saygındır yoksa Allah mı? İlk bakışta bu soru anlamsız gibi görünebilir. Ama biraz düşünelim bugün bir Müslüman "Allah"ın adını sık sık anarlar fakat dikkat ederseniz Allah'tan bahsederken o saygı belirten ünvan sıfatını (hazret) kullanmayıp yalnızca "Allah" derler. Fakat bir Müslüman Allah'a kuru kuruya "Allah" derken Muhammed'e hiçbir zaman Muhammed demeyip hep "Hazreti Muhammed" der.

Dahası Allah'ın adı anıldığında Müslüman kılını kıpırdatmazken Muhammed adı anıldığında sağ el kalbin üzerine konup "salallahü alleyhi vesselam" denir. Her namazın sonunda okunan salavatı şerifeler (Allahümme salli ve Allahümme barik duaları) Kuran'da yazan dualar değildir ve bu dualarda da Muhammed anılır onun için iyi dileklerde bulunur. Muhammed namaza bile kendi adına okunacak hayır duaları koyup insanların kendisini kendi ölüp gitse bile unutmamasını sağlamıştır. Kendisi öldürttüğü adamların karısını kızını cariye yapıp ırzına geçerken Kuran'a ayet koydurup kendi karılarıyla kendisi öldükten sonra bile evlenmeyi yasaklamıştır. Kendisi evlatlığının karısıyla evlenebilirken kendi karıları tüm müminlerin atası olmuştur. Ve kendisi öldükten sonra dahi onlarla kimse evlenememiştir.

İnsanların sürekli kendisini anması ve hatırlaması da Muhammed'i kesmemiş olacak ki Muhammed Kuran'a şu ayeti de ekler: "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin." Allah Muhammed'in adını anarak salavat getiriyor Allah Muhammed'e resmen ibadet ediyor. Yok artık, Muhammed kendisini Allah'tan da üstün kılıyor bu ayette.

Dahası Muhammed öyle bir tabu haline gelmiş ki dokuz yaşındaki bir kız çocuğuyla gerdeğe girmesi normal karşılanabiliyor. Kimileri büyük bir utanmazlıkla Buhari ve Müslim'in hadislerini inkara kadar götürüyor işi. Biraz daha dürüst olmaya çalışan da Arabistan'da kızlar erken olgunlaşırdı vs. şeklinde durumu kurtaracak bir kılıf bulmaya çalışıyor.

Şimdi bir Müslüman'ın (Kaygusuz Abdal) tanrıya hitaben yazdığı şiirine bir bakalım:

" yucelerden yuce tanri
gunduzlerden gece tanri
ismin vardir cismin yoktur
sen benzersin hice tanri "


yücelerden yüce gördüm
erbabsın sen koca tanrı
bu allahlığı sen nerden
satın aldın kaça tanrı

ali ile bir olmuşsun
bir mektepte okumuşsun
ali olmuş hafız kelam
sen okursun hece tanrı

kıldan bir köprü yapmışsın
gelsin kullar geçsin deyu
hele biz şöyle duralım
yiğit isen sen geç tanrı

yaratmışsın bağ-u cennet
kulların etsinler sohbet
cehennemi ne yarattın
be akılsız koca tanrı

unuttuk diye namazı
bizi ateşe atarsın
kul yanması abes değil
gel bas kızgın saca tanrı

senin kulların anılır
atası anası ile
senin anan baban yoktur
benzersin bir piçe tanrı

seni her yerde görürüm
için dışını bilirim
sırrın halka faş edersem
halin nice olur tanrı

kaygusuzum der buradan
cümle mahluku yaradan
kaldır perdeyi aradan
gezelim beraber tanrı

Aceba Kaygusuz Abdal bu lafların yarısını Muhammed için söyleyebilmiş mi?

5 Mayıs 2009 Salı

MUALLAK TAŞI

Öncelikle şunu belirtelim internette bir fotoğraf dolaşıyor ve bu Muallak taşıdır deniyor bu dev kütle güya havada duruyormuş. Buna da insanlar inanıyor oysa bu bir fotoşop marifeti.
http://img11.imageshack.us/img11/7933/sahtehm.png

Değil koca bir kaya bugüne değin minicik bir çakıl taşının dahi havada durduğu görülmemiştir. Asıl muallak taşı şudur:
http://img11.imageshack.us/img11/4831/gercekhm.png

Buna rağmen bu taşın havada durduğu asırlarca bir efsane olarak söylenedurmuştur. Pek çok eski eserlerde taşın havada durduğu, taşı gören hamile kadınların çocuğunu düşürdüğü vs. yazar. 1847 yılında Kudüs'ü ziyaret eden Binyamin Lilienthal isimli bir Yahudi hahamı Yahudiler arasında 'Muallak Taşı' ile alakalı o dönemlerdeki bir inancı şöyle aktarır:
“Allah bu taşı Yahudilerin Mesihinin geleceği zamanı insanlara bildirmek için bir işaret olarak havada sarkıtmıştır. Taş yere düştüğünde İsrailoğullarının Mesih'i gelecek ve İsrailoğulları yeryüzüne hakim olacaklardır. Türkler bu taşın neden havada durduğunu öğrendiklerinde Mesihin gelmesinden korkarak taşın altına destekler koymuşlar ve etrafını doldurmuşlardır. Bu şekilde İsrailoğullarının Mesihinin gelmesini engellemeye çalışmışlardır.”

Muallak kayası Kudüs’teki Kubbet-üs-Sahra binası içindeki taştır. Bu taş Müslümanlar ve Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilir.Müslümanlar Muhammed’in Kubbet-üs-Sahra’daki Muallak taşı üzerinde Miraca çıktığına inanır. Yahudiler ve Hıristiyanlar da Muallak taşını kutsal kabul eder çünkü onların inancına göre de İbrahim oğlu İshak’ı bu kayanın altında tanrıya kurban etmek istemiştir. Ayrıca Tevrat’ta şöyle bir kısım var:

Yakup`un Düşü - Yaratılış,28

10 Yakup Beer-Şeva`dan ayrılarak Harran`a doğru yola çıktı.
11 Bir yere varıp orada geceledi, çünkü güneş batmıştı. Oradaki taşlardan birini alıp başının altına koyarak yattı.
12 Düşte yeryüzüne bir merdiven dikildiğini, başının göklere eriştiğini gördü. Tanrı`nın melekleri merdivenden çıkıp iniyorlardı.
13 RAB yanıbaşında durup, “Atan İbrahim`in, İshak`ın Tanrısı RAB benim” dedi, “Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim.
14 Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak.
15 Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım.”
16 Yakup uyanınca, “RAB burada, ama ben farkına varamadım” diye düşündü.
17 Korktu ve, “Ne korkunç bir yer!” dedi, “Bu, Tanrı`nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.”
18 Ertesi sabah erkenden kalkıp başının altına koyduğu taşı anıt olarak dikti, üzerine zeytinyağı döktü.
19 Oraya Beytel adını verdi. Kentin önceki adı Luz`du.
20 Sonra bir adak adayarak şöyle dedi: “Tanrı benimle olur, gittiğim yolda beni korur, bana yiyecek, giyecek sağlarsa,
21 babamın evine esenlik içinde dönersem, RAB benim Tanrım olacak.
22 Anıt olarak diktiğim bu taş Tanrı`nın evi olacak. Bana vereceğin her şeyin ondalığını sana vereceğim.”
Yahudilere göre İşte Yakup bu rüyayı Muallak taşının üstünde görmüştü.

Bu kayaya Süleyman Mabedi inşa edilmiş ve yıkılmış birkaç kez inşa edilip tekrar yıkılmıştır. Sonunda Müslümanlar buraya Kubbet-üs-Sahra’yı inşa etmişlerdir.

Yahudi ve Hıristiyan inançlarına göre Süleyman Mabedi yeniden inşa edilecek ve işte o zaman Mesih dünyaya inecek ve Müritleriyle dünyaya hükmedecek. İşte Müslümanlar da onların bu inancı yüzünden buraya Kubbet-üs-Sahra’yı inşa etmiştir.

Aslında bu bir nevi güç göstergesi iktidar hırsı bakın işte sizin kutsalınız üzerinde Müslüman mabedi var der gibi çünkü Miraç hadisesinin anlatıldığı olayda bu taştan bahsedilmez. Kuran’da da geçmiyor bu taş. Bu miracı bu taşla ilişkilendirme işi büyük ihtimalle Kudüs’ün fethinden sonra ortaya çıkmış olsa gerek. Kudüs fethediliyor Müslümanlar Yahudiler’in kutsal bildiği taşın üstüne bir Müslüman mabedi inşa ederek güç gösterisi yapıyor ve zaman içinde Yahudilerin ve Hıristiyanların bu kutsal taşı İslam’ın da kutsal taşı oluyor. Zaten bu taş tapımının eskilerin putperest geleneklerinin bir devamı Müslümanlar da taşı kutsal bilip taşa tapmaya Hacer ül Esved’den alışmışlar. Eski çağlardan kalma bir put ve güç iktidar hırsı egemenlerin hegemonya mücadelesi yapmasının aracı olan bu taş Haçlılar, Yahudiler, Müslümanlar bu taş üzerinde hegemonya mücadelesiyle hala putperest savaşlar yapıyor günümüzde.

28 Nisan 2009 Salı

İSLAM'A UYGUN CİNSEL YAŞAM NASIL OLUR?

Eğer cinsel ilişkide bulunacak iki kişi de özgür kadın ve erkekse nikahlı olmaları gerekir, eğer kadın cariye ise böyle bir şart aranmaz. Cariyeler mülktür ve onlarla cinsel ilişkiye girmek malını kullanmaktır satın alınır ve satılırlar. Durumları fahişelerden bin beter kötüdür. Fahişe müşteri seçebilir, istemezse hayır diyebilir, para kazanır. Oysa cariye boğaz tokluğuna efendi her istediğinde altına yatmak durumundadır. Asıl kepazelik ise beyinlerini ve idraklerini tamamen korkuya teslim etmiş, Allah’a taptığını zannederek aslında korkuya tapan ve İslam’ı aklamaya çalışan bazı kadınların ve kızların cariyelik kurumunu savunmasıdır.

"Adamın birisi Rasulullah'a gelir ve der ki: Bizim bir cariyemiz var. Bize hizmet eder; bizimle hurma sular. Ben bazen onunla buluşurum. Ancak, çocuk doğurmasını istemiyorum. Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: İstersen azil yap. O'nun kaderinde ne varsa o olur."
(Müslim - K. Nikah 2606)

"Ensardan birisi Rasulullah'a gelir ve şöyle der. Benim bir cariyem vardır. Ben onunla cima yapıyorum. Ancak, hamile kalmasını istemiyorum. Rasulullah şöyle buyurur: Dilersen azil yap. Allah, kaderinde olan şeyi elbetteki nasib edecektir."
(Ebu Davud K. Nikah 1858)

(Azil hamilelik olmasın diye penisi vajinadan çekip dışarıya boşalmaktır.)


Zina konusunda İslam’ın tutumu için bkz:
http://kloroben.blogspot.com/2009/02/islamda-recm.html

"(Ey Resûlüm), Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan beri alsınlar ve ırzlarını zinadan korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, gerdan, baş, kol, bacak ve kol gibi yerlerini) göstermesinler. Ancak bunlardan görülmesi zaruri olan (yüz, el ve ayaklar) müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar..."
(Nur Suresi : 31)

Bırakın iki insanın cinsel ilişkisini evli olmadıkça iki kişi birbirine bakamıyor bile. İki taraf da memnunsa bundan kime ne? Ama yatak odamıza kadar giren bir Allah var İslam’da.


İslamda anal yolla cinsel ilişki kesinlikle yasaktır.

Fasıl : HUDUD BÖLÜMÜ
Konu : Livata Ve Hayvana Temasın Haddi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Resulullah (sav) buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, faili de mefulü de öldürün." (Tirmizi, Ebu Hüreyre`nin de böyle bir rivayette bulunduğunu belirtir. Ebu Davud`da İbnu Abbas (ra)`tan yapılan bir rivayette: "livata yaparken yakalanan bekar (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir)
HadisNo : 1614


Sahabe de peygamberin bu buyruğuna uymuştur.

Fasıl : HUDUD BÖLÜMÜ
Konu : Livata Ve Hayvana Temasın Haddi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Hz. Ali, livata yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebu Bekir (ra) üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır. (Rezin ilavesidir)
HadisNo : 1615

Bununla beraber anal değil de vajinal seks yapılıyorsa kadına önden ya da arkadan yaklaşmakta bir sakınca yoktur.

Fasıl : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Bakara Suresi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Hz. Ömer (ra), Resulullah (sav)`a gelerek: "Ey Allah`ın Resulü mahvoldum" buyurdu. Hz. Peygamber (sav): "Niye mahvoldun ne var?" diye sorunca açıkladı: "Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). "Resulullah (sav) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: "Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin." Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel.
HadisNo : 483


Mehir erkeğin evlendiği kadına boşanma durumunda bağışlayacağı mal. Bir nevi tazminat. Aslında mehir fena bir şey değil erkeğin keyfi boşanmasının önüne geçmek için ama fakirler için zorluk çıkaran bir şey öyleki evlenemediği için kendini hadım edenler olmuş:


Fasıl : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Nikah Mevzuuna Giren Muhtelif Meseleler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : "Ey Allah`ın Resulü" dedim, "ben genç bir insanım, günahtan korkuyorum, evlenecek maddi imkan da bulamıyorum, hadımlaşmayayım mı?" dedim. Aleyhissalatu vesselam bana cevap vermedi. Ben bir müddet sonra aynı şeyi tekrar söyledim. Yine cevap vermedi. Sonra: "Ey Ebu Hureyre! buyurdu. Senin karşılaşacağın şey hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak."
HadisNo : 5725


Bu cevap bir peygambere yakışıyor mu hiç? Bir insanın kendine böylesi bir eziyeti düşünmesi karşısında ona kendi kendine kötülük yapması için açık kapı bırakan bu cevap. Malının az olması senin günahın değildir, kemdine bu eziyeti yapma; diyemez miydi Allah’ın resulü? Ama cevap hazır: aklımız ermez, vardır bir hikmeti.

Mehirin bir başka çirkin tarafı ile bir kadının bedenini satın almak gibi bir şey. Kadını kocası resmen satın alıyor şu hadise bir bakın, kadın satın alınan bir deve kertesinde resmen:

Fasil : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Nikah Adabı
Ravi : Amr İbnu Şuayb an Ebihi an Ceddihi
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Biriniz bir kadınla evlenir veya bir köle satın alırsa şöyle dua etsin: "Allahım, ben bunun hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını diliyorum. Onun şerrinden ve şerli bir tabiat üzere olmasından sana sığınıyorum. Eğer bir deve satın alırsa, eliyle hörgücünün üstünden tutup aynı şeyi söylesin."
HadisNo : 5639

Ama bu kadarla da değil Hiçbir kadın mehirsiz olarak kendisini erkeğe hibe edemez. Kur'an'da, bir kadının ancak Muhammed’e kendisini hibe edebileceği; başka hiç kimseye böyle bir hibe yapılamayacağı bildirilmektedir:
"... Bir de kendisini (mehirsiz olarak) Peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak isediği mü'min kadını, diğer müminlere değil sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunanlar hakkında, mü'minlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik ki, sana bir zorluk olmasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (AHZAP/50)

Oysa Muhammed zengin böyle bir şeye ihtiyacı yok ama fakir bir erkeğin buna ihtiyacı olabilir gel gör ki bu hak yalnız Muhammed'e verilmiş. Fakir ve umutsuz biri biraz yukarıda okuduğunuz gibi bir öküz gibi kendini iğdiş ettirmeye kalkışıyor.

Kadının da kocasından boşanma hakkı var yalnız kadın da bu durumda kocasına “hul” ödemek zorunda. Anlayacağınız fakir kadının boşanma hakkı yok. Kadın mesela dayağından bıktığı erkekten kurtulmak için ona ille de kocasının razı olacağı miktarda bir şeyler bağışlayacak yoksa dayakçı kocası canı çektiğinde yan odada diğer karısıyla sevişip canı çektiğinde kendiyle sevişmesine, attığı dayaklara ve türlü kepazeliklere katlanacak. Hul, toplum içinde “dul” durumuna gelecek olan bir kadının elinden onu bunu alıp kadını resmen daha da mağdur etmektedir.

Bu da yetmiyormuş gibi kadının hul yoluyla boşanması bile kısıtlanmıştır. Kadın mağdur edildikçe edilmiştir:

Fasıl : HUL` BÖLÜMÜ
Konu : Hul` hakkında
Ravi : Sevban
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ciddi bir sebep olmadan, kocasından hul` yoluyla boşanan kadın, cennetin kokusunu alamaz." [Ebu Davud`un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Hangi kadın zevcesinden boşanma taleb ederse..." Ebu Hüreyre`nin Nesai`de gelen bir rivayetinde: "Kocasından hul` suretiyle boşanan kadınlar (günahça) münafıklar gibidir" buyurulmuştur.]
HadisNo : 1747

İslam’da eşcinsellik kesinlikle haramdır:
Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
"Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Erkek erkeğe çıplak olarak, kadın da kadına çıplak olarak bakmasın. Bir tek elbise içinde erkek erkeğe, kadın da kadına mübaşeret etmesin’ buyurdu.”
İbni Hibban (5574) Müslim (338/74) Ebu Avane (807) Ebu Davud (4018) Nesei (347-İşretünnisa) Tirmizi (2793) Tabarani (5438-Mucemu’l-Kebir) İbni Huzeyme (72) İbni Mace (661) Begavi (2250) Ahmed (3/63)
Mübaşeret: Ciltcilde şehvetle sürtünme.


İbni Abbas (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlara ve kadınlardan erkeklere benzemeye çalışanlara lanet etti.”
Buhari (5922) Tirmizi (2934) Begavi (3419-Mesabih) Albani (210-Zifaf)


Muhammed'e göre kadının tek değeri erkeği hoşnut etmesidir. Erkeğin gönlünü hoş tutmaktan başka kadının hiçbir amacı yaşam nedeni değeri yoktur.

Fasıl : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : "Ey Allah`ın Resulü!" dendi, "hangi kadın daha hayırlıdır?" "Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden, nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi.
HadisNo : 3298

Fasıl : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ümmü Seleme
Hadis :Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer."
HadisNo : 3294

Kadının Cennet’e gitmesinin şartı kocasının ondan razı olması, peki erkek için bu şart var mı? Hayır, Kuran’da belirtildiği gibi erkek karısına dayak bile atabilir.


Kadının arzusu isteyip istememesi hiç önemli değildir, kadın kocası çağırdığı an koşa koşa yatağa girmedilir.

Fasil : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis :Bir başka rivayette: "kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler" denmiştir.
HadisNo : 3297

Hatta kocanın tatmin olması öyle önemlidir ki kadın hayız halindeyken bile duhul vaki olmamak şartıyla kadınlarla sevişilebilir.
Fasıl : TAHARET BÖLÜMÜ
Konu : Hayızlı Ve Hayızlı İle İlgili Hükümler
Ravi : Cümay` İbnu Umayr
Hadis : Ben, annem ve teyzemle birlikte Hz. Aişe (ra)`nin yanına girdim. Onlar Hz. Aişe ye: "Hayızlı iken, sizlerle Aleyhisalatu vesselam ne şekilde mübaşerette bulunurdu?" diye sordular. Aişe validemiz: "Hayız olduğumuz zaman bize, geniş bir izar giymemizi emreder, sonra sine ve göğsümüze iltizamda (temasta) bulunurdu."
HadisNo : 3825

Ne kadar güzel değil mi? Alt tarafı meşgulse bile üstle idare ederim, mantığı. Kadın böyle bir vakitte böyle bir halde iken ilişki ister mi istemez mi kimin umrunda. İslam ülkelerinde bunca yüzyıldır kadınlara yapılan eziyete bakılınca bu hadis insanı tiksindirmiyor bile.

Ayrıca Muhammed’in kadınlarla ilgili çok ilginç önyargıları var:
"Kadınları güzellikleri için nikahlamayınız, olur ki güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olur. Onları malları içinde nikahlamayın, zira malları azgınlıklarına yol açabilir. Kadınları dindarlıktan dolayı nikahlayın. Şüphesiz dindar olan yırtık elbiseli bir cariye (böyle olmayanlardan) daha üstündür." (İslam Fıkıhı Ansiklopedisi 9.C SH. 14)

Karıları erkeklerle konuşurken perdenin arkasından konuşsunlar diye ayet yazdıran, kör bir adam bile evine geldiğinde perdenin arkasına geçmelerini söyleyen bir insanın nasıl bir psikolojisi olduğunu, kadınlara nasıl baktığını bu hadisle de anlıyoruz. İnsana ve karılarına bu denli güvensiz ve sevgisiz biri yazık ki insanları bir histeri krizi gibi adını duyunca kendinden geçecek derecede kendine bağlamış bir külttür.

Gelelim kimlerle evlenilmeze
İslam’da zina eden bir kimse ya kendisi gibi zina eden biriyle ya da bir müşrikle evlenebilir. Bu Nur suresinde emredilmektedir:
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenemez; zina eden kadın da zina eden veya müşrik erkekten başkasıyla evlenemez. Böyleleriyle evlenmek
mü'minlere haram kılınmıştır." ( NUR/ 3)

Nisa 23’te evlenilmeyecek kişiler: Anne, kız, bacı, hala, yeğen, süt anne, süt kardeş, kaynana ve zifaf yapılmış kadının öz kızı olan üvey kızınız; yalnız kadınla henüz zifaf yapmamışsanız onu boşayıp kızını alabilirsiniz işte sapıklığa sübyancılığa bir nevi davetiye üvey kızıyla insan nasıl evlenebilir? Tam bir rezalet. Nisa 24’e göre de savaşta esir aldığınız kadın başka bir erkekle evli bile olsa önemsiz onu koynunuza alabiliyorsunuz. Bundan başka Bakara 230’da da üç talakla boşanan kadını geri almak isteyen kocası nedendir bilinmez karısı başka bir erkekle evlenip ilişkiye girmedikçe geri alamaz. Bir de İslam’dan önce evlenilmesi yasak olan evlatlığın karısı vardır ki malumunuz bu İslam’da Ahzab 37 ile serbest bırakılmıştır. Yasak kalktığı halde bu iğrençliği Muhammed haricinde hiç kimse yapmamıştır. Bunu da belirtelim.
"Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsra Suresi : 32) diyen Allah ilginç bir şekilde evlatlığın karısıyla evlenmeyi helal kılıyor. Yahu zina iki bekar insanın karşılıklı rızayla cinsel ilişkisidir. Evlatlığın boşandığı karısıyla evlenmekse tam bir kepazelik.

Bir İslami siteden yaptığım alıntıya da bir bakın insanlar bu çağda hâlâ nelere inanıyor:

“Erzurumlu İbrahim hakkı hazretleri buyuruyor ki:

Euzü besmele çekerek yatağa girmeli ve yatarken okunacak duaları okumalı.

Cima, eşinin rızası ile olursa çocuk akıllı, gönülsüz olursa ahmak olur.
Pazar ve çarşamba gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kavgacı olur.
Gündüz öğleden sonra yapılan cimadan çocuk olursa, şaşı olur.
Ramazan bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, ana babasına asi olur.
Kurban bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, altı ve ya dört parmaklı olur.
Ayakta yapılan cimadan çocuk olursa, yatağına işer.
Baldızını düşünerek yapılan cimadan çocuk olursa, hünsa olur. [Erkekle kadın arası bir şey]
Cima esnasında konuşursa, çocuk dilsiz, öperse sağır olur.
Kadının fercine bakarsa, çocuk kör olur.
Berat gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kötü huylu olur.
Taharetsizken yapılan cimadan çocuk olursa, cimri olur.
Sefere çıkacağı gece yapılan cimadan çocuk olursa, savurgan olur.
Orgazma ererken, her ikisinin düşüncesinde ne şekil varsa, çocuk ona yakın olur.”

24 Nisan 2009 Cuma

İSLÂMİYET ÖNCESİ ARAP EDEBİYATI

İslâm öncesi dönemde Araplar’da nesir yoktu dersek abartmış olmayız. Bugün bile Arap edebiyatı büyük oranda şiirdir hikaye ve roman Arap edebiyatında çok yeni konulardır. İslâm öncesi Arap şiiri büyük oranda dini motifleri işler.

Kâbe’yi ziyaret zamanlarında şairler şiirlerini ukaz panayırında söylerdi kazanan şiirlere “Muallakat-ı Seb’a” ( Yedi Askı) denirdi ki bu kazanan yedi şiir ketenden mushaflara yazılıp Kâbe’nin duvarına çivilenirdi. Hacc zamanı okunuyor ve Kâbe’nin duvarına çivileniyorsa bunlar da ancak dinî şiirler olabilir.

İslâm öncesi dönemde de elbette Allah biliniyordu ve ona tapılıyordu. Putlar ise aracıydı putperestler bu putların kendilerini Allah’a yakınlaştırdığını ve kemdilerine şefaat edeceklerini düşünerek putlara ibadet ediyordu ama en büyük ilah Allah’tı.

Şimdi cahiliye devrinin şairlerinden Evs bin Hacer’in bir şiirine bakalım:
“Lât'a, ‘Uzzâ’ya ve onlara ibadet edenlere andiçerim, Allah'a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir”*

Görüldüğü gibi Allah inancı yine var.

Bundan başka Hac da İslâmiyetten önce vardı.
Telbiye Hacc’a niyet etme duasıdır. Oruca namaza nasıl niyet edilirse Kâbe tavaf edilirken de niyet edilirdi. İslâmiyetten önce Kâbe tavaf edilirken söylenen telbiye şu şekildeydi:

"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sadeyk.
Ma ehabbena ileyk"

Buyruğundayım, Allahım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var! O da senindir!


Bu daha sonra İslâmiyet’te şu şekilde değiştirilmiştir:

"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek."


“Buyruğundayım Allahım, buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne, ortağın yoktursenin , buyruğundayım,
Hamd ve nimet senindir, ortağın yoktur senin!”

İslâmiyet öncesi dönemde Kâbe tavaf edilirken söylenen bir başka dua:

“Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât'a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir .”**

Dinî şiirleriyle tanınan Zuheyr bin Ebî Sulma'nın söylediği bir şiirde de şöyle yemin ediliyor:
“Ukaysır'ın kutlu taşlarına, başların ve bitlerin kazıldığı (hacıların tıraş olduğu) yere andiçerim.(Tavîl)”***

Bu sözlerde geçen Hac için tıraş olma âdeti bayağı tanıdık geliyor, hatta bir Kuran ayetini çağrıştırıyor, bakalım şuna:
“Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (FETİH-27)”

İslâmiyet öncesi dönemde duaları kabul edilmeyen kimi putperestlerin önceden önünde durup dua ettiği adaklar adadığı putlara küfredip taş attığı da olurdu. Onlar nihayetinde Allah’la aralarında bir aracı bir şefaatçiydi. Kimi zaman putlar hurma macunundan da yapılırdı eğer sıkıntıya düşülürse açlık olursa insanlar bu tatlıdan yaptıkları putu yerlerdi. Bu da pagan dinlerindeki totem hayvanının avlanıp yenmesine bayağı benziyor. Totemizmde totemi simgeleyen hayvanın yenmesi yasaktır ama yılın belli zamanında bayram vs. kutsal günlerde tanrıyı simgeleyen totem hayvanları avlanıp yenebilirdi. Burda Arabistan’da çevresel koşulların etkisiyle durum biraz değişmiş belli bir zamanda değilde sıkıntı ve kıtlık zamanlarında yeniyor totem.

İslâmiyet öncesi dönemde İslâmla ilginç bir benzerlik daha var. İslâmiyet öncesi dönemde ölen kişinin kabirleri başında kestikleri kurbanla beraber dirileceklerine ve kurbanlarına bineceklerine inanılırdı.
“Ya Sa‘d! Şayet ölürsem sana vasiyetim var; çünkü vasiyet eden bu kardeşin (ölüme) çok yakın olandır.
Babanın arkasından çekiştirilmesine, iki eli üzerinde eziyet edilecek şekilde dolaştırılmasına ve belalara uğratılmasına sakın müsaade etme.
Bu kardeşini uysal bir binite bindir, onu kötülüklerden koru; çünkü o (ölmeye) çok yakındır.
Belki de mahşerde (bana yarar sağlayabilecek en hayırlı iş): «bininiz» dendiğinde binebilmem için, senin bana bırakmış olacağın bir binit olabilir.(Kâmil) .”****


İslâmiyet öncesi Arabistan’ında elbette tek din putperestlik değildi Roma’nın etkisiyle Hıristiyanlaşmış Araplar, Museviler, putları reddeden Hanifler ve Hıristiyanlıkla hanif inancının bir karışımı olan Rukus dinine mensup kimseler de vardı. Hıristiyan Arap şairler de şiirlerinde kendi inançlarını anlatırlardı.
Hıristiyan bir şair olan Adiy b. Zeyd b. Hammâd b. Zeyd el-‘İbâdî’nin mısralarına bir bakalım:
“Bir gün bir sorgulayıcı seni sorguladığında takılmadan cevap verebilmen için sözümü can kulağıyla dinle.
Yaratıkların Rabbi! Bize olan nimetlerini nasıl tanıttıysa, ilk mucizelerini de öyle sergiledi?
Öyle ki evren (başlangıçta) herhangi bir boşluk ve çatlak olmaksızın karanlık, su ve rüzgar görünümünde bir okyanus halindeydi.
Böylece(Yüce yaratıcı) zifiri karanlığa emir verdi, o da hemen çözüldü; suyu da bulunduğu yerden çözüverdi.(Basît)
Yeryüzünü yaydıkça yaydı, sonra gökyüzünün altına tasarladığı gibi onu gerektiği şekilde dizayn etti.
Güneşi şaşmayacak şekilde yörüngesine oturttuğu gibi gece ve gündüzü de birbirinden ayırdı.
Mahlukatı altı günde yarattı; bu yaratılış sonunda insana (bilinen) şeklini verdi”*****

Şimdi bu şiirin mısralarına biraz dikkatli bakalım ve Kuran’dan ayetlerle karşılaştıralım:

“Öyle ki evren (başlangıçta) herhangi bir boşluk ve çatlak olmaksızın karanlık, su ve rüzgar görünümünde bir okyanus halindeydi.”
“Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattı. (Bundan evvel ise) Arş'ı su üzerinde idi. ( HUD-7)”


“Yeryüzünü yaydıkça yaydı, sonra gökyüzünün altına tasarladığı gibi onu gerektiği şekilde dizayn etti.”
“Yere ve onu yayıp döşeyene, (ŞEMS-6)”


“Güneşi şaşmayacak şekilde yörüngesine oturttuğu gibi gece ve gündüzü de birbirinden ayırdı.”
“Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. (YASİN-40)”



Hanif şairler de vardı elbette, Zeyd bin Amr bakalım ne yazmış:

“İşler taksim edilmişken (gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadayken), ben tek olan Rabbe mi yoksa binlerce rabbe mi ibadet etmeliyim?
Lat'ı da Uzzâ'yı da hepsini terk ettim; zaten benim gibi yiğit ve sabırlı biri böyle yapar
Ne Uzzâ'ya tapınırım, ne de onun iki kızına; ne de Benî ‘Amr'ın iki putu etrafında dönerim.
Ben, henüz rüşde ermemişken rabbimiz sayılan Hubel'e de artık (Bundan Böyle) ibadet etmeyeceğim.”******
Kuran ne demiş:
“Siz Ba'le tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan Allah'ı) mı bırakıyorsunuz?" (SAFFAT- 125)”

Bu surede adı geçen “Bal” Hübel’in kısaca söylenişidir.
Fazla söze gerek yok işte öncesi, işte sonrası.
……………………………………………………………………………………

* Evs b. Hacer, İbn Mâlik et-Temîmî, Dîvân, Beyrut 1960, s. 36; İbnu'l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed b. es-Sâ’ib b. Bişr el-Kelbî, Kitâbu'l-esnâm, nşr. Ahmed Zekî Bâşâ, Ankara 1967, (trc. Beyza Düşüngen), s. 13.

** Ibnu'l-Kelbî, a.g.e., s. 13.

*** İbnu’l-Kelbî, a.g.e., s. 13.

**** el- Makdisî,Kâmil.,II, 144; Sâ‘id el-Endelusî, a.g.e., s. 44.
***** el-Makdisî, a.g.e., I, 150.
****** İbn Hişâm, Vafir., I, 226-227; Nâyif Ma‘rûf, a.g.e., s. 106-107.

21 Nisan 2009 Salı

AY'A GİDİŞ KURAN'DA VARDIR İDDİASINA CEVAP

Ondördüne girdiği zaman Ay'a; siz, gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz. Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar? (İnşikak Suresi, 18-20)
“Mucize İddiası:Yukarıdaki ayetlerde Ay'a dikkat çekildikten sonra tabakadan tabakaya binip geçileceği söylenmiştir. "Terkebu" ifadesi, (vasıtaya) binmek, bir yol üzerinde yürümek, peşine düşmek, takip etmek, girişmek, kalkışmak, katılmak, hakim olmak anlamlarına gelen "rakibe" fiilinden türemiştir. Bu anlamlar göz önünde bulundurulduğunda, "tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz" ifadesinde, binilecek bir araca işaret ediliyor olması muhtemeldir.”


Bakalım o halde: “Yemin ederim şafağa, Geceye ve içinde topladıklarına, Dolunay hâlindeki aya ki, Şüphesiz siz hâlden hâle geçeceksiniz. Böyleyken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?” (İNŞİKAK 16-20)

Gördüğünüz gibi ayeti parça parça bölüp bükebilecekleri saptırabilecekleri kadarını kullanıyorlar. Oysa apaçık görülüyor ki burada Allah Ay’a yemin ediyor. Halden hale geçmek ise yaşıyorken dünya hayatında iken ölmek. Çünkü hemen arkasından “ne oluyor da iman etmiyorlar” diyor. Ayrıca biraz daha ileride 24. ayette: “Öyle ise sen onlara elem dolu bir azabı müjdele!” diyor. Uzun sözün kısası burda bir çarpıtma yapıldığı açık ve nettir.

18 Nisan 2009 Cumartesi

ŞEYTAN AYETLERİ

"Müşrikler, Resulullah (s.a.v.)ı dâvasından alıkoymak ve onu, üzerinde bulunduğu hak yoldan saptırmak için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bazen, Resûlullah'tan, müslüman olmaları için kendilerine mühlet vermesini ve bu sırada da putlarına tapmalarına ses çıkarmamasını istemişler, bazen, Resulullahın, onlara ait putları eleştirmekten vazgeçmesini, böylece İslâm'a ısınabileceklerini söylemişler, zaman olmuş, Resulullahm, kendi putlarına tapması halinde kendilerinin de Allah'a ibadet edeceklerini teklif etmişler"

İşte bu teklif karşısında Muhammed’in gönlü biraz onlara kayar gibi olur. Bu yolla belki onları İslam’a ısındırırım düşüncesiyle onların putlarını över ve hem Müslüman’lar hem de putperestler Muhammed’in putları öven sözlerinden sonra beraberce secde ederler.

"Necm Suresi indi. Resulullah onu okudu ve "Şimdi siz, ilah olarak Lat'i, Uza'yı ve di­ğer üçüncüleri olan Menafi mı görüyorsunuz? [60] âyetlerine varınca Şeytan şu iki sözü araya sokuşturdu. "Bunlar yüce kuğulardır'? Bunların yani bu putların şefaatleri umulur." Resulullah farkına varmadan bu sözleri söyledi, sonra devam ederek sureyi bitirdi. Sure bitince secdeye vardı. Onunla birlikte orada bulunan herkes secde etti. Ancak Velid b.Mıığire çok ihtiyar olduğu için secde edemedi. Fakat eliyle toprak alarak alnını ona koydu. Bütün müşrikler Resulullah'ın bu sözlerinden memnun oldular ve şöyle dediler: "Biz, Allah'ın, dirilten ve öldüren, yaratan ve nzıklandıran olduğunu biliyorduk. Fakat bu ilahlarımız, Allah katın­da bizim için şefaatçi olacaklardır. Madem ki sen onlara da bir paye verdin, ar­tık biz seninle beraberiz."Akşam olunca Cebrail (a.s.) Resulullah'a geldi. Necm Suresini ona okuta­rak dinledi. Resulullah, Şeytan'in sokuşturduğu bu iki söze ulaşınca Cebrail (a.s.) "Ben bunları sana getirmedim." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben, Allah'a karşı iftirada mı bulundum?" Ben, Allah'ın söyle­mediği bir şeyi mi söyledim?" Bunu üzerine Allah Teala şu âyetleri indirdi: "Ey Muhammed, müşrikler, sana vahyettiğimizin dışında başka şeyleri bize karşı if­tira etmen için, nerdeyse seni, vahyettiğimiz akkında fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi" "Eğer seni, azimli ve sebatlı kılmasaydık, ne­rede ise onlara az da olsa meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletsey-din, dünya ve âhiretih azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize kar­şı bir yardımcı da bulamazdin. [61]Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) devamlı üzüntülü bir halde yaşıyordu. Nihayet: "Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi gömedik ki, o, âyetleri okuduğu zaman, şeytan kendi arzusuyla ortaya birtakım şüpheler atmış olmasın. Fakat Allah, Seylan'ın soktuğu şüpheleri giderir. Allah, âyetlerini mahfuz ve muhkem kılar. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyeti nazil ol­du ve Resulullah (s.a.v.) üzüntüden kurtuldu ve kendisine Allah Teala tarafinda-dan gönderilen vahye şeytanın herhangi bir şey kalamayacağı bizzat Allah Tea­la tarafından teminat altına alınmış oldu"

Gördüğünüz gibi Muhammed önce müşriklerle uzlaşır gibi oluyor onları İslam’a davet için o da putlara tapmayı kabul edecek oluyor. Fakat daha sonra bir düşünüp hesap ediyor o da putlara tapsa kim inanacak peygamber olduğuna? Kendisine inananları kaybetmemek için onları bana Şeytan söyletti, diyor. Boldla yazdığım yerler Taberi Tefsiri'nden alıntıdır(e-kitap olarak indirdiğim için sayfa no veremiyorum). Şimdi bir de Kuran'daki ilgili ayetlere bakalım:

Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (HACC - 52)

Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın. (İSRÂ/73-75)

17 Nisan 2009 Cuma

İKİ DENİZİN KARIŞMAMASI MUCİZESİ

İddia sahipleri Kuran'daki Rahman suresinin 19 ve 20. ayetlerinde Kuran'ın Cebelitarık Boğazı'ndaki Atlas Okyanusu ve Akdeniz'in karışmadığına işaret ederek bir mucize gösterdiğini söylerler. Hatta Kaptan Kusto olayı araştırmış da Müslüman olmuşmuş. Bu yalan Kaptan Kusto Hıristiyan olarak öldü cenazesi de Hıristiyan usullerince kaldırıldı. Eğer Müslüman olsaydı Kaptan Kusto'nun İslamiyet'e geçtiği halk arasında bir dedikodu olmaktan çıkar gazetelerde de yazardı.

Bu arada Kuran'ın ilgili ayetlerini de yazalım:
(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar. (Rahman-19)
(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. (Rahman-20)

Akdeniz ve Atlas Okyanusu'nun ikisinin de suları tuzludur. Ama farklı oranlarda tuzludur. Sonuçta biri tatlı biri tuzlu su değildir. Hatta yukarıda karışmasalarda aşağılarda birbirlerine karışırlar. Ama bütün bunları bir unutalım bir an için biri tatlı biri tuzlu su diyelim. Hatta Kuran'da ne Cebelitarık ne Akdeniz ne de Atlas Okyanusu geçmemesine rağmen o boğazdaki olan akıntı olayını söylediğini kabul edelim. Amma ve lakin bu Kuran'dan çok çok önce bilinen bir şeydi.

Gaius Plinius Secundus diye Romalı bir alim var yaşadığı dönem 23-79 yılları arası yani 1. yüzyıl. Bakınız Plinius Secundus yazdığı "Naturalis historiae" eserinde ne diyor: "...Denize bir borudan akar gibi karışan tatlı suyun özellikleri daha da ilginç ve harikadır. Çünkü suda hayret edilecek özellikler vardır. Kendisi daha ağır olan deniz suyu, kendisinden daha hafif olan Tatlı suyu üzerinde taşır. Dolayısıyla tatlı su, deniz suyundan hafif olduğu için deniz suyuna karışmaz ve denizin üzerinde yüzer. " Muhammed'den altı asır önce yaşamış bir adamın eserinde bu var. Ve adam bulan kişi değil de yazan ilk kişi olması da muhtemel. Muhammed'den asırlar önce bu bilgi vardı yani.

16 Nisan 2009 Perşembe

TELEVİZYONUN İCADI KURAN'DA VAR DİYEN ÇELAKIL'A CEVAP

(Bu mucize iddiası Ömer Çelakıl'ın "Kur'an-ı Kerim'de Evrenin Yapıtaşları" kitabında iddia edilmektedir.)
“Televizyon yayınları ışık hızındaki elektromanyetik dalgaların evlerimize kadar ulaşmasıyla gerçekleştirilmektedir. Televizyon dalgaları öylesine hızlıdır ki, kilometrelerce uzaklıktan aynı saniye içerisinde görüntü nakli yapılabilmektedir. Kuran'daki Neml Suresi'nde -bu teknolojiyi anımsatacak şekilde- Hz. Süleyman'ın farklı bir ülkede bulunan kraliçenin tahtını, aynı saniye içerisinde mucizevi bir biçimde getirttiği anlatılmaktadır:
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)..." (Neml Suresi, 40)
Bu ayet ilk bakışta bize teleportasyon (ışınlama) veya görüntü naklini (televizyonu) anımsatmaktadır. Bu olayın anlatıldığı Neml Suresi'nde bazı harflerin gizli bir biçimde yan yana gelip "Televizyon" kelimesini oluşturduğu görülmektedir.

http://img11.imageshack.us/my.php?image=matematik13clipimage002.jpg

http://img151.imageshack.us/my.php?image=matematik13clipimage004.jpg


İddiaya cevap:

Görüldüğü gibi bir şeyler yarım yamalak anlatılmış okur anlamazlık batağında boğulmaya çalışılmış ve kafası karışıp hiçbir şey anlamayan insan ne dersen inanır kıvama getirilerek mucize diye üfürülmüş. Bir kere yukardaki ayeti anlamak için ondan önce gelen iki ayeti de bilmek gerek:

(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. (38)
Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. (39)
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (40)

Al sana bir masal ne mucize değil mi, doğu masallarında zaten böyle inlerle cinlerle konuşan insanlar var hep. Hatta karıncalarla konuşuyor, kuşlarla konuşuyor, bitmiyor hayvanlardan ve cinlerden bir ordu kuruyor o da yetmiyor rüzgarla kankalık ediyor şimdi ne alakası var Saba Melikesi’nin tahtını cinlerin bir koşuda getirmesiyle televizyonun.
Dahası Çelakıl burda akıl çelmeye çalışırken insanları aptal yerine koymuş. Arapça soldan sağa değil sağdan sola okunur. Ayrıca televizyon öyle yazılmaz. İki çeşit “t” var biri “tı” biri “te” Çelakıl kalın “t” olan “tı”yı kullanmış. Hem ne işi var orda elif harfinin “televizyon” kelimesinde uzun vokal yok ki elif olsun. Ayrıca nerde “y” sesi? Millet nasılsa Arap alfabesi bilmiyor diyip uydur uydur söyle ohh ne güzel ne hoş.

Al sana bilimsellik inle cinle konuşan rüzgarla kankalık eden bir kral bravo ne bilimsel ne ilmi. Kaldı ki sihirli cam küresine bakıp uzakta olanları gören büyücüler batı masallarında var o zaman bu masalları yazanlar televizyonu önceden biliyormuydu işte cadı camdan başka bir yerde olanları görüyor asıl bu televizyona daha çok benziyor cinin uçup bir saniyede taht getirmesinin ne alakası var televizyonla.

İSLÂM'DA KÖLELİK MEŞRUDUR

Kölelerle ilgili hükümler Kuran'da pek çok yerde geçer ama hiçbirinde kölelik kurumunu ortadan kaldırmak gibi bir şey söz konusu değildir.

BAKARA SURESİ / 177, BAKARA SURESİ / 178, BAKARA SURESİ / 221, NİSA SURESİ / 92, MAİDE SURESİ / 89, TEVBE SURESİ / 60, MÜ'MİNUN SURESİ / 47, NUR SURESİ / 32, NUR SURESİ / 33, ŞUARA SURESİ / 22, ZÜMER SURESİ / 29, MÜCADELE SURESİ / 3, BELED SURESİ / 13

Nahl suresinde bakınız Allah ne buyurmuş:
"Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir: Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.(NAHL - 75)"

İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.(Bakara-221)

Bu da bir başka incisi Kuran'ın iman eden köle bile olsa hür olan müşrikten daha hayırlıdır derken bile kölelere karşı zımnen bir aşağılama olduğu ortada. Evet bazı sureler köle azat etmeyle ilgili ama bunlar tutulamayacak bir yemin karşılığında veya bir günahın kefareti vb. karşısında dır. Yani köleliği kaldırma amacı güdülmemiştir. Kaldı ki Muhammed bizzat kendisi köle satın almıştır, hediye etmiştir.

Hadislere de bakarsak köleliği kaldırmak şöyle dursun İslam'ın bu köleci düzeni daha da bir sağlamlaştırmaya hizmet ettiğini görürüz. Mesela Muhammed ve Allah kölelerin kaçmasını istemezler. Sahibi en ağır işlerde çalıştırsa da sövse de dövse de köle kaçmamalıdır. Sahibine itaat etmelidir tıpkı musibetler karşısında Allah'a isyan etmeyen hatta haline şükreden kul gibi olmalıdır. Hatta sahibinden kaçan kölenin namazı kabul olmuyor.
Fasıl : AZAD MÜDEBBER KILMA; MUKATEBE VE KÖLE İLE MUSAHABE
Konu : Köleyle Musahabe Ve Muamele Adabı
Ravi : Cerir
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."
HadisNo : 4163

Fasıl : NAMAZ BÖLÜMÜ
Konu : İmamın Vasfı
Ravi : Ebu Ümame
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklardan öte geçmez: 1) Dönünceye kadar, kaçan köle. 2) Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın. 3) Kavminin nefret ettiği imam."
HadisNo : 2801



Hatta köle efendisine itaat etmeli ki Cennet'e girsin. Efendisini hoşnut etmeyen köle Cennet'e de giremiyor.
Fasıl : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Cennetlikler Ve Cehennemlikler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah'a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi."
HadisNo : 5140


Efendinin işini hizmetini iyi görsün diye Allah köleyi bile bir ibadetten muaf tutmuştur ki köle önce efendiye hizmet etsin.
Fasıl : NAMAZ BÖLÜMÜ
Konu : Cuma Namazının Fazileti Vücubu Ve Ahkamı
Ravi : Tarık İbnu Şihab
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cuma namazı, dört kişi hariç geri kalan her müslüman üzerine cemaat içinde yapması gereken vacib bir hakk`dır. Cumadan istisna edilen bu dört kişi şunlardır: köle, kadın, çocuk ve hasta."
HadisNo : 2853


Hatta Allah'ın kulu üzerindeki hakkı gibi efendinin köle üzerinde hakkı var. Efendinin onayını almayan köle evlenirse nikahı geçersiz oluyor.
Fasıl : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Veliler Ve Şahidler
Ravi : Cabir
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle, efendilerinin izni olmadan evlenirse zanidir."
HadisNo : 5655