10 Haziran 2012 Pazar

KEŞKE BAZILARININ ANASI KÜRTAJ YAPTIRSAYMIŞ

Recep Akdağ kürtajla ilgili olarak şu sözleri saf etmişti: “Bazen ‘Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?’ vesaire gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar” Akabinde de dedi ki: “Tecavüze uğrayan bir kadın kirlenmiş bir insan değildir, tamamen masumdur... bu şekilde hamile kalmış bir kadının çocuğunu da kirli görmek, kirlenmiş görmek insanlık dışı bir tutumdur.” Akdağ’ın sözlerine geri döneceğim ama önce şunu söylemek istiyorum ki Akdağ’ın söylediği bu “insanlık dışı” tutumu takınan kişilerin başında kendisiyle aynı partide bulunan biri geliyor. Ne buyuruyor Gökçek tecavüze uğrayan kadın kendini öldürsün bebeğini niye öldürüyor ki, diyor. Ne kadar insancıl, ne kadar güzel değil mi?

Yani bazı insanların aklına şaşmamak elde değil. Bir konuda hiçbir düzgün fikrin, adamakıllı bir bilgin yoksa sus kardeşim, en azından sus. Saçmalamak yerine sus. Konuşup da kepaze olacağına bari sus. Sus da ne olduğun belli olmasın.

Kürtaj konusunda her ne hikmetse hep erkek siyasetçiler konuşuyor bu arada. Kadınların tek bir fikri söyleyecek tek bir sözü yok sanki. Aslında AKP’li kadınların bu konuda konuşmasını beklerdim. Erkek genel başkanlarının kadın bedenini sürekli siyaset malzemesi yapması karşısında onurlu bir duruş sergileyip bedenimiz bizimdir , demek yerine susan tüm AKP’li kadınlara da “YAZIKLAR OLSUN!” diyorum. Hani o KADER midir nedir, mecliste kadın milletvekili olsun diye yeri göğü inleten güya kadının haklarını savunan o örgüt nerede, neden sesi soluğu çıkmıyor? Yahu kadınları ilgilendiren böylesi bir konuda Zeus aşkına neden tek bir kadının sesi çıkmıyor? Bu kadar mı sindirildiniz, bu kadar mı korkuttu sizi bu takunyalı diktatörlük?

Akdağ’ın sözlerine tekrar döneceğimi söylemiştim Akdağ tecavüz sonucu doğacak çocuğu kirli görmek insanlık dışı bir tutumdur, diyor ki bu çok doğru. Amma ve lakin tecavüz sonrası hamile kalan bir kadına sen kürtaj yaptıramazsın bu çocuğu doğuracaksın işte o kadar, demek o kadını kirli görmekten çok daha iğrenç ve insanlık dışı bir tutumdur. Hiç kimse bir kadını kendisine tecavüz eden bir sapığın çocuğunu doğurması için zorlayamaz. Böyle bir durumu tarif etmek için “iğrenç” kelimesi bile yetersiz kalıyor.

Bütün bunlar bir yana sanki mevcut nüfus için istihdam olanakları sağlanmış, sanki hiç geçim sıkıntısı yok, sanki onbinlerce üniversite mezunu işsiz sürünmüyor, sanki işsizlik tavan yapmamış gibi bir de insanların daha çok çocuk yapmasını istemek de neyin nesi? Daha çok nüfus, daha çok işsiz, daha çok kaos, daha çok karışıklık, daha çok suç, daha çok hapishane… Sen şu nüfusa iş verebiliyor musun, şu nüfusta bir devleti yönetebiliyor musun ki yutamayacağın bir lokmayı yemeye kalkıyorsun.

Gelelim daha zigot, embriyon, fetüs gibi kavramların insandan farkını bilmeyen Başbakan’a… Başbakan’a göre kürtaj cinayetmiş. Ama aynı Başbakan’a göre Aralık 2010’da bir protesto sırasında polisin hamile bir kadını coplayıp tekmeleyip çocuğunu düşürtmesi cinayet değil. Şu an Başbakan’a destek veren işbirlikçi ve hayasız medyaya göre de bir kadını vahşice dövüp çocuğunu düşürtmek cinayet değildi. Bir sürü insana benzer yaratık köşelerinde “hamileyse ne işi var eylemde” yazacak kadar adileşebilmişti. Şimdi aynı kepaze korosu kürtajın cinayet olduğunu söylüyor. Meğer kürtaj ne güzel bir şeymiş. Ahh keşke sizin de ananız zamanında kürtaj yaptırsaydı da bu iğrençliği sergilemeseydiniz gazeteci benzeri yaratıklar keşke kürtajla alınsaydınız da bu kepazelikleri yaşamasaydık.



8 Haziran 2012 Cuma

ONLAR ÖCÜ, BEN CİCİ

Türkiye'de yıllardır siyaset diye bir şey yapılmıyor. Siyasi arenada rakiplerin birbirinden farklı politikaları, çeşitli konularda farklıgörüş ve düşünceleri olur. Örnek verecek olursak bir parti özelleştirmeyi savunup her şeyi satmaya kalkarken bir başkası kamulaştırmayı savunabilir. Biri vergi yükünü fakirin fukaranın, garibin gurebanın sırtına bindirip burjuvalara vergi affı çıkarırken diğeri asgari ücret ve altını vergiden muaf tutmayı önerebilir vs.    
Ama güzel yurdumun meclise girebilen dört siyasi partisi de işçinin emekçinin sorununu hiçe saymak konusunda bir olmuşlar ve izledikleri politika bakımından bir farkları kalmamış. Asgari ücretin 700 TL olması, üniversite mezunu işsizlerin gittikçe artması... Sigortasız, asgari ücretin altında bir ücret karşılığı,  haftanın altı günü, günde 10-12 saat çalışanların haline şükretmesi; dahası işsizlerin bu şartlara özenmesi meclisteki hiçbir siyasetçiyi fazla rahatsız etmiyor. Bu şekilde durumları al birini vur ötekineyken Sezen Aksu'nun şarkısındaki gibi "Beni al, beni al; onu alma!" diyorlar. Peki bunu nasıl yapıyorlar? Tabii ki bu durumda yapılacak olan (ve şu an yapılan) şey halkın hassasiyetlerine dokunmak, insanların duyarlılıklarını kaşımak ve bu yolla rant sağlamak. Yıllarca güç Kemalistlerin elindeydi ve Kemalistler İslamcıları ağızlarına pelesenk etmişlerdi. Halka hiçbir şey vermedikleri halde halktan destek bekliyorlardı. Çünkü onlar pis şeriatçıların karşısında tek alternatifti. Halk geçim sıkıntısının altında inim inim inlerken bir şeriat öcüsü yaratılmıştı ve Kemalistler de “Evet biz çok iyi değiliz; ama biz gidersek gelecek olan İslamcılar bizden çok daha kötü.” diyip durdular. Yıllarca yaratılan bir şeriat öcüsü nedeniyle saçmasapan başörtü yasağına ve hatta ordunun siyasete müdahale etmesine bile göz yumuldu. Bazı mitinglerdeki “Ordu Göreve!” yazılı pankartları da bir generalin “Bazı satılmışlar bizi cumhurbaşkanlığı seçiminin dışında tutmak istiyorlar.” sözlerini de unutmuş değiliz daha.

Gün geldi devran döndü iktidar İslamcıların eline geçti. İlk birkaç sene insanların özel hayatına müdahale yoktu, insan hakları ihlalleri bugünkü kadar değildi ve bugünlerde basın üzerinde estirilen terör de yoktu. Taaa ki… Tarihler 2007 yılının baharını gösterdiğinde cumurbaşkanlığı seçiminde AKP tek aday dayattı, tüm uzlaşma çağrılarına kulak tıkadı, ülkeyi krize sürükledi… ve niyetini gösterdi: BU MEMLEKET YA BENİM OLUR, YA DA BEN TÜM ÜLKENİN ÜSTÜNE BENZİN DÖKER YAKARIM! Ardından gelen Ergenekon operasyonlarıyla suç işlemiş olabilecek bir kişinin yanında 20 masum insan içeri tıkıldı. AKP’ye muhalif olan herkes sindirilmeye; Emin Çölaşan, Oktay Ekşi, Nuray Mert gibi gazeteciler Erdoğan’ın talimatıyla işlerinden olmaya; Şener ve Şık gibiler de adamakıllı bir gerekçe bile göstermeden tutukluluk adı altında hapse atılmaya, sırf AKP’ye muhalif oldukları için cezalandırılmaya başlandı. Hatta Erdoğan açıkça şunları söyledi:
“O gazetelerin patronlarına sesleniyorum. ‘Ne yapayım, köşe yazarıma hakim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin… Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun… O insanlara o kalemleri teslim edenler de der ki: Kusura bakma, bizim dükkanda sana yer yok." (26 Şubat 2010 Cuma/  AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı) Açık açık benim hoşuma gitmeyen şeyler yazanı kovacaksın, diyor. Tarihin en büyük hırsızlığını (Deniz Feneri) yapanlar elini kolunu sallayarak dolaşırken onları yargılamaya cüret eden savcılar belki de hapse girecek. Yasal olarak olmasa da fiili olarak mecliste Deniz Feneri yolsuzluğunu konuşmak yasak. Sayısal üstünlüğüne güvenen AKP resmen orman kanunlarını uyguluyor. Deniz Feneri’yle ilgili bir kelam etmek istedi diye Kamer Genç’e yapılan saldırıryı unutmayalım.
Bugünkü noktaya geldiğimizde hani yani Kemalistlerin “İslamcılar gelirse bizi mumla ararsınız.” tavrının pek de haksız olmadığını görüyoruz. İnanılmaz bir baskı, acayip bir durum. Yalnız şimdi de ilginç bir şekilde aynı oyunu AKP oynuyor. Biz gidersek var ya yerimize darbeciler gelir o zaman bizi mumla ararsınız, diyorlar.  Eskiden nasıl şeriat tehlikesi olmadığı halde bir şeriat öcüsü yaratılıp insanlar bununla korkutuluyorsa şimdi de aynı şekilde bir darbe tehlikesi olmadığı halde bir darbe öcüsü yaratılmış ve insanlar bununla sindirilip korkutuluyor. İslamcılar da güzel bir şekilde istedikleri gibi at oynatıyor. Ama bir gün gelecek o at sırtından sizi atıp, yere çalacak daha önce bir kez attan düşmüştü hani lideriniz bir bel fıtığıyla ucuz atlattı. At bu kez sizi yere çarptığında ayağa kalkamayacaksınız.