25 Eylül 2010 Cumartesi

AHLAK VE NAMUS ÜZERİNE

Ahlak bir toplum tarafından kabul edilen değerler bütünüdür. Var olduğu toplumun üretim ve mülkiyet ilişkilerinden bağımsız değildir. Bunu nerden anlıyoruz? Mülkiyetin olmadığı toplumlarda ahlak da yoktu diyebiliriz. İnsanların geçmişte cinsel ilişkileri bugünkünden elbette farklıydı akrabalık hukuku, karı-koca hukuku, evlilik gibi şeyler söz konusu olmayıp kısıtlamalar pek yoktu. Zamanla evrimsel süreç ve toplumsal ilerlemelerle bir şeyler değişti gelişti ve ahlak kuralları şekillenmeye başladı. Bakın mülkiyetin henüz çok çok başlarında olan, pek bir özel mülkiyetten söz edilmeyen toplumun ahlakına:

“Orta Avusturalya'daki Arunta kabilesinde, her kadının evlenmeden önce belirli akrabalık ilişkileri içinde bulundugu çeşitli erkeklerle belli bir sıraya göre cinsel ilişkide bulunması gerekir; üstelik bunlardan sonuncusu dışında hepsi cinsel ilişkinin yasak oldugu akrabalık derecesindedir. Evlenme ediminden önce, daha geniş olan hakların biçimsel olarak tanınması gelir. Gene Arunta'larda ve daha bir çok kabilede, her evli kadının yaşamında bir kez bir törene katılması gerekir. Bu tören süresince evli kadına, babası, erkek kardeşleri ve ogulları dışında, dıştan evlenme kurallarına bakılmaksızın orada bulunan bütün erkeklerin ortak malıymış gibi davranılır. Yerliler kuralların çignendigi bu törenlerin, atalarının uygulamasına uygun düştügünü söylemektedirler.” (George Thompson- Tarih Öncesi Ege- sf 66)

Elbette ki bunu mülkiyet olan bir toplumda kabul edilemez görürüz ve içinde yetiştiğimiz şartlar, toplumumuzda özel mülkiyetin olması (Sadece servet mülkiyeti yoktur bugün kadın erkeğin erkek kadının, çocuklarsa her ikisinin mülküdür.) gibi şeyler nedeniyle biz bunu tuhaf ve kabul edilemez karşılarız. Oysa onlara göre bu normal ve ahlaki bir eylem çünkü henüz bizdeki anlamıyla mülkiyet yok.

Mülkiyet ve ahlak bağından söz etmişken kan davasından söz etmemek olmaz. Mülkiyetin ortaklaşa olduğu toplumlarda suç ve ceza da ortaklaşadır. Söz gelimi mülkiyetin ortak olduğu bir aşiretten bir birey mülkiyetin ortak olduğu bir başka aşiret üyesini öldürürse öldürülen taraftan biri de karşı taraftan herhangi birini öldürür velev ki bu kişinin cinayetle hiç ilgisi olmasın. Cinayetten sadece katil değil bütün bir aşiret sorumlu tutulur. Ya da diyet (kan parası) ödenecek bu durumda aşiretin malı ortak olduğu için diyet de aşiretin malından (söz gelimi sürüden beş koyun) ödendiğinden dolayı yine suç ve ceza tüm bir aşirete aittir.
Oysa bireysel mülkiyetin söz konusu olduğu yerlerde kan davası “saçma ve barbarca” görülür. Cani işlediği cinayetten sadece kendisi sorumludur ve bir kişi suç işleyince hapse atılan, polis tarafından tutuklanan vb. Suç yüzünden yaptırıma uğrayan suçlunun ağabeyi, babası, yeğeni değil ancak suçlunun bizzat kendisi olabilir. Şehirlerdeki modern yaşama adapte olmuş insanlar kan davasını nasıl kabul edilemez ve ayıp buluyorsa kan davası denen olgunun süregeldiği ortamda olan insanlar da karşı taraftan birini öldürmemeyi kan davası gütmemeyi kabul edilemez ve ayıp bulur.

Ekonomik ilişkiler ve üretim biçimi insanlar arasındaki ahlaki ilişkileri işte böyle belirler. Mülkiyetin ortak olduğu yerde suç ve ceza ortak. Mülkiyetin bireysel olduğu yerde ise suç ve ceza bireyseldir.

Başlangıçta seks gayet normal bir şeydi ve kaç göç yoktu. Bu vücudun bir ihtiyacı ve doğal yemek yeme gibi bir şey olduğundan ve insan aleni bir şekilde yiyip içtiği gibi. Seksi de insanlar kaç göç gizli saklı olmadan aleni orta yerde yapıyordu. Massagetae diye ilkel bir kavim vardı. Onlarla ilgili bazı kaynaklar günümüze kadar gelmiştir.

“Herodotos şöyle yazar : Her erkek bir kadınla evlenir, ama ondan yararlanmaya herkesin izni vardır. Yunanlılar’ın İskitlere yükledigi şeyler, Messagetea kavmi için geçerlidir. Erkek bir kadını arzuladıgında sadagını kadının arabasının önüne asar ve onunla yatıverir. Bu durumda eyleminin bir imgesi olarak okunu topraga saplar.”
(George Thompson- Tarih Öncesi Ege-165)


Bu cinsel ilişki herhangi bir gizlenme gereği duyulmaksızın ortalık yerde yapılırdı. Mülkiyet yoktu, sınıf farkı yoktu, ahlak da yoktu. Daha sonra üretimin gelişmesiyle, bir üretim fazlası (servet) ortaya çıktı. Servet bir vasiyi, vasi monogamiyi ve monogami de bugünkü ahlakı getirdi.

Yine herhangi bir kavga, savaş bilmeyen, özel mülkiyet sahibi olmayan eskimolarda evin kadının kocasının izni ve bilgisi dahilinde eve gelen misafirle cinsel ilişkiye girmesi olağandır. Elbette günümüz ahlakının ensestten kaçınma gibi genetik zenginliği çeşitliliği artırdığı olumlu bir yanı ama bununla beraber olumsuz yanları da vardır. Sancılı ergenlik dönemi biyolojik bir olgu olmayıp kültürel kaynaklıdır. Ergenlik döneminde hormonların zirve yapması ile gençler günümüz toplumlarında büyük bir sıkıntı ve buhran yaşamaktadır. Oysa cinsel anlamda kısıtlamaların olmadığı toplumlarda mesela Samoa Adası’ndaki yerlilerde ya da Trobriand takımadalarında gençlerin ergenlik dönemi çok rahat, depresyonsuz sıkıntısız geçmektedir. Burada insanlar gençken diledikleri gibi karşı cinsten farklı kişilerle sevişip daha sonra gitgide bir kişiye daha çok bağlanarak onunla evlenmektedir. Çocukların cinselliği keşfetmesi büyükler tarafından panikle karşılanmaz desteklenir çocuklar daha 6-7 yaşlarında elbette büyükler gibi bir cinsel ilişki yaşamaz ama birbirlerine dokunmaya, birbirlerini okşamaya, cinsel oyunlar oynamaya başlarlar. Bu büyükler tarafından engellenmez ve baskı altına alınmaz. Bu toplumlarda eşcinsellik de görülmez. Üstelik ters ilişki kadınla erkek arasında bile yoktur. Bunu beyazlardan öğrendiklerinde hayrete düşmüş ve insanın penisini dışkıya sokmasının normal bir davranış olamayacağını söylemişlerdir. Ne zamanki Kilise buralara gelmiş, misyonerler bu insanların yaşam tarzını değiştirip onları Hıristiyanlaştırıp cinsel perhiz uygulamaya başlatmış işte o zaman buralarda da bizim modern dünyamızdaki gibi sinir hastaları, eşcinseller, psikolojik sorunlu insanlar çıkmaya başlamıştır.

İnsanoğlu modern dünyada edindiği ahlakî normların evrensel olduğunu düşünür. Mesela günümüzde çocukla daha çok ilgilenen, karnını doyuran, altını temizleyen genelde hep annedir. Bu işler pek çok insanca dünyanın her yerinde kadının görevi zannedilir oysa Trobriand adalarında çocuk büyütme ile ilgili bütün işler, babadan beklenir. Bebeği yıkamak, doyurmak, şefkat gösterip, kucağında gezdirmek babanın görevidir. Annenin çocuğa bakması modern toplumlarda üretim ilişkilerinin dayattığı bir şeydir. Baba işte akşama kadar çalışırken çocukla anne ilgilenir. Yoksa analık içgüdüsüne ana şefkatine bağlamaya kalkarsak “Bu içgüdü neden Trobriand adalarındaki kadınlarda bu kadar zayıf?” diye sormak gerekir. Elbette pek çok toplumda annenin görevi babadan fazladır, elbette modern toplumlarda anne babaya göre daha şefkatli ve çocuğa düşkündür ama bu biyolojik bir olgudan daha çok toplumsal kuralların dayattığı bir durumdur. Trobriand adalarında iyi bir baba çocuk için iyi bir arkadaş da olmalıdır. İşte bizim modern dünyamızda “vahşi” diye nitelendirdiğimiz insanların böyle gayet güzel ahlaki kuralları da vardır.

Şimdi sınıflı toplumlarda mülkiyet babada yani dolayısıyla soy da babadan geçiyor ki anaerkil toplumlarda durum tam tersiydi soy anadan geçerdi. Erkek kendi dölü olana mirasını bırakmak istiyor ve kadının bu düzende tek eşli olması bekleniyor. Çünkü soy babadan geçiyor. Bu başka bazı hayvan türlerinde de görülür söz gelimi erkek aslan bir dişiyle çiftleşmek isterse önce dişinin başka erkekten olan tüm yavrularını öldürür. Ve dişi tekrar yavrulamak için bu evlatlarının katiliyle ilişkiye girer.

İşte mülkiyetin babada olması soyun babadan geçmesini dolayısıyla kadının tek eşli olmasını sağlıyor. Erkek için ise döl bırakacağı kadın sayısı sınırlı değil. Bir erkeğin birden fazla karısının olması olağan karşılanıyor peki çok karılı bir adamın karılarının durumu nasıl? Kadınların cinsel zevk ve istekleri ne yolla tatmin olacak? Adam hepsine birden yetecek mi? Elbet buna da çare bulunuyor. Çare: kadın sünneti. Genç bir kızın klitorisi kısmen ya da tamamen alınır. Klitorisin kesilmesi kadının cinsel ilişkiden zevk almasını önlemek içindir. Hatta Afrika’da bazı yerlerde klitoris kesildikten sonra kadının cinsel organındaki dış dudaklarda birbirine dikilmekte. Erkek zifaf gecesi önce bu dikişleri patlatıp ardından bekaret zarını yırtarak kadına adeta iki kez sahip olur. Dış dudakların dikilmesi bu toplumlarda bir erkek için el değmemiş kadına sahip olmanın önemini gösteriyor. Bunlar tam bir psikopatlık örneği böyle bir operasyonla karşılaşan kadın artık hayatı boyunca cinsel ilişkiden zevk alamayacak hatta büyük ihtimalle de seksten nefret edecektir. İşte toplumun istediği de zaten budur. Kadın seksten nefret etmeli kendini yalnız kocasına vermek için seks yapmalıdır seksten zevk almamalı ki o…pu olmasın. Böyle hastalıklı bir toplumun mahsülü olan erkek ise genelde kadının zevk alıp almamasını umursamaz kendisi “mala vurup” rahatlamıştır ya yeter. Cinselliğin yasak ve ayıp olduğu toplumun hastalıklı beyinleri kadın ya da erkek olarak cinsel ilişkiye bakışları hastalıklıdır. Cinsel ilişkiyi “sikişmek, takışmak, bir iki posta atmak, düzmek, sikiş sokuş” gibi en aşağılık kavramlarla karşılamakta bir sakınca görmezler. Günümüz modern dünyasında yaşayan insanın cinsel ilişkiye bakışı bu denli sığ ve adicedir.

İnsan neden bu kadar adileşebilir? Basit bir doğa olayına her iki cinsinde zevk alması gereken bir şeye nasıl böyle hastalıklı bakabilir. Çünkü artık cinsel ilşkiyle sevgi ayrılmıştır. Karşılıklı sevgi olmadan yaşanan ilişki yozlaşır. Vahşi diye nitelendirdiğimiz insanlar arasında birbirini sevenler birbirlerine sevgiyle yaklaşan gençler sevişirken. Modern toplumumuzda cinsel açlıktan delirecek duruma gelmiş gençler kendi tabirleriyle “düzüşmek” için ufak bir fırsatı kaçırmayacaklardır. Arada sevgi olması gerekmez uygun durum değerlendirilir. İşte kendi ellerimizle kendimizi içine soktuğumuz rezil durum.

Bugünkü toplum düzeni elbette insan doğasına uygun bir ahlakı yerleştirmek için elverişli değil üretim ve mülkiyet ilişkileri, bunlara bağlı sosyal yapı doğamıza uygun bir ahlakı yerleştirmeye engel. Bir kere çocukların ve gençlerin cinselliği özgür ve doyasıya yaşaması önünde çekirdek ailenin varlığı büyük bir engel. Bugünkü ekonomik yapı da ne yazık ki çekirdek ailenin sürmesinden yana. İnsanlar ihtiyaç fazlası menkul/gayrı menkul şeylere sahip olunca yani “servet” var oldukça insanlar bu servete vasi arayacak ve bu vasi de o kişinin kendi dölünden olan çocuğu olacaktır. İnsanların ihtiyaçlarının tam anlamıyla karşılandığı ve kimsenin ihtiyaç fazlasına sahip olmadığı bir sistem gerekli. Bu şart ama böyle bir sistem kurduktan sonra olabilecekler hakkında fikir yürütebiliriz.

Çocuklar bir anne babanın otoritesi altında büyüklerle beraber büyümek yerine modern bakımevlerinde elbette yanlarında yetişkinler de olarak aile baskısından uzak büyümelidir. Gençlerin cinsel açlık çekmesinin ve bu durumun doğurduğu sonuçların başsorumlusu ailedir. Çocuklar anne baba baskısından uzak yaşıtlarıyla diyalog içinde özgür ve sosyal bireyler olarak yetişmelidir. Çocukların kaldıkları kreş benzeri bakımevlerinde kızlarla erkeklerin banyosu, lavabosu, tuvaleti ayrı olmamalıdır. Hatta odalar dahi karışık olmalıdır. Hayır bu onları kötü bir şeye sevketmez bilakis hemcinslerine ve karşı cinse saygılı olmayı öğrenirler. Çocukların birbirlerine dokunması cinselliği keşfetmesi baskı altına alınmamalı ama çocuklarda cinsel açıdan olgunluğa eriştikleri 12-13 yaşlarından evvel korunma yöntemleri konusunda eğitilmeli. Ayrıca erotik fıkralar, porno dergiler gibi gençlerde cinsel sorunlar ve sıkıntılar yaratan şeyler de terk edilmeli. Ama bunlar tekrar edeyim cinsel açıdan özgür bir toplumda yapılmalı. Bugün için konuşursak porno dergiler ve porno filmler cinsel yaşamı baskı altındaki insanların en doğal bir ihtiyacıdır.

İnsan cinselliği doğasına uygun bir şekilde yaşamalıdır. 13-30 yaş arasında insanların cinsel performansı çok yüksektir. İnsanlar bu çağlarda bol bol doyasıya cinsellik yaşayacak mesela 19 yaşında biri günde üç kişiyle cinsel ilişkiye girse yorulmaz, zaten 30’a yakın bir yavaşlama olur. İnsanlar cinsel açıdan eskisi gibi olmdıkça volkan dindikçe bir kişiye daha çok bağlanır. Ve o kişiyle sürekli bir beraberlik kurabilir. Aynı zamanda cinsel açıdan özgür bir toplumda insanlar fahişelerle değil tanıdıkları kişilerle cinsel ilişkiye gireceği için zührevi hastalıklar da minimuma iner. Keza cinselliğin baskı altına alınmadığı yerlerde eşcinsellik olmaz.

Keza sadece çocuk bakımevlerinde değil hapishanelerde de kadın ve erkekler beraber olmalı ve askerlikte de eşcinselliğin önüne geçmemiz ancak böyle mümkün olur. Evet bugünün şartlarında bugünün perspektifinde bu imkansız gibi görünebilir. Ama unutmayın ki bunu değerlendiren insan paradigması bu toplum içinden çıkan bugünkü değerlerle şekillenen paradigmadır. İsteyen cinselliği özgürce yaşayabilirken isteyen de kendini evleneceği kişiye saklayabilir ya da ölene dek bakire kalabilir. İsteyenin başkasına karışmadan kendi cinsel hayatını sakatlamasına elbette kimse karışamaz. Ama bu insanlar da cinselliklerini özgürce yaşayana karışamaz. Bir de İslam’ın dikte ettiği ahlak kuralları vardır ki bunlar ayrı bir yazının konusu:

http://kloroben.blogspot.com/2009_04_01_archive.html

2 Eylül 2010 Perşembe

REFERANDUMDA NE DEMELİ?

http://www.yenianayasaicin.org/wp-content/anayasa-degisiklik-tbmmye-sunulan-karsilastirmali-5-nisan-2010-pdf.pdf

Haddim olmayarak okurlarıma bir şey sormak istiyorum. Kaç kişi şu yukarıdaki adrese girdi de değişiklikleri okudu? Ben bu değişiklikleri gördükten sonra "evet" demeyi uygun buluyorum. Bilen bilir, ben AKP'yi de sevmem Erdoğan'ı da ama yeni anayasada emeğin yararına düzenlemeler görüyorum. Mevcut 82 Anayasasında "Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz" maddesi var, bu madde kaldırılacak. Yine Faşist cuntanın anayasasına göre "Aynı işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz." Bu işçilerin toplu sözleşme özgürlüğünü kısıtlayan madde de kaldırılacak. Ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerine de toplu sözleşme hakkı tanınacak. Bu hakların gaspı mı yoksa emeğe bazı burjuva demokrat haklarını vermek mi?

Grevle ilgili birtakım haklar da veriliyor. “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.” Maddesi kaldırılıyor yani mevcut anayasadaki patronların zararını sendikaya ödetme kaldırılıyor. Bu bir kazanımdır bir ilerici reformdur. Ayrıca siyasi amaçlı grev,dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali ve işi yavaşlatma mevcut anayasada yasakken bu değişiklikle serbest olacak. Bunlar hep işçi sınıfı için birer kazanımdır. Zaten işçilere bazı haklar verildiği için patronlar klubü TÜSİAD bu anayasa değişikliğini istemiyor. Duygusal davranmayı onaylamıyorum AKP’den ve Erdoğan’dan nefret de etsek görece ilerici reformların yapılmasının önünü tıkayamayız. Mevcut yönetim şekilleri içinde işçi sınıfı açısından en iyisi burjuva demokrasisidir faşizme faşizmin anayasasına hayır demek ve artık değişime bir yerlerden başlamak gerek.

HSYK üye sayısının çoğaltılması ve tabandaki savcıların HSYK üyelerinin bir bölümünü seçmesi de olumlu demokratik gelişmeler ayrıca YAŞ ve HSYK kararlarının da yargı denetimine tabii olması olumlu, demokrasi açısından iyi gelişmeler. Bundan başka 15. maddenin kaldırılarak darbeyi meşrulaştıran bir şeyi reddedip hem gelecekte darbe yapılmasının önüne geçmek hem de 80 darbecilerini yargılamak da iyi bir şey. Ayrıca özel hayatın gizliliği ile ilgili düzenlemeler, fişlenme ayıbının son bulması… bunların neresi kötü?

Boykotu neden onaylamıyorum? Boykot bir meydan okuma, seçimleri inkar etmedir ve devrimci bir yükseliş bir kabarış varsa boykotun anlamı vardır. Türkiye’de şu an böyle bir hareketlilik yok. Bu kadar güçsüz sınıf hareketinin bu kadar cılız olduğu bir zamanda boykot yapmanın anlamı yok seçimlere katılım çok çok az olacak, kitleler boykot edecek ki boykot boykota benzesin. Sınıf hareketliliğinin ve sınıf bilincinin sıfır düzeyde olduğu bir durumda boykot işe yaramaz. Aksine güçsüzken böyle bir kalkışma zarar verir. Bu yüzdendir ki Lenin Rusya’da 1905’teki seçimlerde boykot önerirken 1907’de boykotun bir anlamı olmadığını savunmuştur. Çünkü 1905’te kabaran devrimci durum 1907’de yoktu. Ayrıca bugün boykotçuluk işçilere ne kazandırır? Hiç… Koca bir hiç. Boykotçular ne vaat ediyor? Yine hiç. O zaman bırakın da işçi sınıfı kendisine verilen hakları elinin tersiyle itmesin. Görece özgürlükçü ve demokrat anayasaya evet diyelim ki emeğin yararına reformların önünü tıkamayalım. Ama yetmez bir taraftan sandıkta yapılan değişikliklere evet derken diğer yandan yeni talepler için mücadele etmek taraftarıyım. Herkesi özellikle emekten taraf tüm arkadaşları, yoldaşları boykot kararını gözden geçirmeye ve sınıfın yararına olacak reformlara evet demeye çağırıyorum.

27 Temmuz 2010 Salı

KELEBEK RECEP

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün Ordu'da yaptığı konuşma nedeniyle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na 'ihanetin belgesini açıkla' dediği gerekçesiyle tazminat davası açtı. (Hürriyet) RTE meğer çok ince ruhlu, çok hassas biri adeta bir sevda kelebeğiymiş. Şu hassaslığa şu alınganlığa bakın adeta gözlerim yaşarıyor. Bir insan bu kadar hassas, bu kadar pembe, bu denli kelebek kıvamında olabilir. RTE bu ülkenin gördüğü en nazik kelebek alınganlığa bak canım canım.

RTE kendini eleştirdi diye Gazeteci Cüneyt Arcayürek’e “hain” dememiş miydi? Bu söz hakaret ise RTE neden dokunulmazlık zırhının arkasına saklanıp rahat rahat hakaret ediyor? Yok değilse Kılıçdaroğlu’na neden dava açıyor? Amacım Kılıçdaroğlu ya da CHP’yi savunmak değil. Zaten bir kez olsun CHP’ye oy vermiş değilim. Amacım Başbakan’ın ne kadar kibar bir kelebek olduğunu sergilemek.

Parti aracıyla geçerken 12-13 yaşlarında bir çocuk konvoya “Allah seçimlerde cezanızı verecek !” diye bağırınca korumalarına çocuğu zorla getirtip çocuğun ensesine tırnaklarını geçirmek gibi insanlık dolu bir davranışı da bizim Kelebek Recep gerçekleştirmedi mi? Canım benim Kelebek Recebim. Sen ne hassas, ne ince ruhlu ne yüce bir varlıksın.

Allah’ın bir gariban çiftçisi “Anamız ağladı” diyince bizim kibar kelebek Nazik Recep gayet hassas ve güzel bir şekilde : “Ulan… Artist… Terbiyesiz … Ananı al!” diye içinin ne denli yandığını çiftçinin dediklerinden ne denli müteessir olduğunu haykırmıştı. Ah benim Recep’im, Recep’im sarı lira vereceğim almazsan lolipop vereceğim nıy nıy nıy….

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül askeri darbesinde idam edilen ülkücü ve devrimcilerin ardından gözyaşı dökmesi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi kızdırdı. Bahçeli, Erdoğan’ı ‘kara bir ilkesizlik, riyakârlık, siyasi sahtekârlık ve münafıklık’la suçladı. Hüseyin Çelik ne yaptı? "Fikretmeyenler küfrederler. Sayın Bahçeli başta olmak üzere bize küfredenlerin bize hakaret edenlerin hakaretlerine ve küfürlerine aynı şekilde karşılık vermeyeceğiz" dedi. Ah canım ne duyarlısın aynı duyarlılığı Başbakan’ın bir garibana “Ananı al!” derken neden göstermedin ya da Kürşat Tüzmen “Avrupalı ne çocuğu olduğunu bilir.” Derken neden o zaman da "Fikretmeyenler küfrederler” vecizesini söylemedin, hı a benim hassas kelebeğim. A benim sulugözlü, ağlak kelebeklerim... Kelebeksiniz kelebeek, ah ne vardı karşınızda adam gibi bir muhalefet olaydı da iktidar ömrünüz de kelebelek gibi olaydı.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

SAVULUN KILIÇDAROĞLU GELİYOR!

Kemal Kılıçdaroğlu’nu tüm Türkiye tanıyor artık. Düellolardaki sabrı, tartışma adabı vs. iyi iyi olmasına iyi de bu Kılıçdaroğlu geldi diye hemen bir tuhaf rüzgâr esmeye başladı. Sanki AKP’nin tercih edilmesinin tek sebebi Baykalmış gibi. CHP’nin sadece genel başkan değişikliğine değil bir anlayış değişikliğine ihtiyacı var.

En başta CHP sırtını sürekli Anayasa Mahkemesi’ne ya da TSK’ye yaslamaktan vazgeçmelidir. Halkın desteğini kazanmaya bakmalıdır. TSK ya da yargı CHP’yi iktidara taşıyamaz CHP’yi iktidara taşıyacak olan halktır. AKP mükemmel bir örgütlenme sayesinde iktidarı kazanmıştır. CHP de gecekondu mahallelerinde örgütlenmelidir.

Katı bir milliyetçilik içinde –kendine sol demesine rağmen- adeta Faşizme yaklaşan şekilde söylemini bir kenara bırakmalıdır. Kılıçdaroğlu Abdullah Gül’ün annesi Ermeni’dir, diyen ve Ermeni kökenli olmayı kötü bir şeymiş gibi gösteren bir CHP’li vekile tavır koymuş mudur? Ya da Baykal’ın Ergenekon avukatlığına bir şey demiş midir? Kılıçdaroğlu CHP’nin hangi Faşizan baskıcı uygulamasına ses çıkarmıştır? Kılıçdaroğlu türban yasağını kaldıracak mıdır? Kılıçdaroğlu elbette CHP’deki bu sorunların kaynağı olmamıştır ama bu gibi durumlarda da ses çıkarmayarak CHP’nin uygulamalarını onaylamıştır.

CHP Kürt açılımını eleştiriyor. Elbette her şey eleştirilebilir ama CHP Kürt açılımını eleştiriyorsa buna karşı alternatifini ortaya koymalıdır. Eğer Kürt sorununa çözüm bulamıyorsa en azından çözümlemeye çalışanları engellememelidir. AKP’nin her yaptığını eleştirmek yerine kendi programını net bir şekilde ortaya koymalıdır.

Halk aç işsizlik var insanlar sefilken CHP de iktidara gelse yoksul olanlara erzak ve kömür yardımını CHP de yapmalıdır. AKP'yi erzak dağıtıyor kömür dağıtıyor diye suçlamak yerine CHP de bunu yapmalıdır. İnsanlar yoksul ve işsizlik korkunç boyutlardayken açlık çeken insana AKP’nin yardımını aldı diye kızmamalıdır.

CHP’nin bir değişime ihtiyacı olduğu kesin ama bu değişim bir genel başkan değişikliği değil anlayış değişikliği olmalı. Özellikle Erdal İnönü’den sonra hızla radikal sağa geçiş yapan CHP artık biraz merkeze yaklaşmalıdır. Şu katı Laiklik söylemini de bir kenara bırakmalıdır artık. İnsanlar açsa öncelikleri Laiklik olamaz maalesef. Çünkü laiklik karın doyurmaz.

Bütün bunları CHP yapabilir mi? Son tahlilde bütün bu değişiklikleri gerçekleştirse de CHP burjuvazinin CHP’sidir. Emekten emekçiden yana olmayı CHP ne zaman başardı? AKP gibi burjuva sınıfa hizmet etmekten ne zaman geri kaldı? 65 yaşında emekliliğe ve AKP’nin işçilerin hakkına saldırmasına ciddi bir direnişi ne zaman gösterdi? Tabii Kılıçdaroğlu geldii, her şey çok güzel olacak, modunda olanlara da söylenecek tek şey var: İyi uykular, tatlı rüyalar.

16 Mayıs 2010 Pazar

DÜRBÜNCÜ

Çok küçüktüm annem beni “Dürbüncü”yle korkuturdu. Çok uzaklarda bir dürbüncü varmış elinde dürbünüyle etrafı gözetlermiş annesini üzen kızdıran çocukları kaçırır kolunu bacağını keser dilendirirmiş eğer akıllı olmazsam bu Dürbüncü beni de kaçırır kolumu bacağımı kesip beni de dilendirirmiş.

Küçük çocuklarda “yalan” kavramı yoktur inanırdım ben de annem de hep Dürbüncü’yle korkuturdu beni. Hele bir gün bana “Seni yarın Dürbüncü’ye vereceğim!” diye bağırınca hem o gün hem de ertesi gün korkudan mahvolmuştum. Annem beni bir adama teslim edecek ve bu adam benim kolumu, bacağımı baltayla kesip beni dilendirecek aklım almıyordu. Ben annemi bu kadar severken o beni nasıl buna layık görüyordu? Elbette beni Dürbüncü’ye teslim etmedi ve kimse de kolumu bacağımı kesmedi ama bu tavır ve sürekli dürbüncü korkutmaları daha küçücükken psikolojimi bozdu. Yoksulluk korkusu, gelecek kaygısı, kendine güvensizlik, depresif ruh hali….. Yani yığınla yaralanma ve zarar.

Aslında gelmek istediğim yer başka. Anneme bu “Dürbüncü”yü icat ettiren şey ne? Ya da başka bir deyişle annem neyden ilham alarak dürbüncüyü uydurdu? Uzaklarda bir yerde oturan dürbünüyle insanları gözetleyen ve kafasını kızdıran kişilere akıl almaz işkenceler yapan bu Dürbüncü fikri ona nerden gelmişti?

Belli bir yaşa geldiğimde artık Dürbüncü benim için yoktu. Ama onun yerini başka bir psikopat almıştı. Beni dürbüne ihtiyaç olmadan gözetleyen ve bana işkence etmeye can atan bu psikopatın adı “Allah”tı. Ve daha sonra üniversite yıllarında Turan Dursun’un kitaplarıyla tanışınca bu ikinci Dürbüncü’nün de ilki gibi hayal mahsulü olduğunu çok iyi anladım. Gelin şu üç günlük dünyada böyle masallara inanmayın Dürbüncü ne kadar mantıksız ne kadar akıl dışıysa Allah’ında ondan zerre farkı yok. İyi bir insan olun, insanları sevin, yardım edin ama birileri sizi içinde sonsuza kadar seks yapacağınız Cennet denen kerhaneye alacağı için değil huzurlu ve kendisiyle barışık, sağlıklı bir insan olmak için yapın bunu.

28 Ocak 2010 Perşembe

KISKANÇ, KİNCİ, TUTARSIZ YAHVE

Mısır’dan Çıkış’ta bakalım Tevrat’ın Yahvesi İslam’ın Allah’ı ne diyor...
Çık.34: 14 Başka ilahlara tapmayacaksınız. Çünkü ben kıskanç bir RAB, kıskanç bir Tanrı'yım.
Benden başka ilah yoktur, demiyor bilakis var. Başka ilahların varlığını kabul ediyor ve onlara tapmayacaksınız diyor. Çünkü onlara taparsak bu ilah onlara tapmamızı kıskanırmış. Hiç olmayan bir şey kıskanılır mı? Elbette hayır. Demek ki başka tanrılar var ve Yahve ya da Yehova artık her ne ise adı şu Tevrat’ın tanrısı bu başka ilahlara karşı o kadar kıskançlık duyuyor ki başka ilahlara tapanları yakmaya üstlerine gazap yağdırmaya kadar vardırıyor işi.
Pekiyi bütün bunlardan sonra diniyor mu öfkesi? Ne mümkün... Hapı yuttun torununun torunu bile o başka ilaha tapmasa dahi o da hapı yuttu. Ben mi diyorum yoo Yehova diyor:
Çık.20:5 Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı'yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü, dördüncü kuşaklardan sorarım.
Nasıl hastalıklı bir kinse artık... Hani yani negatif Ateist de olsam bazan bu tür sapıklıkları okuyunca tanrıya iman edesim geliyor. Neden mi? Bu tarz bir psikopatlık, böyle cani bir sapıklık, böyle bir vampirlik insanüstü bir şeyde olabilir ancak. Bir insan bunu yazacak kadar bu tehditleri savuracak kadar üstün bir psikopatlık gösteremez. Şuna bir bakalım:
Yşa.13: 16 Yavruları gözleri önünde parçalanacak, Evleri yağmalanacak, Kadınlarının ırzına geçilecek.
Kuran’ın Tevrat’ı Allah kelamı saydığı ve doğruladığını daha önce anlatmıştım (bkz: http://kloroben.blogspot.com/2009/11/islama-gore-tevrat-ve-incil.html ) şu halde bunlar da Kuran’a göre bu sapıklıklar, Hakk’ın sözü. Ama biz şimdi bunu bir tarafa bırakalım ilk ayete tekrar dönelim:
Çık.34: 14 Başka ilahlara tapmayacaksınız. Çünkü ben kıskanç bir RAB, kıskanç bir Tanrı'yım.
Musevilik sizin de bildiğiniz gibi Mısır’da doğuyor çok tanrılı bir başka dinin olduğu domuzun pis ve mundar kabul edildiği Mısır... Oranın eski çok tanrılı dinine ne kadar da benziyor. Saçmalık ve tutarsızlıklarıyla bir yandan da İslam’a benziyor. Şimdi şu ayete dikkat edelim: Nah.1: 2 RAB kıskanç, öç alıcı bir Tanrı'dır. Öç alır ve gazapla doludur. Hasımlarından öç alır, Düşmanlarına karşı öfkesi süreklidir.
Bir de şuna bakalım: Eyüp.5: 2 Aptalı üzüntü öldürür,Budalayı kıskançlık bitirir. Tevrat hem Rabbin kıskanç olduğunu bilmemkaç yerde tekrar tekrar söylüyor hem de sonra kalkıp “Budalayı kıskançlık bitirir” diyebiliyor. Tıpkı iki yüz küsür kez yemin eden Kuran’ın çok yemin edene güvenme, demesi gibi. Bu dini inançlar değil mi asırlardır insanı insana boğazlatan, dinler değil mi kalabalık kitleleri çobanların sürüsü yapan, yaşamak ve sevgi bu kadar güzelken dinler değil mi sevgi yerine nefreti yaşam yerine ölmeyi ve öldürülmeyi yücelten? Yeryüzünde dinler var oldukça huzur olmayacaktır. Bütün bunlara rağmen iman edenler lütfen inandığınız Allah aşkına bir sorgulayın elimizden kaçan fırsata bakın daha güzel bir dünya ellerimizde!

20 Ocak 2010 Çarşamba

ALLAH'TAN İNCİLER...

Bir eser düşünün ki bu eser yazılı bir kitap olsun. Herkesten daha zeki ve olağanüstü vasıflarda birinin yazdığı iddia edilsin ama bu eser satır satır hakaret barındırsın “nankörler, aşağılık maymunlar, domuzlar, beyinsizler, kütükler, eşekler, Allah sizi kahretsin...” kiminde insanların bir kısmına kiminde insanların tamamına. Gerçek şu ki insana inancı yüzünden ya da bir şeyleri sorguladı diye küfretmek iğrenç bir fiildir. Her kim yaparsa yapsın ve kimden gelirse gelsin. Bunu yapan tanrı da olsa böylesi bir tanrıya tapmak oldukça aşağılayıcı bir duygu olsa gerek. Bakalım şimdi Kuran’daki bazı hakaretlere.

MAİDE SURESİ : 60 De ki: "Allah katında ceza olarak bundan daha kötüsünü size bildireyim mi? Allah'ın lanetlediği, üzerine gazap indirdiğidir o. Allah böylelerinden maymunlar, domuzlar ve tağut uşakları yapmıştır. İşte bunlardır yer bakımından daha kötü, yolun denge noktasını kaybetme bakımından daha şaşkın olanlar."

BAKARA SURESİ: 65 Yemin olsun, içinizden Cumartesi gününde azgınlık yapanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: "Aşağılık maymunlar oluverin."

A'RAF SURESI: 166 Ne zaman ki, yasaklandıkları şeylerden ötürü öfkelendiler, onlara şöyle dedik: "Aşağılık, maskara maymunlar olun!"

A'RAF SURESI: 168 Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere böldük. İçlerinde barışsever iyiler vardı ama böyle olmayan aşağılıklar da vardı. Belki dönerler ümidiyle onları güzeliklerle de kötülüklerle de imtihana çektik.

MÜCADİLE SURESİ : 20 Allah'a ve resulüne kafa tutanlar en aşağılık kişiler arasındadırlar.


MÜDDESSİR SURESİ : 50 Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,


FURKAN SURESI : 44 Yoksa sen bunların çoğunun işittiklerini, aklettiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta yolca, hayvanlardan da şaşkındırlar.


HAKKA SURESİ : 7 Onu, onların üzerine yedi gece-sekiz gün hiç ara vermeden saldı. Topluluğu orada yerlere serilmiş görürsün. İçleri boşaltılmış hurma kütükleri gibidirler.


BAKARA SURESİ: 130 Öz benliğini beyinsizliğe itenden başka kim, İbrahim'in milletinden yüz çevirir? Yemin olsun ki biz onu dünyada seçip yüceltmiştik. Ve o, âhirette de barış ve iyilik sevenlerden biri olacaktır elbette...

BAKARA SURESİ: 142 İnsanlar içinden bazı beyinsizler: "Onları, yönelmekte oldukları kıbleden ne çevirdi?" diyecekler. De ki: "Doğu da Allah'ın, batı da. O, dilediğini dosdoğru yola kılavuzlar."

TEVBE SURESİ : 30 Yahudiler: "Uzeyr, Allah'ın oğludur." dediler; Hıristiyanlar da: "Mesih, Allah'ın oğludur." dediler. Kendi ağızlarının sözüdür bu. Kendilerinden önce inkâr edenlerine sözlerine benzetme yapıyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da yüz geri çevriliyorlar!

MÜNAFİKUN SURESİ : 4 Onları gördüğünde gövdeleri hoşuna gider. Bir şey konuşsalar sözlerine kulak verirsin. Onlar birbirine dayandırılmış keresteler/Hint kumaşı giydirilmiş kütük parçaları gibidirler. Her bağırtıyı aleyhlerinde zannederler. Düşmandır onlar; sakın onlardan! Allah onları kahretsin! Nasıl da aldatıp döndürülüyorlar!

HAC SURESİ : 66 Size hayat veren O'dur. Sonra sizi öldürüyor; sonra diriltecektir sizi. Gerçek olan şu ki, insan tam bir nankördür.

İBRAHİM SURESİ : 34 Kendisinden istediğiniz her şeyden size bir parça verdi. Allah'ın nimetini saymaya kalksanız, sayıp bitiremezsiniz. Doğrusu şu ki insan, gerçekten çok zalim, çok nankördür.

ZÜHRUF SURESI : 15 Kullarından O'na bir pay çıkardılar/bir parça isnat ettiler. Hiç kuşkusuz, insan apaçık bir nankördür.

ADİYAT SURESI : 6 İnsan, Rabbine karşı gerçekten çok nankördür!

KÂFİRÛN SURESİ : 1 De ki: "Ey nankör kâfirler!

ABESE SURESİ : 17 Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!

İşte arşın, işte Halep seviye yerlerde. Zaten bloğuma ana avrat küfürlü yorumlar yazan Müslümanlardan belli oluyor Allah’ın terbiyesi. Allah da kullarına sövüyor onlar da Allah’tan ve İslam’dan aldıkları terbiyeyle aynını uyguluyor. İslam da tüm dinler gibi zararlıdır, dinler yok olmadıkça daha güzel daha mutlu bir dünya hayal olarak kalacaktır.