25 Eylül 2010 Cumartesi

AHLAK VE NAMUS ÜZERİNE

Ahlak bir toplum tarafından kabul edilen değerler bütünüdür. Var olduğu toplumun üretim ve mülkiyet ilişkilerinden bağımsız değildir. Bunu nerden anlıyoruz? Mülkiyetin olmadığı toplumlarda ahlak da yoktu diyebiliriz. İnsanların geçmişte cinsel ilişkileri bugünkünden elbette farklıydı akrabalık hukuku, karı-koca hukuku, evlilik gibi şeyler söz konusu olmayıp kısıtlamalar pek yoktu. Zamanla evrimsel süreç ve toplumsal ilerlemelerle bir şeyler değişti gelişti ve ahlak kuralları şekillenmeye başladı. Bakın mülkiyetin henüz çok çok başlarında olan, pek bir özel mülkiyetten söz edilmeyen toplumun ahlakına:

“Orta Avusturalya'daki Arunta kabilesinde, her kadının evlenmeden önce belirli akrabalık ilişkileri içinde bulundugu çeşitli erkeklerle belli bir sıraya göre cinsel ilişkide bulunması gerekir; üstelik bunlardan sonuncusu dışında hepsi cinsel ilişkinin yasak oldugu akrabalık derecesindedir. Evlenme ediminden önce, daha geniş olan hakların biçimsel olarak tanınması gelir. Gene Arunta'larda ve daha bir çok kabilede, her evli kadının yaşamında bir kez bir törene katılması gerekir. Bu tören süresince evli kadına, babası, erkek kardeşleri ve ogulları dışında, dıştan evlenme kurallarına bakılmaksızın orada bulunan bütün erkeklerin ortak malıymış gibi davranılır. Yerliler kuralların çignendigi bu törenlerin, atalarının uygulamasına uygun düştügünü söylemektedirler.” (George Thompson- Tarih Öncesi Ege- sf 66)

Elbette ki bunu mülkiyet olan bir toplumda kabul edilemez görürüz ve içinde yetiştiğimiz şartlar, toplumumuzda özel mülkiyetin olması (Sadece servet mülkiyeti yoktur bugün kadın erkeğin erkek kadının, çocuklarsa her ikisinin mülküdür.) gibi şeyler nedeniyle biz bunu tuhaf ve kabul edilemez karşılarız. Oysa onlara göre bu normal ve ahlaki bir eylem çünkü henüz bizdeki anlamıyla mülkiyet yok.

Mülkiyet ve ahlak bağından söz etmişken kan davasından söz etmemek olmaz. Mülkiyetin ortaklaşa olduğu toplumlarda suç ve ceza da ortaklaşadır. Söz gelimi mülkiyetin ortak olduğu bir aşiretten bir birey mülkiyetin ortak olduğu bir başka aşiret üyesini öldürürse öldürülen taraftan biri de karşı taraftan herhangi birini öldürür velev ki bu kişinin cinayetle hiç ilgisi olmasın. Cinayetten sadece katil değil bütün bir aşiret sorumlu tutulur. Ya da diyet (kan parası) ödenecek bu durumda aşiretin malı ortak olduğu için diyet de aşiretin malından (söz gelimi sürüden beş koyun) ödendiğinden dolayı yine suç ve ceza tüm bir aşirete aittir.
Oysa bireysel mülkiyetin söz konusu olduğu yerlerde kan davası “saçma ve barbarca” görülür. Cani işlediği cinayetten sadece kendisi sorumludur ve bir kişi suç işleyince hapse atılan, polis tarafından tutuklanan vb. Suç yüzünden yaptırıma uğrayan suçlunun ağabeyi, babası, yeğeni değil ancak suçlunun bizzat kendisi olabilir. Şehirlerdeki modern yaşama adapte olmuş insanlar kan davasını nasıl kabul edilemez ve ayıp buluyorsa kan davası denen olgunun süregeldiği ortamda olan insanlar da karşı taraftan birini öldürmemeyi kan davası gütmemeyi kabul edilemez ve ayıp bulur.

Ekonomik ilişkiler ve üretim biçimi insanlar arasındaki ahlaki ilişkileri işte böyle belirler. Mülkiyetin ortak olduğu yerde suç ve ceza ortak. Mülkiyetin bireysel olduğu yerde ise suç ve ceza bireyseldir.

Başlangıçta seks gayet normal bir şeydi ve kaç göç yoktu. Bu vücudun bir ihtiyacı ve doğal yemek yeme gibi bir şey olduğundan ve insan aleni bir şekilde yiyip içtiği gibi. Seksi de insanlar kaç göç gizli saklı olmadan aleni orta yerde yapıyordu. Massagetae diye ilkel bir kavim vardı. Onlarla ilgili bazı kaynaklar günümüze kadar gelmiştir.

“Herodotos şöyle yazar : Her erkek bir kadınla evlenir, ama ondan yararlanmaya herkesin izni vardır. Yunanlılar’ın İskitlere yükledigi şeyler, Messagetea kavmi için geçerlidir. Erkek bir kadını arzuladıgında sadagını kadının arabasının önüne asar ve onunla yatıverir. Bu durumda eyleminin bir imgesi olarak okunu topraga saplar.”
(George Thompson- Tarih Öncesi Ege-165)


Bu cinsel ilişki herhangi bir gizlenme gereği duyulmaksızın ortalık yerde yapılırdı. Mülkiyet yoktu, sınıf farkı yoktu, ahlak da yoktu. Daha sonra üretimin gelişmesiyle, bir üretim fazlası (servet) ortaya çıktı. Servet bir vasiyi, vasi monogamiyi ve monogami de bugünkü ahlakı getirdi.

Yine herhangi bir kavga, savaş bilmeyen, özel mülkiyet sahibi olmayan eskimolarda evin kadının kocasının izni ve bilgisi dahilinde eve gelen misafirle cinsel ilişkiye girmesi olağandır. Elbette günümüz ahlakının ensestten kaçınma gibi genetik zenginliği çeşitliliği artırdığı olumlu bir yanı ama bununla beraber olumsuz yanları da vardır. Sancılı ergenlik dönemi biyolojik bir olgu olmayıp kültürel kaynaklıdır. Ergenlik döneminde hormonların zirve yapması ile gençler günümüz toplumlarında büyük bir sıkıntı ve buhran yaşamaktadır. Oysa cinsel anlamda kısıtlamaların olmadığı toplumlarda mesela Samoa Adası’ndaki yerlilerde ya da Trobriand takımadalarında gençlerin ergenlik dönemi çok rahat, depresyonsuz sıkıntısız geçmektedir. Burada insanlar gençken diledikleri gibi karşı cinsten farklı kişilerle sevişip daha sonra gitgide bir kişiye daha çok bağlanarak onunla evlenmektedir. Çocukların cinselliği keşfetmesi büyükler tarafından panikle karşılanmaz desteklenir çocuklar daha 6-7 yaşlarında elbette büyükler gibi bir cinsel ilişki yaşamaz ama birbirlerine dokunmaya, birbirlerini okşamaya, cinsel oyunlar oynamaya başlarlar. Bu büyükler tarafından engellenmez ve baskı altına alınmaz. Bu toplumlarda eşcinsellik de görülmez. Üstelik ters ilişki kadınla erkek arasında bile yoktur. Bunu beyazlardan öğrendiklerinde hayrete düşmüş ve insanın penisini dışkıya sokmasının normal bir davranış olamayacağını söylemişlerdir. Ne zamanki Kilise buralara gelmiş, misyonerler bu insanların yaşam tarzını değiştirip onları Hıristiyanlaştırıp cinsel perhiz uygulamaya başlatmış işte o zaman buralarda da bizim modern dünyamızdaki gibi sinir hastaları, eşcinseller, psikolojik sorunlu insanlar çıkmaya başlamıştır.

İnsanoğlu modern dünyada edindiği ahlakî normların evrensel olduğunu düşünür. Mesela günümüzde çocukla daha çok ilgilenen, karnını doyuran, altını temizleyen genelde hep annedir. Bu işler pek çok insanca dünyanın her yerinde kadının görevi zannedilir oysa Trobriand adalarında çocuk büyütme ile ilgili bütün işler, babadan beklenir. Bebeği yıkamak, doyurmak, şefkat gösterip, kucağında gezdirmek babanın görevidir. Annenin çocuğa bakması modern toplumlarda üretim ilişkilerinin dayattığı bir şeydir. Baba işte akşama kadar çalışırken çocukla anne ilgilenir. Yoksa analık içgüdüsüne ana şefkatine bağlamaya kalkarsak “Bu içgüdü neden Trobriand adalarındaki kadınlarda bu kadar zayıf?” diye sormak gerekir. Elbette pek çok toplumda annenin görevi babadan fazladır, elbette modern toplumlarda anne babaya göre daha şefkatli ve çocuğa düşkündür ama bu biyolojik bir olgudan daha çok toplumsal kuralların dayattığı bir durumdur. Trobriand adalarında iyi bir baba çocuk için iyi bir arkadaş da olmalıdır. İşte bizim modern dünyamızda “vahşi” diye nitelendirdiğimiz insanların böyle gayet güzel ahlaki kuralları da vardır.

Şimdi sınıflı toplumlarda mülkiyet babada yani dolayısıyla soy da babadan geçiyor ki anaerkil toplumlarda durum tam tersiydi soy anadan geçerdi. Erkek kendi dölü olana mirasını bırakmak istiyor ve kadının bu düzende tek eşli olması bekleniyor. Çünkü soy babadan geçiyor. Bu başka bazı hayvan türlerinde de görülür söz gelimi erkek aslan bir dişiyle çiftleşmek isterse önce dişinin başka erkekten olan tüm yavrularını öldürür. Ve dişi tekrar yavrulamak için bu evlatlarının katiliyle ilişkiye girer.

İşte mülkiyetin babada olması soyun babadan geçmesini dolayısıyla kadının tek eşli olmasını sağlıyor. Erkek için ise döl bırakacağı kadın sayısı sınırlı değil. Bir erkeğin birden fazla karısının olması olağan karşılanıyor peki çok karılı bir adamın karılarının durumu nasıl? Kadınların cinsel zevk ve istekleri ne yolla tatmin olacak? Adam hepsine birden yetecek mi? Elbet buna da çare bulunuyor. Çare: kadın sünneti. Genç bir kızın klitorisi kısmen ya da tamamen alınır. Klitorisin kesilmesi kadının cinsel ilişkiden zevk almasını önlemek içindir. Hatta Afrika’da bazı yerlerde klitoris kesildikten sonra kadının cinsel organındaki dış dudaklarda birbirine dikilmekte. Erkek zifaf gecesi önce bu dikişleri patlatıp ardından bekaret zarını yırtarak kadına adeta iki kez sahip olur. Dış dudakların dikilmesi bu toplumlarda bir erkek için el değmemiş kadına sahip olmanın önemini gösteriyor. Bunlar tam bir psikopatlık örneği böyle bir operasyonla karşılaşan kadın artık hayatı boyunca cinsel ilişkiden zevk alamayacak hatta büyük ihtimalle de seksten nefret edecektir. İşte toplumun istediği de zaten budur. Kadın seksten nefret etmeli kendini yalnız kocasına vermek için seks yapmalıdır seksten zevk almamalı ki o…pu olmasın. Böyle hastalıklı bir toplumun mahsülü olan erkek ise genelde kadının zevk alıp almamasını umursamaz kendisi “mala vurup” rahatlamıştır ya yeter. Cinselliğin yasak ve ayıp olduğu toplumun hastalıklı beyinleri kadın ya da erkek olarak cinsel ilişkiye bakışları hastalıklıdır. Cinsel ilişkiyi “sikişmek, takışmak, bir iki posta atmak, düzmek, sikiş sokuş” gibi en aşağılık kavramlarla karşılamakta bir sakınca görmezler. Günümüz modern dünyasında yaşayan insanın cinsel ilişkiye bakışı bu denli sığ ve adicedir.

İnsan neden bu kadar adileşebilir? Basit bir doğa olayına her iki cinsinde zevk alması gereken bir şeye nasıl böyle hastalıklı bakabilir. Çünkü artık cinsel ilşkiyle sevgi ayrılmıştır. Karşılıklı sevgi olmadan yaşanan ilişki yozlaşır. Vahşi diye nitelendirdiğimiz insanlar arasında birbirini sevenler birbirlerine sevgiyle yaklaşan gençler sevişirken. Modern toplumumuzda cinsel açlıktan delirecek duruma gelmiş gençler kendi tabirleriyle “düzüşmek” için ufak bir fırsatı kaçırmayacaklardır. Arada sevgi olması gerekmez uygun durum değerlendirilir. İşte kendi ellerimizle kendimizi içine soktuğumuz rezil durum.

Bugünkü toplum düzeni elbette insan doğasına uygun bir ahlakı yerleştirmek için elverişli değil üretim ve mülkiyet ilişkileri, bunlara bağlı sosyal yapı doğamıza uygun bir ahlakı yerleştirmeye engel. Bir kere çocukların ve gençlerin cinselliği özgür ve doyasıya yaşaması önünde çekirdek ailenin varlığı büyük bir engel. Bugünkü ekonomik yapı da ne yazık ki çekirdek ailenin sürmesinden yana. İnsanlar ihtiyaç fazlası menkul/gayrı menkul şeylere sahip olunca yani “servet” var oldukça insanlar bu servete vasi arayacak ve bu vasi de o kişinin kendi dölünden olan çocuğu olacaktır. İnsanların ihtiyaçlarının tam anlamıyla karşılandığı ve kimsenin ihtiyaç fazlasına sahip olmadığı bir sistem gerekli. Bu şart ama böyle bir sistem kurduktan sonra olabilecekler hakkında fikir yürütebiliriz.

Çocuklar bir anne babanın otoritesi altında büyüklerle beraber büyümek yerine modern bakımevlerinde elbette yanlarında yetişkinler de olarak aile baskısından uzak büyümelidir. Gençlerin cinsel açlık çekmesinin ve bu durumun doğurduğu sonuçların başsorumlusu ailedir. Çocuklar anne baba baskısından uzak yaşıtlarıyla diyalog içinde özgür ve sosyal bireyler olarak yetişmelidir. Çocukların kaldıkları kreş benzeri bakımevlerinde kızlarla erkeklerin banyosu, lavabosu, tuvaleti ayrı olmamalıdır. Hatta odalar dahi karışık olmalıdır. Hayır bu onları kötü bir şeye sevketmez bilakis hemcinslerine ve karşı cinse saygılı olmayı öğrenirler. Çocukların birbirlerine dokunması cinselliği keşfetmesi baskı altına alınmamalı ama çocuklarda cinsel açıdan olgunluğa eriştikleri 12-13 yaşlarından evvel korunma yöntemleri konusunda eğitilmeli. Ayrıca erotik fıkralar, porno dergiler gibi gençlerde cinsel sorunlar ve sıkıntılar yaratan şeyler de terk edilmeli. Ama bunlar tekrar edeyim cinsel açıdan özgür bir toplumda yapılmalı. Bugün için konuşursak porno dergiler ve porno filmler cinsel yaşamı baskı altındaki insanların en doğal bir ihtiyacıdır.

İnsan cinselliği doğasına uygun bir şekilde yaşamalıdır. 13-30 yaş arasında insanların cinsel performansı çok yüksektir. İnsanlar bu çağlarda bol bol doyasıya cinsellik yaşayacak mesela 19 yaşında biri günde üç kişiyle cinsel ilişkiye girse yorulmaz, zaten 30’a yakın bir yavaşlama olur. İnsanlar cinsel açıdan eskisi gibi olmdıkça volkan dindikçe bir kişiye daha çok bağlanır. Ve o kişiyle sürekli bir beraberlik kurabilir. Aynı zamanda cinsel açıdan özgür bir toplumda insanlar fahişelerle değil tanıdıkları kişilerle cinsel ilişkiye gireceği için zührevi hastalıklar da minimuma iner. Keza cinselliğin baskı altına alınmadığı yerlerde eşcinsellik olmaz.

Keza sadece çocuk bakımevlerinde değil hapishanelerde de kadın ve erkekler beraber olmalı ve askerlikte de eşcinselliğin önüne geçmemiz ancak böyle mümkün olur. Evet bugünün şartlarında bugünün perspektifinde bu imkansız gibi görünebilir. Ama unutmayın ki bunu değerlendiren insan paradigması bu toplum içinden çıkan bugünkü değerlerle şekillenen paradigmadır. İsteyen cinselliği özgürce yaşayabilirken isteyen de kendini evleneceği kişiye saklayabilir ya da ölene dek bakire kalabilir. İsteyenin başkasına karışmadan kendi cinsel hayatını sakatlamasına elbette kimse karışamaz. Ama bu insanlar da cinselliklerini özgürce yaşayana karışamaz. Bir de İslam’ın dikte ettiği ahlak kuralları vardır ki bunlar ayrı bir yazının konusu:

http://kloroben.blogspot.com/2009_04_01_archive.html

2 Eylül 2010 Perşembe

REFERANDUMDA NE DEMELİ?

http://www.yenianayasaicin.org/wp-content/anayasa-degisiklik-tbmmye-sunulan-karsilastirmali-5-nisan-2010-pdf.pdf

Haddim olmayarak okurlarıma bir şey sormak istiyorum. Kaç kişi şu yukarıdaki adrese girdi de değişiklikleri okudu? Ben bu değişiklikleri gördükten sonra "evet" demeyi uygun buluyorum. Bilen bilir, ben AKP'yi de sevmem Erdoğan'ı da ama yeni anayasada emeğin yararına düzenlemeler görüyorum. Mevcut 82 Anayasasında "Aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz" maddesi var, bu madde kaldırılacak. Yine Faşist cuntanın anayasasına göre "Aynı işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz." Bu işçilerin toplu sözleşme özgürlüğünü kısıtlayan madde de kaldırılacak. Ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerine de toplu sözleşme hakkı tanınacak. Bu hakların gaspı mı yoksa emeğe bazı burjuva demokrat haklarını vermek mi?

Grevle ilgili birtakım haklar da veriliyor. “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.” Maddesi kaldırılıyor yani mevcut anayasadaki patronların zararını sendikaya ödetme kaldırılıyor. Bu bir kazanımdır bir ilerici reformdur. Ayrıca siyasi amaçlı grev,dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali ve işi yavaşlatma mevcut anayasada yasakken bu değişiklikle serbest olacak. Bunlar hep işçi sınıfı için birer kazanımdır. Zaten işçilere bazı haklar verildiği için patronlar klubü TÜSİAD bu anayasa değişikliğini istemiyor. Duygusal davranmayı onaylamıyorum AKP’den ve Erdoğan’dan nefret de etsek görece ilerici reformların yapılmasının önünü tıkayamayız. Mevcut yönetim şekilleri içinde işçi sınıfı açısından en iyisi burjuva demokrasisidir faşizme faşizmin anayasasına hayır demek ve artık değişime bir yerlerden başlamak gerek.

HSYK üye sayısının çoğaltılması ve tabandaki savcıların HSYK üyelerinin bir bölümünü seçmesi de olumlu demokratik gelişmeler ayrıca YAŞ ve HSYK kararlarının da yargı denetimine tabii olması olumlu, demokrasi açısından iyi gelişmeler. Bundan başka 15. maddenin kaldırılarak darbeyi meşrulaştıran bir şeyi reddedip hem gelecekte darbe yapılmasının önüne geçmek hem de 80 darbecilerini yargılamak da iyi bir şey. Ayrıca özel hayatın gizliliği ile ilgili düzenlemeler, fişlenme ayıbının son bulması… bunların neresi kötü?

Boykotu neden onaylamıyorum? Boykot bir meydan okuma, seçimleri inkar etmedir ve devrimci bir yükseliş bir kabarış varsa boykotun anlamı vardır. Türkiye’de şu an böyle bir hareketlilik yok. Bu kadar güçsüz sınıf hareketinin bu kadar cılız olduğu bir zamanda boykot yapmanın anlamı yok seçimlere katılım çok çok az olacak, kitleler boykot edecek ki boykot boykota benzesin. Sınıf hareketliliğinin ve sınıf bilincinin sıfır düzeyde olduğu bir durumda boykot işe yaramaz. Aksine güçsüzken böyle bir kalkışma zarar verir. Bu yüzdendir ki Lenin Rusya’da 1905’teki seçimlerde boykot önerirken 1907’de boykotun bir anlamı olmadığını savunmuştur. Çünkü 1905’te kabaran devrimci durum 1907’de yoktu. Ayrıca bugün boykotçuluk işçilere ne kazandırır? Hiç… Koca bir hiç. Boykotçular ne vaat ediyor? Yine hiç. O zaman bırakın da işçi sınıfı kendisine verilen hakları elinin tersiyle itmesin. Görece özgürlükçü ve demokrat anayasaya evet diyelim ki emeğin yararına reformların önünü tıkamayalım. Ama yetmez bir taraftan sandıkta yapılan değişikliklere evet derken diğer yandan yeni talepler için mücadele etmek taraftarıyım. Herkesi özellikle emekten taraf tüm arkadaşları, yoldaşları boykot kararını gözden geçirmeye ve sınıfın yararına olacak reformlara evet demeye çağırıyorum.