28 Nisan 2009 Salı

İSLAM'A UYGUN CİNSEL YAŞAM NASIL OLUR?

Eğer cinsel ilişkide bulunacak iki kişi de özgür kadın ve erkekse nikahlı olmaları gerekir, eğer kadın cariye ise böyle bir şart aranmaz. Cariyeler mülktür ve onlarla cinsel ilişkiye girmek malını kullanmaktır satın alınır ve satılırlar. Durumları fahişelerden bin beter kötüdür. Fahişe müşteri seçebilir, istemezse hayır diyebilir, para kazanır. Oysa cariye boğaz tokluğuna efendi her istediğinde altına yatmak durumundadır. Asıl kepazelik ise beyinlerini ve idraklerini tamamen korkuya teslim etmiş, Allah’a taptığını zannederek aslında korkuya tapan ve İslam’ı aklamaya çalışan bazı kadınların ve kızların cariyelik kurumunu savunmasıdır.

"Adamın birisi Rasulullah'a gelir ve der ki: Bizim bir cariyemiz var. Bize hizmet eder; bizimle hurma sular. Ben bazen onunla buluşurum. Ancak, çocuk doğurmasını istemiyorum. Rasulullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: İstersen azil yap. O'nun kaderinde ne varsa o olur."
(Müslim - K. Nikah 2606)

"Ensardan birisi Rasulullah'a gelir ve şöyle der. Benim bir cariyem vardır. Ben onunla cima yapıyorum. Ancak, hamile kalmasını istemiyorum. Rasulullah şöyle buyurur: Dilersen azil yap. Allah, kaderinde olan şeyi elbetteki nasib edecektir."
(Ebu Davud K. Nikah 1858)

(Azil hamilelik olmasın diye penisi vajinadan çekip dışarıya boşalmaktır.)


Zina konusunda İslam’ın tutumu için bkz:
http://kloroben.blogspot.com/2009/02/islamda-recm.html

"(Ey Resûlüm), Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan beri alsınlar ve ırzlarını zinadan korusunlar. Bu kendileri için daha temizdir. Muhakkak ki Allah, onların bütün yaptıklarından haberdardır. Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, ziynetlerini (süslerinin takılı olduğu boğaz, gerdan, baş, kol, bacak ve kol gibi yerlerini) göstermesinler. Ancak bunlardan görülmesi zaruri olan (yüz, el ve ayaklar) müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar..."
(Nur Suresi : 31)

Bırakın iki insanın cinsel ilişkisini evli olmadıkça iki kişi birbirine bakamıyor bile. İki taraf da memnunsa bundan kime ne? Ama yatak odamıza kadar giren bir Allah var İslam’da.


İslamda anal yolla cinsel ilişki kesinlikle yasaktır.

Fasıl : HUDUD BÖLÜMÜ
Konu : Livata Ve Hayvana Temasın Haddi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Resulullah (sav) buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, faili de mefulü de öldürün." (Tirmizi, Ebu Hüreyre`nin de böyle bir rivayette bulunduğunu belirtir. Ebu Davud`da İbnu Abbas (ra)`tan yapılan bir rivayette: "livata yaparken yakalanan bekar (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir)
HadisNo : 1614


Sahabe de peygamberin bu buyruğuna uymuştur.

Fasıl : HUDUD BÖLÜMÜ
Konu : Livata Ve Hayvana Temasın Haddi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Hz. Ali, livata yapan çifti yaktırmıştır. Hz. Ebu Bekir (ra) üzerlerine bir duvarı yıktırmıştır. (Rezin ilavesidir)
HadisNo : 1615

Bununla beraber anal değil de vajinal seks yapılıyorsa kadına önden ya da arkadan yaklaşmakta bir sakınca yoktur.

Fasıl : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Bakara Suresi
Ravi : İbnu Abbas
Hadis : Hz. Ömer (ra), Resulullah (sav)`a gelerek: "Ey Allah`ın Resulü mahvoldum" buyurdu. Hz. Peygamber (sav): "Niye mahvoldun ne var?" diye sorunca açıkladı: "Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). "Resulullah (sav) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: "Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin." Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel.
HadisNo : 483


Mehir erkeğin evlendiği kadına boşanma durumunda bağışlayacağı mal. Bir nevi tazminat. Aslında mehir fena bir şey değil erkeğin keyfi boşanmasının önüne geçmek için ama fakirler için zorluk çıkaran bir şey öyleki evlenemediği için kendini hadım edenler olmuş:


Fasıl : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Nikah Mevzuuna Giren Muhtelif Meseleler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : "Ey Allah`ın Resulü" dedim, "ben genç bir insanım, günahtan korkuyorum, evlenecek maddi imkan da bulamıyorum, hadımlaşmayayım mı?" dedim. Aleyhissalatu vesselam bana cevap vermedi. Ben bir müddet sonra aynı şeyi tekrar söyledim. Yine cevap vermedi. Sonra: "Ey Ebu Hureyre! buyurdu. Senin karşılaşacağın şey hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak."
HadisNo : 5725


Bu cevap bir peygambere yakışıyor mu hiç? Bir insanın kendine böylesi bir eziyeti düşünmesi karşısında ona kendi kendine kötülük yapması için açık kapı bırakan bu cevap. Malının az olması senin günahın değildir, kemdine bu eziyeti yapma; diyemez miydi Allah’ın resulü? Ama cevap hazır: aklımız ermez, vardır bir hikmeti.

Mehirin bir başka çirkin tarafı ile bir kadının bedenini satın almak gibi bir şey. Kadını kocası resmen satın alıyor şu hadise bir bakın, kadın satın alınan bir deve kertesinde resmen:

Fasil : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Nikah Adabı
Ravi : Amr İbnu Şuayb an Ebihi an Ceddihi
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Biriniz bir kadınla evlenir veya bir köle satın alırsa şöyle dua etsin: "Allahım, ben bunun hayırlı olmasını ve hayırlı bir yaratılış üzere olmasını diliyorum. Onun şerrinden ve şerli bir tabiat üzere olmasından sana sığınıyorum. Eğer bir deve satın alırsa, eliyle hörgücünün üstünden tutup aynı şeyi söylesin."
HadisNo : 5639

Ama bu kadarla da değil Hiçbir kadın mehirsiz olarak kendisini erkeğe hibe edemez. Kur'an'da, bir kadının ancak Muhammed’e kendisini hibe edebileceği; başka hiç kimseye böyle bir hibe yapılamayacağı bildirilmektedir:
"... Bir de kendisini (mehirsiz olarak) Peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak isediği mü'min kadını, diğer müminlere değil sırf sana mahsus olmak üzere (helal kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunanlar hakkında, mü'minlere yapmalarını gerekli kıldığımız şeyi bil(dir)dik ki, sana bir zorluk olmasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (AHZAP/50)

Oysa Muhammed zengin böyle bir şeye ihtiyacı yok ama fakir bir erkeğin buna ihtiyacı olabilir gel gör ki bu hak yalnız Muhammed'e verilmiş. Fakir ve umutsuz biri biraz yukarıda okuduğunuz gibi bir öküz gibi kendini iğdiş ettirmeye kalkışıyor.

Kadının da kocasından boşanma hakkı var yalnız kadın da bu durumda kocasına “hul” ödemek zorunda. Anlayacağınız fakir kadının boşanma hakkı yok. Kadın mesela dayağından bıktığı erkekten kurtulmak için ona ille de kocasının razı olacağı miktarda bir şeyler bağışlayacak yoksa dayakçı kocası canı çektiğinde yan odada diğer karısıyla sevişip canı çektiğinde kendiyle sevişmesine, attığı dayaklara ve türlü kepazeliklere katlanacak. Hul, toplum içinde “dul” durumuna gelecek olan bir kadının elinden onu bunu alıp kadını resmen daha da mağdur etmektedir.

Bu da yetmiyormuş gibi kadının hul yoluyla boşanması bile kısıtlanmıştır. Kadın mağdur edildikçe edilmiştir:

Fasıl : HUL` BÖLÜMÜ
Konu : Hul` hakkında
Ravi : Sevban
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Ciddi bir sebep olmadan, kocasından hul` yoluyla boşanan kadın, cennetin kokusunu alamaz." [Ebu Davud`un bir rivayetinde şöyle denmiştir: "Hangi kadın zevcesinden boşanma taleb ederse..." Ebu Hüreyre`nin Nesai`de gelen bir rivayetinde: "Kocasından hul` suretiyle boşanan kadınlar (günahça) münafıklar gibidir" buyurulmuştur.]
HadisNo : 1747

İslam’da eşcinsellik kesinlikle haramdır:
Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
"Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
Erkek erkeğe çıplak olarak, kadın da kadına çıplak olarak bakmasın. Bir tek elbise içinde erkek erkeğe, kadın da kadına mübaşeret etmesin’ buyurdu.”
İbni Hibban (5574) Müslim (338/74) Ebu Avane (807) Ebu Davud (4018) Nesei (347-İşretünnisa) Tirmizi (2793) Tabarani (5438-Mucemu’l-Kebir) İbni Huzeyme (72) İbni Mace (661) Begavi (2250) Ahmed (3/63)
Mübaşeret: Ciltcilde şehvetle sürtünme.


İbni Abbas (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlara ve kadınlardan erkeklere benzemeye çalışanlara lanet etti.”
Buhari (5922) Tirmizi (2934) Begavi (3419-Mesabih) Albani (210-Zifaf)


Muhammed'e göre kadının tek değeri erkeği hoşnut etmesidir. Erkeğin gönlünü hoş tutmaktan başka kadının hiçbir amacı yaşam nedeni değeri yoktur.

Fasıl : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : "Ey Allah`ın Resulü!" dendi, "hangi kadın daha hayırlıdır?" "Kocası bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden, nefis ve malında, kocasının hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi.
HadisNo : 3298

Fasıl : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ümmü Seleme
Hadis :Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse, cennete girer."
HadisNo : 3294

Kadının Cennet’e gitmesinin şartı kocasının ondan razı olması, peki erkek için bu şart var mı? Hayır, Kuran’da belirtildiği gibi erkek karısına dayak bile atabilir.


Kadının arzusu isteyip istememesi hiç önemli değildir, kadın kocası çağırdığı an koşa koşa yatağa girmedilir.

Fasil : SOHBET BÖLÜMÜ
Konu : Erkeğin Hanımı Üzerindeki Hakları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis :Bir başka rivayette: "kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa, melekler onu lanetler" denmiştir.
HadisNo : 3297

Hatta kocanın tatmin olması öyle önemlidir ki kadın hayız halindeyken bile duhul vaki olmamak şartıyla kadınlarla sevişilebilir.
Fasıl : TAHARET BÖLÜMÜ
Konu : Hayızlı Ve Hayızlı İle İlgili Hükümler
Ravi : Cümay` İbnu Umayr
Hadis : Ben, annem ve teyzemle birlikte Hz. Aişe (ra)`nin yanına girdim. Onlar Hz. Aişe ye: "Hayızlı iken, sizlerle Aleyhisalatu vesselam ne şekilde mübaşerette bulunurdu?" diye sordular. Aişe validemiz: "Hayız olduğumuz zaman bize, geniş bir izar giymemizi emreder, sonra sine ve göğsümüze iltizamda (temasta) bulunurdu."
HadisNo : 3825

Ne kadar güzel değil mi? Alt tarafı meşgulse bile üstle idare ederim, mantığı. Kadın böyle bir vakitte böyle bir halde iken ilişki ister mi istemez mi kimin umrunda. İslam ülkelerinde bunca yüzyıldır kadınlara yapılan eziyete bakılınca bu hadis insanı tiksindirmiyor bile.

Ayrıca Muhammed’in kadınlarla ilgili çok ilginç önyargıları var:
"Kadınları güzellikleri için nikahlamayınız, olur ki güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olur. Onları malları içinde nikahlamayın, zira malları azgınlıklarına yol açabilir. Kadınları dindarlıktan dolayı nikahlayın. Şüphesiz dindar olan yırtık elbiseli bir cariye (böyle olmayanlardan) daha üstündür." (İslam Fıkıhı Ansiklopedisi 9.C SH. 14)

Karıları erkeklerle konuşurken perdenin arkasından konuşsunlar diye ayet yazdıran, kör bir adam bile evine geldiğinde perdenin arkasına geçmelerini söyleyen bir insanın nasıl bir psikolojisi olduğunu, kadınlara nasıl baktığını bu hadisle de anlıyoruz. İnsana ve karılarına bu denli güvensiz ve sevgisiz biri yazık ki insanları bir histeri krizi gibi adını duyunca kendinden geçecek derecede kendine bağlamış bir külttür.

Gelelim kimlerle evlenilmeze
İslam’da zina eden bir kimse ya kendisi gibi zina eden biriyle ya da bir müşrikle evlenebilir. Bu Nur suresinde emredilmektedir:
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik kadından başkasıyla evlenemez; zina eden kadın da zina eden veya müşrik erkekten başkasıyla evlenemez. Böyleleriyle evlenmek
mü'minlere haram kılınmıştır." ( NUR/ 3)

Nisa 23’te evlenilmeyecek kişiler: Anne, kız, bacı, hala, yeğen, süt anne, süt kardeş, kaynana ve zifaf yapılmış kadının öz kızı olan üvey kızınız; yalnız kadınla henüz zifaf yapmamışsanız onu boşayıp kızını alabilirsiniz işte sapıklığa sübyancılığa bir nevi davetiye üvey kızıyla insan nasıl evlenebilir? Tam bir rezalet. Nisa 24’e göre de savaşta esir aldığınız kadın başka bir erkekle evli bile olsa önemsiz onu koynunuza alabiliyorsunuz. Bundan başka Bakara 230’da da üç talakla boşanan kadını geri almak isteyen kocası nedendir bilinmez karısı başka bir erkekle evlenip ilişkiye girmedikçe geri alamaz. Bir de İslam’dan önce evlenilmesi yasak olan evlatlığın karısı vardır ki malumunuz bu İslam’da Ahzab 37 ile serbest bırakılmıştır. Yasak kalktığı halde bu iğrençliği Muhammed haricinde hiç kimse yapmamıştır. Bunu da belirtelim.
"Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsra Suresi : 32) diyen Allah ilginç bir şekilde evlatlığın karısıyla evlenmeyi helal kılıyor. Yahu zina iki bekar insanın karşılıklı rızayla cinsel ilişkisidir. Evlatlığın boşandığı karısıyla evlenmekse tam bir kepazelik.

Bir İslami siteden yaptığım alıntıya da bir bakın insanlar bu çağda hâlâ nelere inanıyor:

“Erzurumlu İbrahim hakkı hazretleri buyuruyor ki:

Euzü besmele çekerek yatağa girmeli ve yatarken okunacak duaları okumalı.

Cima, eşinin rızası ile olursa çocuk akıllı, gönülsüz olursa ahmak olur.
Pazar ve çarşamba gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kavgacı olur.
Gündüz öğleden sonra yapılan cimadan çocuk olursa, şaşı olur.
Ramazan bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, ana babasına asi olur.
Kurban bayramı gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, altı ve ya dört parmaklı olur.
Ayakta yapılan cimadan çocuk olursa, yatağına işer.
Baldızını düşünerek yapılan cimadan çocuk olursa, hünsa olur. [Erkekle kadın arası bir şey]
Cima esnasında konuşursa, çocuk dilsiz, öperse sağır olur.
Kadının fercine bakarsa, çocuk kör olur.
Berat gecesi yapılan cimadan çocuk olursa, kötü huylu olur.
Taharetsizken yapılan cimadan çocuk olursa, cimri olur.
Sefere çıkacağı gece yapılan cimadan çocuk olursa, savurgan olur.
Orgazma ererken, her ikisinin düşüncesinde ne şekil varsa, çocuk ona yakın olur.”

24 Nisan 2009 Cuma

İSLÂMİYET ÖNCESİ ARAP EDEBİYATI

İslâm öncesi dönemde Araplar’da nesir yoktu dersek abartmış olmayız. Bugün bile Arap edebiyatı büyük oranda şiirdir hikaye ve roman Arap edebiyatında çok yeni konulardır. İslâm öncesi Arap şiiri büyük oranda dini motifleri işler.

Kâbe’yi ziyaret zamanlarında şairler şiirlerini ukaz panayırında söylerdi kazanan şiirlere “Muallakat-ı Seb’a” ( Yedi Askı) denirdi ki bu kazanan yedi şiir ketenden mushaflara yazılıp Kâbe’nin duvarına çivilenirdi. Hacc zamanı okunuyor ve Kâbe’nin duvarına çivileniyorsa bunlar da ancak dinî şiirler olabilir.

İslâm öncesi dönemde de elbette Allah biliniyordu ve ona tapılıyordu. Putlar ise aracıydı putperestler bu putların kendilerini Allah’a yakınlaştırdığını ve kemdilerine şefaat edeceklerini düşünerek putlara ibadet ediyordu ama en büyük ilah Allah’tı.

Şimdi cahiliye devrinin şairlerinden Evs bin Hacer’in bir şiirine bakalım:
“Lât'a, ‘Uzzâ’ya ve onlara ibadet edenlere andiçerim, Allah'a da; çünkü Allah, onlardan daha yücedir”*

Görüldüğü gibi Allah inancı yine var.

Bundan başka Hac da İslâmiyetten önce vardı.
Telbiye Hacc’a niyet etme duasıdır. Oruca namaza nasıl niyet edilirse Kâbe tavaf edilirken de niyet edilirdi. İslâmiyetten önce Kâbe tavaf edilirken söylenen telbiye şu şekildeydi:

"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sadeyk.
Ma ehabbena ileyk"

Buyruğundayım, Allahım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var! O da senindir!


Bu daha sonra İslâmiyet’te şu şekilde değiştirilmiştir:

"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek."


“Buyruğundayım Allahım, buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne, ortağın yoktursenin , buyruğundayım,
Hamd ve nimet senindir, ortağın yoktur senin!”

İslâmiyet öncesi dönemde Kâbe tavaf edilirken söylenen bir başka dua:

“Lat, Uzzâ ve üçüncüleri Menât'a yemin ederiz; onlar yüce turnalardır, onların şefaatine elbette ümit bağlanabilir .”**

Dinî şiirleriyle tanınan Zuheyr bin Ebî Sulma'nın söylediği bir şiirde de şöyle yemin ediliyor:
“Ukaysır'ın kutlu taşlarına, başların ve bitlerin kazıldığı (hacıların tıraş olduğu) yere andiçerim.(Tavîl)”***

Bu sözlerde geçen Hac için tıraş olma âdeti bayağı tanıdık geliyor, hatta bir Kuran ayetini çağrıştırıyor, bakalım şuna:
“Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (FETİH-27)”

İslâmiyet öncesi dönemde duaları kabul edilmeyen kimi putperestlerin önceden önünde durup dua ettiği adaklar adadığı putlara küfredip taş attığı da olurdu. Onlar nihayetinde Allah’la aralarında bir aracı bir şefaatçiydi. Kimi zaman putlar hurma macunundan da yapılırdı eğer sıkıntıya düşülürse açlık olursa insanlar bu tatlıdan yaptıkları putu yerlerdi. Bu da pagan dinlerindeki totem hayvanının avlanıp yenmesine bayağı benziyor. Totemizmde totemi simgeleyen hayvanın yenmesi yasaktır ama yılın belli zamanında bayram vs. kutsal günlerde tanrıyı simgeleyen totem hayvanları avlanıp yenebilirdi. Burda Arabistan’da çevresel koşulların etkisiyle durum biraz değişmiş belli bir zamanda değilde sıkıntı ve kıtlık zamanlarında yeniyor totem.

İslâmiyet öncesi dönemde İslâmla ilginç bir benzerlik daha var. İslâmiyet öncesi dönemde ölen kişinin kabirleri başında kestikleri kurbanla beraber dirileceklerine ve kurbanlarına bineceklerine inanılırdı.
“Ya Sa‘d! Şayet ölürsem sana vasiyetim var; çünkü vasiyet eden bu kardeşin (ölüme) çok yakın olandır.
Babanın arkasından çekiştirilmesine, iki eli üzerinde eziyet edilecek şekilde dolaştırılmasına ve belalara uğratılmasına sakın müsaade etme.
Bu kardeşini uysal bir binite bindir, onu kötülüklerden koru; çünkü o (ölmeye) çok yakındır.
Belki de mahşerde (bana yarar sağlayabilecek en hayırlı iş): «bininiz» dendiğinde binebilmem için, senin bana bırakmış olacağın bir binit olabilir.(Kâmil) .”****


İslâmiyet öncesi Arabistan’ında elbette tek din putperestlik değildi Roma’nın etkisiyle Hıristiyanlaşmış Araplar, Museviler, putları reddeden Hanifler ve Hıristiyanlıkla hanif inancının bir karışımı olan Rukus dinine mensup kimseler de vardı. Hıristiyan Arap şairler de şiirlerinde kendi inançlarını anlatırlardı.
Hıristiyan bir şair olan Adiy b. Zeyd b. Hammâd b. Zeyd el-‘İbâdî’nin mısralarına bir bakalım:
“Bir gün bir sorgulayıcı seni sorguladığında takılmadan cevap verebilmen için sözümü can kulağıyla dinle.
Yaratıkların Rabbi! Bize olan nimetlerini nasıl tanıttıysa, ilk mucizelerini de öyle sergiledi?
Öyle ki evren (başlangıçta) herhangi bir boşluk ve çatlak olmaksızın karanlık, su ve rüzgar görünümünde bir okyanus halindeydi.
Böylece(Yüce yaratıcı) zifiri karanlığa emir verdi, o da hemen çözüldü; suyu da bulunduğu yerden çözüverdi.(Basît)
Yeryüzünü yaydıkça yaydı, sonra gökyüzünün altına tasarladığı gibi onu gerektiği şekilde dizayn etti.
Güneşi şaşmayacak şekilde yörüngesine oturttuğu gibi gece ve gündüzü de birbirinden ayırdı.
Mahlukatı altı günde yarattı; bu yaratılış sonunda insana (bilinen) şeklini verdi”*****

Şimdi bu şiirin mısralarına biraz dikkatli bakalım ve Kuran’dan ayetlerle karşılaştıralım:

“Öyle ki evren (başlangıçta) herhangi bir boşluk ve çatlak olmaksızın karanlık, su ve rüzgar görünümünde bir okyanus halindeydi.”
“Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattı. (Bundan evvel ise) Arş'ı su üzerinde idi. ( HUD-7)”


“Yeryüzünü yaydıkça yaydı, sonra gökyüzünün altına tasarladığı gibi onu gerektiği şekilde dizayn etti.”
“Yere ve onu yayıp döşeyene, (ŞEMS-6)”


“Güneşi şaşmayacak şekilde yörüngesine oturttuğu gibi gece ve gündüzü de birbirinden ayırdı.”
“Ne güneşin aya erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. (YASİN-40)”



Hanif şairler de vardı elbette, Zeyd bin Amr bakalım ne yazmış:

“İşler taksim edilmişken (gerçekler tüm çıplaklığıyla ortadayken), ben tek olan Rabbe mi yoksa binlerce rabbe mi ibadet etmeliyim?
Lat'ı da Uzzâ'yı da hepsini terk ettim; zaten benim gibi yiğit ve sabırlı biri böyle yapar
Ne Uzzâ'ya tapınırım, ne de onun iki kızına; ne de Benî ‘Amr'ın iki putu etrafında dönerim.
Ben, henüz rüşde ermemişken rabbimiz sayılan Hubel'e de artık (Bundan Böyle) ibadet etmeyeceğim.”******
Kuran ne demiş:
“Siz Ba'le tapıp da yaratıcıların en güzeli (olan Allah'ı) mı bırakıyorsunuz?" (SAFFAT- 125)”

Bu surede adı geçen “Bal” Hübel’in kısaca söylenişidir.
Fazla söze gerek yok işte öncesi, işte sonrası.
……………………………………………………………………………………

* Evs b. Hacer, İbn Mâlik et-Temîmî, Dîvân, Beyrut 1960, s. 36; İbnu'l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed b. es-Sâ’ib b. Bişr el-Kelbî, Kitâbu'l-esnâm, nşr. Ahmed Zekî Bâşâ, Ankara 1967, (trc. Beyza Düşüngen), s. 13.

** Ibnu'l-Kelbî, a.g.e., s. 13.

*** İbnu’l-Kelbî, a.g.e., s. 13.

**** el- Makdisî,Kâmil.,II, 144; Sâ‘id el-Endelusî, a.g.e., s. 44.
***** el-Makdisî, a.g.e., I, 150.
****** İbn Hişâm, Vafir., I, 226-227; Nâyif Ma‘rûf, a.g.e., s. 106-107.

21 Nisan 2009 Salı

AY'A GİDİŞ KURAN'DA VARDIR İDDİASINA CEVAP

Ondördüne girdiği zaman Ay'a; siz, gerçekten tabakadan tabakaya bineceksiniz. Şu halde onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar? (İnşikak Suresi, 18-20)
“Mucize İddiası:Yukarıdaki ayetlerde Ay'a dikkat çekildikten sonra tabakadan tabakaya binip geçileceği söylenmiştir. "Terkebu" ifadesi, (vasıtaya) binmek, bir yol üzerinde yürümek, peşine düşmek, takip etmek, girişmek, kalkışmak, katılmak, hakim olmak anlamlarına gelen "rakibe" fiilinden türemiştir. Bu anlamlar göz önünde bulundurulduğunda, "tabakadan tabakaya binip geçeceksiniz" ifadesinde, binilecek bir araca işaret ediliyor olması muhtemeldir.”


Bakalım o halde: “Yemin ederim şafağa, Geceye ve içinde topladıklarına, Dolunay hâlindeki aya ki, Şüphesiz siz hâlden hâle geçeceksiniz. Böyleyken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?” (İNŞİKAK 16-20)

Gördüğünüz gibi ayeti parça parça bölüp bükebilecekleri saptırabilecekleri kadarını kullanıyorlar. Oysa apaçık görülüyor ki burada Allah Ay’a yemin ediyor. Halden hale geçmek ise yaşıyorken dünya hayatında iken ölmek. Çünkü hemen arkasından “ne oluyor da iman etmiyorlar” diyor. Ayrıca biraz daha ileride 24. ayette: “Öyle ise sen onlara elem dolu bir azabı müjdele!” diyor. Uzun sözün kısası burda bir çarpıtma yapıldığı açık ve nettir.

18 Nisan 2009 Cumartesi

ŞEYTAN AYETLERİ

"Müşrikler, Resulullah (s.a.v.)ı dâvasından alıkoymak ve onu, üzerinde bulunduğu hak yoldan saptırmak için çeşitli yollara başvurmuşlardır. Bazen, Resûlullah'tan, müslüman olmaları için kendilerine mühlet vermesini ve bu sırada da putlarına tapmalarına ses çıkarmamasını istemişler, bazen, Resulullahın, onlara ait putları eleştirmekten vazgeçmesini, böylece İslâm'a ısınabileceklerini söylemişler, zaman olmuş, Resulullahm, kendi putlarına tapması halinde kendilerinin de Allah'a ibadet edeceklerini teklif etmişler"

İşte bu teklif karşısında Muhammed’in gönlü biraz onlara kayar gibi olur. Bu yolla belki onları İslam’a ısındırırım düşüncesiyle onların putlarını över ve hem Müslüman’lar hem de putperestler Muhammed’in putları öven sözlerinden sonra beraberce secde ederler.

"Necm Suresi indi. Resulullah onu okudu ve "Şimdi siz, ilah olarak Lat'i, Uza'yı ve di­ğer üçüncüleri olan Menafi mı görüyorsunuz? [60] âyetlerine varınca Şeytan şu iki sözü araya sokuşturdu. "Bunlar yüce kuğulardır'? Bunların yani bu putların şefaatleri umulur." Resulullah farkına varmadan bu sözleri söyledi, sonra devam ederek sureyi bitirdi. Sure bitince secdeye vardı. Onunla birlikte orada bulunan herkes secde etti. Ancak Velid b.Mıığire çok ihtiyar olduğu için secde edemedi. Fakat eliyle toprak alarak alnını ona koydu. Bütün müşrikler Resulullah'ın bu sözlerinden memnun oldular ve şöyle dediler: "Biz, Allah'ın, dirilten ve öldüren, yaratan ve nzıklandıran olduğunu biliyorduk. Fakat bu ilahlarımız, Allah katın­da bizim için şefaatçi olacaklardır. Madem ki sen onlara da bir paye verdin, ar­tık biz seninle beraberiz."Akşam olunca Cebrail (a.s.) Resulullah'a geldi. Necm Suresini ona okuta­rak dinledi. Resulullah, Şeytan'in sokuşturduğu bu iki söze ulaşınca Cebrail (a.s.) "Ben bunları sana getirmedim." dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Ben, Allah'a karşı iftirada mı bulundum?" Ben, Allah'ın söyle­mediği bir şeyi mi söyledim?" Bunu üzerine Allah Teala şu âyetleri indirdi: "Ey Muhammed, müşrikler, sana vahyettiğimizin dışında başka şeyleri bize karşı if­tira etmen için, nerdeyse seni, vahyettiğimiz akkında fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi" "Eğer seni, azimli ve sebatlı kılmasaydık, ne­rede ise onlara az da olsa meyledecektin." "Eğer onlara biraz olsun meyletsey-din, dünya ve âhiretih azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra kendin için bize kar­şı bir yardımcı da bulamazdin. [61]Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) devamlı üzüntülü bir halde yaşıyordu. Nihayet: "Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi gömedik ki, o, âyetleri okuduğu zaman, şeytan kendi arzusuyla ortaya birtakım şüpheler atmış olmasın. Fakat Allah, Seylan'ın soktuğu şüpheleri giderir. Allah, âyetlerini mahfuz ve muhkem kılar. Allah, herşeyi çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." âyeti nazil ol­du ve Resulullah (s.a.v.) üzüntüden kurtuldu ve kendisine Allah Teala tarafinda-dan gönderilen vahye şeytanın herhangi bir şey kalamayacağı bizzat Allah Tea­la tarafından teminat altına alınmış oldu"

Gördüğünüz gibi Muhammed önce müşriklerle uzlaşır gibi oluyor onları İslam’a davet için o da putlara tapmayı kabul edecek oluyor. Fakat daha sonra bir düşünüp hesap ediyor o da putlara tapsa kim inanacak peygamber olduğuna? Kendisine inananları kaybetmemek için onları bana Şeytan söyletti, diyor. Boldla yazdığım yerler Taberi Tefsiri'nden alıntıdır(e-kitap olarak indirdiğim için sayfa no veremiyorum). Şimdi bir de Kuran'daki ilgili ayetlere bakalım:

Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (HACC - 52)

Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi. Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin. İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın. (İSRÂ/73-75)

17 Nisan 2009 Cuma

İKİ DENİZİN KARIŞMAMASI MUCİZESİ

İddia sahipleri Kuran'daki Rahman suresinin 19 ve 20. ayetlerinde Kuran'ın Cebelitarık Boğazı'ndaki Atlas Okyanusu ve Akdeniz'in karışmadığına işaret ederek bir mucize gösterdiğini söylerler. Hatta Kaptan Kusto olayı araştırmış da Müslüman olmuşmuş. Bu yalan Kaptan Kusto Hıristiyan olarak öldü cenazesi de Hıristiyan usullerince kaldırıldı. Eğer Müslüman olsaydı Kaptan Kusto'nun İslamiyet'e geçtiği halk arasında bir dedikodu olmaktan çıkar gazetelerde de yazardı.

Bu arada Kuran'ın ilgili ayetlerini de yazalım:
(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar. (Rahman-19)
(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar. (Rahman-20)

Akdeniz ve Atlas Okyanusu'nun ikisinin de suları tuzludur. Ama farklı oranlarda tuzludur. Sonuçta biri tatlı biri tuzlu su değildir. Hatta yukarıda karışmasalarda aşağılarda birbirlerine karışırlar. Ama bütün bunları bir unutalım bir an için biri tatlı biri tuzlu su diyelim. Hatta Kuran'da ne Cebelitarık ne Akdeniz ne de Atlas Okyanusu geçmemesine rağmen o boğazdaki olan akıntı olayını söylediğini kabul edelim. Amma ve lakin bu Kuran'dan çok çok önce bilinen bir şeydi.

Gaius Plinius Secundus diye Romalı bir alim var yaşadığı dönem 23-79 yılları arası yani 1. yüzyıl. Bakınız Plinius Secundus yazdığı "Naturalis historiae" eserinde ne diyor: "...Denize bir borudan akar gibi karışan tatlı suyun özellikleri daha da ilginç ve harikadır. Çünkü suda hayret edilecek özellikler vardır. Kendisi daha ağır olan deniz suyu, kendisinden daha hafif olan Tatlı suyu üzerinde taşır. Dolayısıyla tatlı su, deniz suyundan hafif olduğu için deniz suyuna karışmaz ve denizin üzerinde yüzer. " Muhammed'den altı asır önce yaşamış bir adamın eserinde bu var. Ve adam bulan kişi değil de yazan ilk kişi olması da muhtemel. Muhammed'den asırlar önce bu bilgi vardı yani.

16 Nisan 2009 Perşembe

TELEVİZYONUN İCADI KURAN'DA VAR DİYEN ÇELAKIL'A CEVAP

(Bu mucize iddiası Ömer Çelakıl'ın "Kur'an-ı Kerim'de Evrenin Yapıtaşları" kitabında iddia edilmektedir.)
“Televizyon yayınları ışık hızındaki elektromanyetik dalgaların evlerimize kadar ulaşmasıyla gerçekleştirilmektedir. Televizyon dalgaları öylesine hızlıdır ki, kilometrelerce uzaklıktan aynı saniye içerisinde görüntü nakli yapılabilmektedir. Kuran'daki Neml Suresi'nde -bu teknolojiyi anımsatacak şekilde- Hz. Süleyman'ın farklı bir ülkede bulunan kraliçenin tahtını, aynı saniye içerisinde mucizevi bir biçimde getirttiği anlatılmaktadır:
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)..." (Neml Suresi, 40)
Bu ayet ilk bakışta bize teleportasyon (ışınlama) veya görüntü naklini (televizyonu) anımsatmaktadır. Bu olayın anlatıldığı Neml Suresi'nde bazı harflerin gizli bir biçimde yan yana gelip "Televizyon" kelimesini oluşturduğu görülmektedir.

http://img11.imageshack.us/my.php?image=matematik13clipimage002.jpg

http://img151.imageshack.us/my.php?image=matematik13clipimage004.jpg


İddiaya cevap:

Görüldüğü gibi bir şeyler yarım yamalak anlatılmış okur anlamazlık batağında boğulmaya çalışılmış ve kafası karışıp hiçbir şey anlamayan insan ne dersen inanır kıvama getirilerek mucize diye üfürülmüş. Bir kere yukardaki ayeti anlamak için ondan önce gelen iki ayeti de bilmek gerek:

(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) "Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?" dedi. (38)
Cinlerden ifrit: "Sen daha makamından kalkmadan, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim." dedi. (39)
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiç bir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır. (40)

Al sana bir masal ne mucize değil mi, doğu masallarında zaten böyle inlerle cinlerle konuşan insanlar var hep. Hatta karıncalarla konuşuyor, kuşlarla konuşuyor, bitmiyor hayvanlardan ve cinlerden bir ordu kuruyor o da yetmiyor rüzgarla kankalık ediyor şimdi ne alakası var Saba Melikesi’nin tahtını cinlerin bir koşuda getirmesiyle televizyonun.
Dahası Çelakıl burda akıl çelmeye çalışırken insanları aptal yerine koymuş. Arapça soldan sağa değil sağdan sola okunur. Ayrıca televizyon öyle yazılmaz. İki çeşit “t” var biri “tı” biri “te” Çelakıl kalın “t” olan “tı”yı kullanmış. Hem ne işi var orda elif harfinin “televizyon” kelimesinde uzun vokal yok ki elif olsun. Ayrıca nerde “y” sesi? Millet nasılsa Arap alfabesi bilmiyor diyip uydur uydur söyle ohh ne güzel ne hoş.

Al sana bilimsellik inle cinle konuşan rüzgarla kankalık eden bir kral bravo ne bilimsel ne ilmi. Kaldı ki sihirli cam küresine bakıp uzakta olanları gören büyücüler batı masallarında var o zaman bu masalları yazanlar televizyonu önceden biliyormuydu işte cadı camdan başka bir yerde olanları görüyor asıl bu televizyona daha çok benziyor cinin uçup bir saniyede taht getirmesinin ne alakası var televizyonla.

İSLÂM'DA KÖLELİK MEŞRUDUR

Kölelerle ilgili hükümler Kuran'da pek çok yerde geçer ama hiçbirinde kölelik kurumunu ortadan kaldırmak gibi bir şey söz konusu değildir.

BAKARA SURESİ / 177, BAKARA SURESİ / 178, BAKARA SURESİ / 221, NİSA SURESİ / 92, MAİDE SURESİ / 89, TEVBE SURESİ / 60, MÜ'MİNUN SURESİ / 47, NUR SURESİ / 32, NUR SURESİ / 33, ŞUARA SURESİ / 22, ZÜMER SURESİ / 29, MÜCADELE SURESİ / 3, BELED SURESİ / 13

Nahl suresinde bakınız Allah ne buyurmuş:
"Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir: Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.(NAHL - 75)"

İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.(Bakara-221)

Bu da bir başka incisi Kuran'ın iman eden köle bile olsa hür olan müşrikten daha hayırlıdır derken bile kölelere karşı zımnen bir aşağılama olduğu ortada. Evet bazı sureler köle azat etmeyle ilgili ama bunlar tutulamayacak bir yemin karşılığında veya bir günahın kefareti vb. karşısında dır. Yani köleliği kaldırma amacı güdülmemiştir. Kaldı ki Muhammed bizzat kendisi köle satın almıştır, hediye etmiştir.

Hadislere de bakarsak köleliği kaldırmak şöyle dursun İslam'ın bu köleci düzeni daha da bir sağlamlaştırmaya hizmet ettiğini görürüz. Mesela Muhammed ve Allah kölelerin kaçmasını istemezler. Sahibi en ağır işlerde çalıştırsa da sövse de dövse de köle kaçmamalıdır. Sahibine itaat etmelidir tıpkı musibetler karşısında Allah'a isyan etmeyen hatta haline şükreden kul gibi olmalıdır. Hatta sahibinden kaçan kölenin namazı kabul olmuyor.
Fasıl : AZAD MÜDEBBER KILMA; MUKATEBE VE KÖLE İLE MUSAHABE
Konu : Köleyle Musahabe Ve Muamele Adabı
Ravi : Cerir
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez."
HadisNo : 4163

Fasıl : NAMAZ BÖLÜMÜ
Konu : İmamın Vasfı
Ravi : Ebu Ümame
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklardan öte geçmez: 1) Dönünceye kadar, kaçan köle. 2) Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın. 3) Kavminin nefret ettiği imam."
HadisNo : 2801



Hatta köle efendisine itaat etmeli ki Cennet'e girsin. Efendisini hoşnut etmeyen köle Cennet'e de giremiyor.
Fasıl : KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
Konu : Cennetlikler Ve Cehennemlikler
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah'a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi."
HadisNo : 5140


Efendinin işini hizmetini iyi görsün diye Allah köleyi bile bir ibadetten muaf tutmuştur ki köle önce efendiye hizmet etsin.
Fasıl : NAMAZ BÖLÜMÜ
Konu : Cuma Namazının Fazileti Vücubu Ve Ahkamı
Ravi : Tarık İbnu Şihab
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Cuma namazı, dört kişi hariç geri kalan her müslüman üzerine cemaat içinde yapması gereken vacib bir hakk`dır. Cumadan istisna edilen bu dört kişi şunlardır: köle, kadın, çocuk ve hasta."
HadisNo : 2853


Hatta Allah'ın kulu üzerindeki hakkı gibi efendinin köle üzerinde hakkı var. Efendinin onayını almayan köle evlenirse nikahı geçersiz oluyor.
Fasıl : NİKAH BÖLÜMÜ
Konu : Veliler Ve Şahidler
Ravi : Cabir
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hangi köle, efendilerinin izni olmadan evlenirse zanidir."
HadisNo : 5655

15 Nisan 2009 Çarşamba

UÇAK TEKNOLOJİSİ KURAN'DA VAR İDDİASI

"Süleyman için de, fırtına biçiminde esen… rüzgara (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz herşeyi bilenleriz. (Enbiya Suresi, 81)
Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı üzere Allah, rüzgarı, Hz. Süleyman'ın emrine vermiş ve çeşitli işlerinde bir araç olarak kullanmasına imkan sağlamıştır. Bu ayetle, Hz. Süleyman döneminde olduğu gibi, gelecekte de rüzgar enerjisinin, teknolojide kullanılacağına işaret ediliyor olması muhtemeldir.
Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)... (Sebe Suresi, 12)Yukarıdaki ayette yer alan "… sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgara (boyun eğdirdik)…" ifadesi ile de Hz. Süleyman'ın çeşitli bölgeler arasında hızlı bir şekilde hareket ettiğine dikkat çekiliyor olabilir. Hz. Süleyman, kendi döneminde, günümüzdeki uçak teknolojisine benzer bir teknolojiyi kullanıp, rüzgarla hareket eden vasıtalar meydana getirmiş ve bunlar aracılığıyla birbirine uzak mesafeleri kısa sürede almış olabilir. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.
Dolayısıyla yukarıdaki ayetlerle, günümüzdeki yüksek uçak teknolojisine dikkat çekiliyor olması muhtemeldir"

Ne kadar üfürükten ne kadar çarpıtma dolu bir iddia. İnsanoğlu eski çağlardan beri uçmaya ilgi duymuştu. Muhammed’den asırlar evvel Grek mitolojisinde pegasusları (kanatlı at) bulabiliriz. Ne yani şimdi Grek Mitolojisi uçağa işaret ediyor mu denmeli? Zeusa mı tapalım. Hem uçan canlılar daha çabuk hareket eder bir kuşun gökte uçuşuna bakmadınız mı hiç? Muhammed zamanında da kuşlar yok muydu? Bu Süleyman rüzgara söz geçiriyor rüzgar onu uçuruyorsa rüzgarın hızlı olduğu bilinmiyor muydu?
Ama Süleyman hayvanlarla da konuşmuş ne kadar bilimsel değil mi? Hatta bakınız şuna:

Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve Kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O’nun izniyle düşebilir. Çünkü Allah raûfdur, rahîmdir. (Hac-65)

Gökyüzünü Alah tutmasa üstümüze düşermiş. Ne bilimsel ama Muhammed gibi zır cahil birinin yazabileceği kadar bilimsel ancak.

KURAN'DA KELİME TEKRARLARI

Mucize İddiası:
Kuran'da
GÜNLER 30
AY 12
GÜN kelimesi 365 kez geçer.


İddianın cortlaması: Nerede geçtiğini de söylemesi gerek: Mesela günleri aradım
bakınız kaç kez geçiyor:

1) (BAKARA SURESİ / 80)
2) (BAKARA SURESİ / 184)
3) (BAKARA SURESİ / 185)
4) (BAKARA SURESİ / 203)
5) (AL-İ İMRAN SURESİ / 24)
6) (AL-İ İMRAN SURESİ / 140)
7) (A'RAF SURESİ / 51)
8) (YUNUS SURESİ / 102)
9) (İBRAHİM SURESİ / 5)
10) (HAC SURESİ / 28)
11) (FUSSİLET SURESİ / 16)
12) (ZUHRUF SURESİ / 83)
13) (CASİYE SURESİ / 14)
14) (ZARİYAT SURESİ / 60)
15) (TUR SURESİ / 45)
16) (HAKKA SURESİ / 24)
17) (MEARIC SURESİ / 42)

30 değil 17 kez. İşte biri tutmadı diğerlerini saymak vakit kaybı hiç gerek yok, ama eminim onlar da yalandır.

KURAN'DA RETİNA VAR İDDİASI

(Bu bölüm Ömer Çelakıl'ın "Kur'an-ı Kerim'de Evrenin Yapıtaşları" kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır. Bu bölümde doğruluğu teyit edilmiş tespitlere yer verilmiştir.)
Retina, görmemizi sağlayan hücrelerin bulunduğu göz tabakasıdır. Kuran'ın indirildiği dönemde görme işlevini sağlayan bu tabaka bilinmiyordu ve retina kelimesi de kullanılan bir terim değildi. Ancak Kuran'da "Retina" kelimesini oluşturan harfler, tek bir ayette -Fatır Suresi'nin 8. ayetinde- yan yana gelmektedir. Üstelik bu ayette "görmekten" ve "göstermekten" bahsedilmektedir; dolayısıyla retinaya işaret olması kuvvetle muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse (güzeli güzel, çirkini çirkin gören kimse gibi midir?) Şüphesiz Allah, dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir... (Fatır Suresi, 8)

Görmeyi sağlayan retina kelimesinin geçtiği bu ayette, "görmek" anlamına gelen Arapça "raa" fiilinden bahsedilmektedir. Sonraki ayetlere bakıldığında, aynı surenin 19. ayetinde "Kör ve gören bir olmaz" cümlesi geçmektedir. Bilindiği gibi retina hasarları kalıcı körlüğe neden olmaktadır. Sonraki 20. ayette ise "Karanlıklarla aydınlık bir olmaz" ifadesi geçmektedir ki; bu anlatım retinanın ışığa duyarlı hücrelerden oluşması bakımından çok manidardır. Bu saydığımız ayetlerdeki görmeyle ilgili ifadeler tüm Kuran'da çok nadir geçmektedir. Dolayısıyla "retina" kelimesinin binlerce ayetin arasında, sadece bu ayetlerle birarada denk gelmesi, Allah'ın Kuran'daki mucizelerinden biridir.


Her şeyden önce altı çizili kısım “retina” diye değil“raâtînnâ” diye okunur, bu bir. İkincisi tüm bir kelime olarak “raâtînnâ” geçmiyor bir kelimenin sonundan öteki kelimenin başından kırpılmış ve Kuran’da ne kadar çok kelime varsa kelime kelimelerin sonundan başından kırpıp aha şu var aha bu var, demek o kadar rahattır. “Karanlıkla aydınlık bir olmaz; körle gören bir olmaz.” Gibi laflar Kuran’da geçmişse geçmiş yani karanlıkta insanın hiçbir şey göremeyeceği ya da kör insanın gözünün göremediği Muhammed’den önce bilinmiyor muydu? Bu taş devrinden beri bilinen bir şey. Mucize falan değil olsa olsa şarlatanlık. Eğer Kuran’da retina falan anlatılsaydı Sudi Arabistan tıp alanında ABD’den fersah fersah ileride olmalıydı.

KURAN'IN HURMA MUCİZESİ İDDİASI

Mucize İddiası:
"Hurma, Kuran'da pek çok ayette bahsi geçen, cennet nimetleri arasında "eşsiz-hurma" (Rahman Suresi, 68) ifadesiyle nitelendirilen bir meyvedir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu meyve incelendiğinde, pek çok önemli özelliği olduğu ortaya çıkmaktadır. Bilinen en eski bitki çeşitlerinden biri olan hurma, günümüzde lezzetinin yanı sıra besleyici özelliği nedeniyle de tercih edilen bir besindir. Her geçen gün keşfedilen faydaları hurmayı, hem gıda hem de ilaç olarak kullanılan bir besin haline getirmiştir. Hurmanın sahip olduğu bu özelliklere Meryem Suresi'nde dikkat çekilmiştir.
Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır." Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin." Artık, ye, iç, gözün aydın olsun... (Meryem Suresi, 23-26)"


Şimdi burda hurma çok faydalıdır diye bir şey var mı? Yok. Hurma ağacına gidiyor. Çünkü Muhammed’in bulunduğu civarda hurma ağaçları var. Mesela brokoli tarlasına da gidebilirdi ki bu daha mantıklı olurdu.

Çünkü brokoli Roma İmparatorluğu’nda biliniyordu. Ve Meryem Roma İmp. Zamanında yaşadı. İnanmayan bu iki bilgiyi araştırsın da görsün ayrıca brokoli hurmadan kırk kat daha faydalıdır. Bakınız: Brokoli lifli bir besindir ve bağırsaktaki toksinlerin atılmasına yardım eder. A,C ve E vitaminlerini bolca ihtiva eder. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Demir, potasyum, selen gibi mineraller içerir. Ayrıca bol miktarda kalsiyum vardır, kemiklere iyi gelir. Meme, prostat ve bağırsak kanserlerini önleyici ve tedaviye yardımcıdır. İçerdiği indol türevleri vücudun hormon dengesini düzenler. Brokolinin faydaları saymakla bitmez. Ama Muhammed ne bilsin brokoliyi? Varsa yoksa hurma, zeytin, incir gibi yediği bildiği şeyler var.

14 Nisan 2009 Salı

MUCİZE İDDİASI: KURAN'IN YASAKLADIĞI DOMUZ ETİ SAĞLIĞA ZARARLI

Domuz etinde trişin olma ihtimalini ileri sürerek domuzun sağlığa zararlı olduğunu söyleyenler var ve güya Kuran bu domuzu zararlı diye yasaklamış.
Domuzda trişin olabilirmiş. Bir kere koyundan da şarbon bulaşabilir koyun helaldir, oysa şarbon çok tehlikeli bir zoonoz. Ayrıca trişin domuz eti pişirilince ölür. Trişinin ölmesi için 70 derece sıcaklık yeterlidir. Bu sıcaklığa da piknik tüpünün üstünde pişirseniz bile gayet rahat ulaşırsınız.

Domuz kendi pisliğini yer derler oysa tavuk açıktaki her hayvanın pisliğini karıştırır. Tavuk haram değildir, yenir.Domuz eşini kıskanmaz derler. Yahu keçi ya da koyun eşini mi kıskanır sanki?Bütün bunları bırakalım Avrupalılar domuz yer eğer domuz zararlı olsa idi Avrupa'nın hastalıktan kırılması lazımdı oysa Avrupalıların daha dinç olduğunu ve daha uzun yaşadığını biliyoruz.

Bunlar safsata anladık, peki neden yasaktır domuz? Çünkü domuz Yahudilerde de yasaktır ve Muhammed Kuran'daki pek çok şeyi Tevrat'tan araklamıştır. Peki domuz Yahudilikte neden yasaktır? İşte buna dikkat etmek gerek. Yahudilik nerde doğmuştu? Mısır'da.

Eski Mısır'da domuz pis kabul edilir. Domuza değenin elbiseleriyle beraber Nil nehrine atlayıp yıkanması gerekir. Sadece bir yılda iki kez tanrılara domuz kurban ederler ve bu zamanlarda domuz yerler yılın geri kalan kısmında domuz yemezler. Domuz çobanları tapınaklara sokulmaz. Bunlara kızda verilmez kendi aralarında evlenirler. İşte Museviliğin ortaya çıktığı Eski Mısır'daki tuhaf gelenek. Museviler bunu Mısırlılardan alıyor Muhammed de Tevrat'tan.

13 Nisan 2009 Pazartesi

EDEBÎ YÖNDEN KURAN

İslamcılar: “Kur’an-ı Kerim, edebi yönden hayranlık uyandırıcı, benzersiz bir üsluba sahiptir.” Derler. Kuran’ın benzersiz bir üsluba sahip olduğu doğrudur ancak ne kadar hayranlık uyandırıcı olduğu tartışılır. Kuran da üslup o kadar kötü konular o kadar kopuk ve o kadar karman çormandır ki, bugün bir ilkokul çocuğu bile bazı şeyleri Kuran’dan daha düzgün ifade edebilir.

Bakın Kuran’da nasıl edebî mucizeler var görelim. Kuran’da Allah resmen yemin eder hem de 200 küsür kere. Allah’ın sürekli yemin etmesi oldukça ilginç olmakla beraber mucize falan değildir. Olsa olsa saçmalıktır. Hele hele Allah evin tavanına, deve derisine, incire, zeytine yemin ediyorsa bu hepten saçmalıktır.

Muhammed Kuran’ın Allah’ın sözleri olduğunu iddia etmiştir oysa Kuran’da bakın nasıl bir ayet var: İşte, göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, şüphesiz, o (size va'dedilen) sizin (aranızda) konuştuklarınız kadar, elbette kesin bir gerçektir. (ZARİYAT SURESİ / 23)
Burda Allah’ı anarak yemin eden Allah mı yoksa Muhammed’in kendisi mi?

Bir de şuna bakalım: Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar! (TEVBE - 30)

Allah onları kahretsin sözü hiç Allah’a ait olur mu? Muhammed aynı hatayı Münafıkun suresi 4. ayette de yapar. Dahası bu hatalar yetmiyormuş gibi bir de hud suresinin ikinci ayetinde: Öyle ki, Allah'tan başkasına ibâdet etmiyesiniz. Ben de şüphesiz O'ndan (gönderilen) bir uyarıcı ve müjdeciyim. Der burda sözü söyleyen Allah mı yoksa Muhammed mi?

Kuran’ın benzeri yazılamazmış. Aslında o kadar kötü ve berbat bir üslup ki bu bakımdan benzeri yazılamaz diyorlarsa doğrudur. Peki benzerini yazmaya kalkışanlar neden öldürülmüştür?

Nadir bin Haris diye biri vardır. Muhammed dinini yaymak isterken Kureyşliler, rahatsız olmaya Muhammed hakkında meczup, deli, sihirbaz, yalancı gibi şeyler söylemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Nadir:

"Bu adama karşı çıkma yolunuz sizi bir yere götürmez. O sizin aranızda yaşamakta. Şimdiye dek ahlâken en iyi olanınızdı; aranızda yaşayan en doğru, en dürüst ve emin kişi oldu daima. Siz tutmuş, onun bir kahin, sihirbaz, şair ve mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Kim inanır buna? Ahali, bir kahin nasıl konuşur bilmiyor mu? Bir şairin, bir mecnunun halini tefrik edemez mi halk? Bu ithamların hangisini Muhammed'e yamayabilirsiniz ki halkın dikkatini ondan kaçırabilesiniz. Bakın! Ben size onunla nasıl baş edeceğinizi söyleyeyim." (İbn Hişam, cilt 1. sh. 320-321) Der. Irak’a gider. Orda eski Acem krallarının öykülerini, eskilerden kalma manzum mitolojik hikayeler, Rüstem ve İsfendiyar öyküleri vs. şeyler öğrenir.

“Resûlullah bir mecliste oturduğu zaman oradakilere Allah'ı hatırlatır, geçmiş milletlerin başlarına gelen azaplardan, Allah'ın gazabına uğramaktan kavmini uyarırdı. Resûlullah gittikten sonra bu adam onun peşinden kalkar:
—Ey Kureyş Vallahi ben ondan güzel konuşurum; bana gelin. Ben ondan daha güzel hikâyeler anlatırım, der sonra başlar Acem krallarından, Rüstem ve İsfendiyar’dan hikâyeler söyler, daha sonra ilâve ederdi:
— Muhammed ne ile benden daha güzel söz söylüyormuş? Ben de Allah'ın indirdiği gibi indiririm der. Kendi kafasından ayetlerin üslubuna benzeyen cümleler söylerdi.”(İslamî bir siteden alıntı)


İşte bu Nadir bin Haris Bedir Savaşı’nda esir düşmüştü Muhammed diğer esirleri fidye karşılığı serbest bıraktığı halde Nadir’i serbest bıraktırmayıp başını kestirerek öldürtmüş böylece ondan kurtulmuştu. Bundan başka Museylime ve Tuleyha gibi şairlerin de peygamberlik iddia ettiklerini onların da taraftarları olduğunu ve Müslümanlarla savaştıklarını İslâmî kaynaklardan öğrenebilirsiniz. Demek ki neymiş, benzerini bırak daha güzeli bile yazılabilirmiş.

12 Nisan 2009 Pazar

EVRENİN GENİŞLEDİĞİ KURAN'DA VARDIR İDDİASI

Mucize iddiası:
Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir:
“Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)”


Görüldüğü gibi burada onu kelimesi parantez içinde yazılmış. Yukarıdaki Ali Bulaç mealidir. Başka mealler de var:

Diyanet İşleri : Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.

Abdulbaki Gölpınarlı : Ve biz, gökleri kurduk kudretle, onlardan daha üstününü, daha büyüğünü kurmaya da gücümüz yeter.

Ali Fikri Yavuz : (Bir de semaya bakın), biz onu kuvvetle bina ettik. Muhakkak ki biz, büyük kudrete sahibiz.

Şaban Piriş : Göğü ellerimizle bina ettik. Çünkü biz, çok güçlüyüz.

Ömer Nasuhi Bilmen : (45-47) Artık bir kalkınmaya da güç yetiremediler ve yardım görücüler de olmadılar. Nûh kavmini de evvelce (helâk ettik). Şüphe yok ki, onlar fâsıklar olan bir kavim olmuşlardı. Ve göğü bir kuvvetle bina ettik ve şüphe yok ki, biz elbette kâdirleriz.

Sonuçta burada “göğü genişletici” mi “geniş kudret sahibi” mi tartışmalı. Eğer Allah bunu anlatmak istiyorsa her mealde aynı şekilde anlatabilmesine kudreti yetmez miydi Allah’ın? Ya da şunu düşünelim Allah’ın fezayı genişlettiği anlamı 100 yıl önce de çıkarılıyor muydu? Ya da 100 yıldan daha yakın bir süre önce Big Bang diye bir fikir ortaya atılmadan bu ayetiböyle çeviren yoktu. Halen de böyle çevirenler yok ama eskiden hiç böyle anlatılmaya çalışılmıyordu.

Mesela Elmalılı zamanında Big Bang bilinmiyordu bakalım Elmalılı’nın tefsirine:

47- "Bir de semaya bakın biz onu kuvvetle bina ettik." "İzmar alâ şaritati't-tefsir"dir. Yani semanın âmili olan "fiil" gizlenmiş de zamirine taalluk ettirilerek diye tefsir edilmiştir. Eserden, bunu yapan müessirin çıkarılmasını ifade eden, bir üslubda lafız mânânın muhtevasına terkibi ile de uyum sağlamıştır.
EYD, "yed" kelimesinin çoğulu olabilirse de burada "Davud'u, o kuvvet sahibi zatı hatırla." (Sâd, 38/17) âyetinde olduğu gibi teyidin aslı olan "kuvvet" mânâsına olması daha ağır basar. Bu beyan "Allaha kaçın!" ifadesi ile "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zariyat, 51/56) âyetinin muhtevasına ve mânâsına önceden yapılmış bir hazırlıktır. Nitekim "Şüphesiz rızık veren güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (Zâriyât, 51/58) âyeti ile teyid olunacaktır. Ve hiç şüphesiz biz çok genişliğe malikiz. Bunun iki mânâsı vardır: Birisi, kudret genişliğini ifade eder. Kudret ve kuvvetimiz öyle geniştir ki semayı bina ile tükenmedikten başka onu daha çok genişletebilir. Bu mânâ hem, "Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir." (Fâtır, 35/35), hem de "O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır." (Bakara, 2/255) âyetlerinin mânâlarını andırır. Birisi de zenginliği, nimet ve nimet vermede genişliği ifade eder, biz darlıkları genişletiriz. Yalvaran darda kalmışlara icabet eden, sıkıntıları açan, ihtiyaçları gideren, fakirleri zenginleştiren, nimet vereniz, demek olur.

Kaldı ki Kuran’da uzay kavramı yok ki uzayın genişlemesi olsun:
Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir. (FUSSİLET - 12)

Buyrun bakalım yıldızlar atmosferin içinde en yakın en alttaki katta. Kuran’da göğün ötesi yok ki gökten sonra bir uzay yok ki genişlediği bilinsin.

10 Nisan 2009 Cuma

DÜNYA ŞAİRİ NÂZIM HİKMET

Nâzım Hikmet, sistem tarafından önce “Vatan Haini”, sonra da “Vatan Şairi” ilan edildi. Geçen sene de onu ilahlaştıran zihniyet Nâzım’ın eşyalarını Türkiye’ye getirdi. Bir kere Nâzım ilah değil. Bir amaç uğruna mücadele eden insanlar (Nâzım Hikmet, Deniz Gezmiş gibi) kasıtlı olarak bir ilah, bir ikona haline getiriliyor. Hayır! Mücadele etmek için ilah olmak gerekmez, onlar da ilah değildi. Nâzım’ın “tek derdi Türkiye’de doğru tanınmak” da değildi. Onun yeleğini, hırkasını bırakalım da biraz şiirleri ve mücadelesinden bahsedelim.

Onun şiir konusundaki ilk hocası Yahya Kemal'di. Dünya görüşü ve yaşam felsefesi olarak ise bu iki büyük usta taban tabana zıt düşecektir. Yahya Kemal Nâzım'ın şiirlerini okuyup eleştirerek onu eğitmiştir. Kahramanlık ve fedakârlık vurgusu her iki şairinde şiirinde vardır şu farkla ki: Yahya Kemal Osmanlı'nın zaferlerini ve akıncıları anlatır. Şiirindeki kahramanlar, destansı kişilikler ve cennetten dünyaya bakan şehitlerdir çoğu kez. Ve biçim olarak kaliteli şiirler yazsa da Yahya Kemal'in kahramanlarının gösterdiği kahramanlık savaş alanında kelle kesmektir. Gelelim Nâzım'a onun kahramanları "Topraktan öğrenip kitapsız bilendir... bir yâr sever el alır, Kanadı kırılır çöllerde kalır, ölmeden mezara koyarlar (onları)...Fakat bir kerre bir dert anlayan düşmesin önlerine ve bir kerre vakterişip "Gayrık yeter!..." demesinler. Bunu dediler mi dağları yırtıp ayırır(lar), kayaları kesip yol eyler(ler)..."

Nâzım isteseydi devrinin pek çok burjuva şairi gibi yürek burkulmalarını, dalga seslerini, İstanbul'un güzelliklerini anlatan şiirler yazar rahat bir yaşam sürerdi. O böyle bir yol seçmedi. Millî mücadele yıllarında işgalci emperyalistlere karşı insanları savaşa çağıran şiirler yazmakla kalmayıp bâzı faaliyetlere de bizzat katıldı.

1921'de Moskova'ya gidip üniversiteye kayıt yaptırdı. O sıralarda Rusya'da, Fütürist (Gelecekçi) şiir akımı hâkimdi. Fütüristler, geçmişi eski ve köhne gelenekleri bazen yadsıyor bazen yeriyor geleceğe inanıyorlardı. Nazım Hikmet, Fütürist şairlerden çok etkilendi. "Fakir Bir Şimal Kilisesinde Şeytan ile Rahibin Macerası"nı anlatan Nâzım bu şiirinde rahibi insanları yanıltan bir hain, şeytanı ise iyi niyetli bir varlık olarak canlandırmıştır. Bilinen eski gelenekleri değiştirip hem toplumcu şiir yazmış hem de biçimsel olarak olağanüstü bir yeniliğe gitmiştir. Yıllardır iyi olarak bilinenin kötü olması yalnız bu eseriyle sınırlı değildir. Aynı şeyi Yusuf ile Menofis adlı tiyatro oyununda da görebiliriz. Nâzım bize yıllardır belletilen "hakikat”i tekrar yaratıyordu. Sadece konu olarak değil serbest nazmı benimseyerek de Fütüristlere uydu.

Üniversiteyi bitiren Nâzım 1924’te yurda döndü. Yazdığı şiirler yüzünden 27 yıl boyunca polis takibi, tutuklama, mahkeme, hapis ve soruşturmalarla uğraştı. Ama hiçbir şey Nâzım’ı ne yıldırabildi ne de susturabildi. Bir yandan emekçi sınıfın haklarını kollayan Nâzım geçimini sağlamak için de fıkra yazarlığı, senaristlik, film yönetmenliği gibi işler yaptı.

1951’de askerliğini yapmadığı gerekçesiyle Kadıköy Askerlik Şubesi’ne çağrıldı. Oysa Nâzım Hikmet çürük raporuyla ordudan çıkarılmıştı. İsteği üzerine yapılan muayenesi sonucu kurul Nâzım’ın askerliğe elverişli olduğunu beyan etti. Akciğerleri iltihaplı hem de kalp hastası olan Nâzım, askerlik için Sivas’a gönderilecekti. 17 Haziran’da İstanbul’dan ayrıldı ve önce Romanya’ya oradan da Moskova’ya geçti. Bu tarihten sonra Nâzım ölünceye dek uluslararası kongrelere katıldı ve şiir dehasının yanı sıra politik kişiliğiyle de dünyaca tanındı. Tek derdi emekçilerin rahat bir yaşam sürmesiydi.

Nâzım’ın şiirleri salt içerik bakımından ilgi çekici değildi bazı benzetme ve tasvirler bu şiirlerin bir dehanın elinden çıktığını kanıtlıyordu. Şeyh Bedrettin Destanı’nda akşam güneşiyle İznik Gölü’nün kızıllaşmasını şöyle anlatır: “İznik Gölü’nde akşam oldu.
Dağ başlarının kalın sesli sipahileri
güneşin boynunu vurup
kanını göle akıttılar.”
Bu destanın sonunda ise Şeyh Bedrettin idam edilir. İznik’te bir Güneş olan Şeyh Bedrettin…
Ve bütün sıkıntılarına o yaptığı pek çok işe bakarsak oldukça kısa süren ömründe çektiği bütün meşakkatlere rağmen Nâzım bir an olsun ümitsizliğe kapılmadı. Şöyle dedi:

“Ölenler dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zapt edeceğiz
Güneşin zaptı yakın!”
Son olarak… Nâzım Hikmet, şiirlerini ölümünden sonra satın alıp başkasına yayınlatmayanların malı değildir. O tüm dünyaya mâl olmuş bir büyük şairdir. Bunu Nâzım kendisi de söylüyor:
“Kardeşlerim!
Avrupalım, Asyalım, Amerikalım,
Ben bu mayıs ayında
Ne hapisteyim, ne açlık grevinde
Yatıyorum çimenin üstünde geceleyin
Gözleriniz yıldızlar gibi başucumda
Ve elleriniz bir tek el gibi avucumda.”

9 Nisan 2009 Perşembe

YARATAN KİM, YARADILAN KİM?

Ksenofanes 25 asır önce ne kadar doğru söylemiş. İnsan, kendine bakıp tanrı yaratır, diye. Habeşlerin tanrısı siyah derili ve basık burunludur. Bir Trakyalının tanrısı sarışın ve mavi gözlüdür. Şayet atlar, inekler ve aslanlar insan gibi düşünebilseydi ve elleri olsaydı onlar da tanrılarını at, inek ve aslan şeklinde resmederdi, diyor Ksenofanes.

Arabistan'ın İslam öncesi zamanlarına bakalım, El İlah henüz kadın, üç kızı var: Hübel, Lat ve Uzza. İnsanlar kabileler şeklinde yaşıyor, anaerkil düzenin son kırıntıları hâlâ var. Zengin kadınlar birden fazla erkekle evlenebiliyor. Giyim kuşamları serbest, elbise yakaları çok açık ve hatta Kâbe'yi erkekler çırılçıplak tavaf ederken, kadınlar da bu işi çırılçıplak yapıyor.

Daha sonraları Mekkeliler ticaretle Medineliler tarımla gelişirken ve kabileler arasında kimileri öne çıkarken, ittifaklar olurken ve sınıflar oluşmaya başlarken hanifler ortaya çıkıyor. Anaerkil düzenin son kırıntıları da kaybolmaya yüz tutunca tanrı erkek oluyor. Bir arada toplanmaya bir devlet olmaya doğru gidilirken tanrının kızları ve putlar yok ediliyor. Arabistan'ın siyasi ve iktisadî yapısı değişirken dini de değişiyor.

Kitap ganimetlerin 5'te 1'i Allah ve resulüne aittir, diyor. Tanrı mülkün mülkiyetin asıl sahibi oluyor ve madem tanrı mülke ve paraya yakın; tanrıya yakın olan da paraya yakın. Herkes tanrıya eşit uzaklıkta olsa peygamberlik anlamsız olurdu , daha doğrusu olmazdı ve bu mülkiyetin olmadığı bir toplumda geçerli olabilir. Aslında toplumda bir lider yoksa bir otorite bir ayrıcalıklılar grubu yoksa o toplumda tanrı fikri de olmuyor.

Fizyolkojik şartlar da etkiliyor inancı Ortadoğu gibi sıcak bir yerde tanrı yakıp kavurarak azap ediyor. Cennet ise gölgelik, ağaçlı, sulak bir yer. Yani Cehennem oraların çölü Cennet ise o çöldeki vahalardı.

Yunanlılara bakarsak şehirlerde köle sahipleri vardı. Otorite tek elde toplanmamıştı senato vardı seçimler vardı, demokrasi vardı. Ve dinleri de çok tanrılıydı. Zeus vardı, tanrıların tanrısıydı, Ares, Athena, Apollo, Artemis, Hera, Athena, Hermes... Tanrıların hayatında da aşk, kıskançlık, ihanet, entrika ve tecavüz bile vardı. (Mesela Zeus Avrupa adlı bir ölümlüyü kaçırıp tecavüz etmişti.)

Hatta Yunanistan arazisinin engebeli oluşunu da mitleri açıklıyordu. Tanrılarla titanlar (devler) savaşmıştı. Tanrı Zeus titanlara yıldırımlar yağdırmıştıyerden taşları kayaları koparan Tanrılar ve Titanlar bunları birbirlerine fırlatmıştı. İşte Yunanistan arazisi tanrıların ve titanların bu savaşı nedeniyle engebeli olmuştu.

Nereye gidersek gidelim tanrı ve din oradaki hayata benzer bir şeye dönüşüyordu. Dinler ve mitler toplumun siyasî ve iktisadî düzeninin masalvari bir şekilde ifade edilişiydi. Zamanla devlet ve otorite yerleştikçe yönetimin tek elde olduğu imparatorluklar ve devletler ortaya çıktıkça çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere geçildi. Doğa olayları açıklanmaya başlandıkça ise başlangıçta elini kolunu sallayarak Cennet'in bahçesinde yürüyen tanrı daha bir mistik, daha bir soyut, daha bir gizemli oldu. Tanrılar insanları değil ama insanlar tanrıları yarattı.

5 Nisan 2009 Pazar

İÇKİ NEDEN HARAMDIR?

Kuran içki konusunda Bakın ne diyor:

Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır. (NAHL/ 67)

Ey iman edenler, sarhoş iken, ne dediğinizi bilinceye ve cünüp iken de -yolculukta olmanız hariç- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahud kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (NİSA / 43)


Gördüğünüz gibi içki başlarda serbest önce Allah'ın verdiği bir nimet olarak anılmış. Sonra dediklerinizi şaşırmayın diye içkiliyken namaz kılmayın diyor. Çünkü Ali sarhoşken bir ayeti yanlış söylemiş. Yani içki haramdır, demiyor hatta ne dediğini bilirsen sarhoşken de kılabilirsin.

Fasıl : TEFSİR BÖLÜMÜ - ESBAB-I NÜZULE DAİR
Konu : Nisa Suresi
Ravi : Ali
Hadis : İbnu Avf (ra) bizim için yemek hazırlayarak bizi davet etti, gittik, yemeği yedik. Arkadan şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarab beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kafirun suresini okudum. Ancak "sizin taptığınıza ben tapmam" diyecek yerde "biz, sizin taptığınıza taparız" şeklinde yanlış okudum. Bunun üzerine: "Ey iman edenler! sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünubken -yolcu olan müstesna- gusledene kadar namaza yaklaşmayın..." ayeti nazil oldu." (Tirmizi hadisin sahih olduğunu belirtir)

HadisNo : 556



Sonra birden iş değişir:


Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. (MAİDE/ 90)


Fasıl : İÇECEKLER BÖLÜMÜ

Konu : Hamrın Tahrimi Ve Yapıldığı Maddeler

Ravi : Hasan İbnu Ali

Hadis : Hasan İbnu Ali (ra) babasından naklen anlatıyor: "Bedir savaşı ganimetinden hisseme düşen yaşlı bir devem vardı. Resulullah (sav) da humus`dan (o gün) bana yaşlı bir deve daha verdi. Develerim, Ensar`dan bir zatın hücresinde ıhmış dururken (yanlarına) geldim. Bir de ne göreyim, develerimin hörgüçleri kesilmiş, böğürleri oyulmuş, ciğerleri de sökülmüştü. Bu manzarayı görünce kendimi tutamayıp, ağladım. "Bunu kim yaptı?" diye sordum. "Hamza yaptı. Şu anda, falanca evde, Ensardan birinin içki meclisindedir. Şarkıcı cariye ona şarkı okumuş, şarkısında şunları söylemişti" dediler: "Ey Hamza! Şişman yaşlı develere dikkat et, onlar avluda bağlıdırlar, bıçağı onların sinesine vur, pirzola veya benzerini çabuk yap!" Bu şarkı üzerinde Hamza (ra) fırlayıp, kılıcı kapıp develerin hörgüçlerini kesmiş, karınlarını yarmış, ciğerlerini sökmüş." Hz. Ali (ra) devamla şunları söyledi: "Ben hemen gidip Resulullah (sav)`ın huzuruna çıktım. Yanında Zeyd İbnu Harise vardı. Beni görünce, başımdan geçenleri yüzümden okudu. "Neyin var?" diye sordu. Ben: "Ey Allah`ın Resulü! Bugünkü gibi (dehşetli bir manzara) görmedim. Hamza iki deveme saldırıp hörgüçlerini kesmiş, böğürlerini yarmış. Hemencecik şurada, bir içki meclisinde!" dedim. Bunun üzerine Resulullah (sav) ridasını istedi, getirdiler, giyip yayan gitti. Biz de arkasına düştük. Hamza`nın bulunduğu eve kadar geldi. İzin istedi, buyur ettiler. Girince bir içki meclisiyle karşılaştı. Resulullah (sav) fiilinden dolayı Hamza`yı ayıplamaya başladı. Hamza sarhoştu, gözleri kızarmıştı. Resulullah (sav)`a baktı, sonra nazar edip aşağıdan dizlerine kadar süzdü, tekrar ayağından başlayıp beline kadar süzdü, sonra tekrar bakışlarıyla süzerek yüzüne kadar geldi ve: "Siz benim babamın kölelerinden başka bir şey misiniz?" dedi. Resulullah (sav) onun sarhoş olduğunu anladı. Hemen izinin üstüne geri döndü, çıkıp gitti. Peşinden biz de çıktık. Bu vak`a hamr`ın haram edilmesinden önce idi."
HadisNo : 2278


Görüldüğü gibi insanlar içkiliyken Muhammed'e kafa tutabiliyor ve otoritesi sarsılıyor diye Muhammed, içkiyi haram kılma yoluna gitmiş.

4 Nisan 2009 Cumartesi

KURAN'DA O ÇAĞIN BİLGİSİNİN İLERİSİ YOK

Kuran’da hurma, incir, zeytin gibi hep arapların bildiği yemişlerden söz edilir. Hep Arabistan’da yaşayan her insanın bildiği meyveler bilinmeyen meyve yok. Mesela Allah o çağlarda Arapların bilmediği mısırdan söz etse Mucize olurdu. Allah “Tane tane sarı meyve yüzyıllar sonra önünüze gelecek adına Mısır denecek haşlanıp da yenecek.” Diyebilirdi. Ama demedi. Sadece Arapların bildiği kadarını söyledi.

Deveden söz edilir, mesela zebradan söz edilmez. “Dünyanın uzak ve sıcak bir yerinde yaratılan siyah çizgili beyaz eşeğe andolsun ki” diye bir ayet yok. Ama "atlara andolsun" var. Eğer Muhammed Kongo havzasında yaşasaydı deveyi değil de zebrayı ele alacaktı Kuran’da. Ya da Muhammed Ortaasya Türkleri’nin arasında olsa börüden (kurt) bahsedecekti. “Tang Tangrı börüyü yarattı görüben düşünüben anlamazsınız.” Derdi. Ama Arabistan’da olduğu için deveden bahsetti.

Sonra şöyle bir ayet yazsa şimdi bütün dünya Müslüman olurdu dese ki: “Andolsun ki biz insandan 60 milyon yıl önce dev sürüngenler yarattık. Ahir zaman yaklaşınca toprak altından dev sürüngenlerin kemikleri insan tarafından çıkarılacak.” İşte Kuran asırlar önce dinozor fosillerini anlatmış helal olsun der iman ederdik.

Ya da Kuran şunu diyebilirdi “Bin üç yüz yıl sonra gökte uçan büyük demir gemilerin içine girip seyahat edeceksiniz.” Uçaktan bahsetmiş olurdu. Ya da Kuran quantum fiziğinden bahsedebilirdi, atomaltı parçacıklardan, E=Mc2’den ama Kuran hep o çağın bir insanının yazdığı bir şeyden öteye gidememiş.

Kuran'a göre hava (atmosfer) olmadan da su olabilir. Hiç mümkün mü hidrojen yok oksijen yok ama su var. Hiç olacak şey mi?

Allahü teâlâ, gökleri ve yeri altı günde yarattı. (Bundan evvel ise) Arş'ı su üzerinde idi. ( Hûd sûresi/7)
Tabii 1400 sene öncesinin insanı ne bilsin bunu. Allah böyle bir hata yapmayacağına göre...


Eskiden insanlar düşünce idrak gibi şeylerin beyinde değil de kalpte oluştuğuna inanırdı:

"Burundan bir çengelle girilip beyin parçalanır ve parça parça çıkarılıp atılırdı. Beynin korunmamasının nedeni Eski Mısırlılar’ ın beyine önem vermemelerindendir: Eski Mısır’da yaşam kalpten girer, kalpte yaşar, kalpten çıkardı. Eski Mısırlılara göre, düşünce merkezi de yine kalpti. Bu nedenle kalp çıkarıldıktan sonra mumyalanıp tekrar yerine konulmasına rağmen, beyin hiçbir şekilde saklanmamıştır, beyin önemsenmediğinden dolayı, hiyerogliflerde bile yer almamıştır."
Kaynak: http://www.girgin.org/ansiklopedi/misirdamumyalama.htm

Kuran'da bakalım ne diyor:
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (A'RAF SURESİ / 179)


Hamilelik sırasında kanama gecikir eski insanlar annenin içinde biriken kanın pıhtılaşıp bu pıhtının çocuk olduğunu zannediyor bu yüzden:

"O, insanı pıhtılaşmış kandan (alak'tan) yarattı."(ALAK - 2)



2 Nisan 2009 Perşembe

SUÇ KÂFİRİN Mİ ONU YARADANIN MI?

Eğer Rabbin dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı. Oysa, onlar, anlaşmazlığı sürdürmektedirler: (HUD SURESİ / 118)

Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız. (NAHL SURESİ / 93)

Eğer Allah dileseydi, onları her halde tek bir ümmet kılardı. Ancak O, dilediğini kendi rahmetine sokar. Zalimlere gelince; onlar için ne bir veli vardır, ne bir yardımcı (bulursun). (ŞURA SURESİ / 8)

Eğer biz dilemiş olsaydık, her bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden çıkan şu söz gerçekleşecektir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan (İnkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (SECDE SURESİ / 13)

Şimdi yukarıdaki ayetlere bir bakalım.

Eğer rab dileseymiş bizi tek bir ümmet kılarmış ama dilememiş anlaşmazlığa düşmemizi uygun bulmuş. Neden?

Bazılarımızı canı öyle istiyor saptırıyor bazılarımızı ise hidayete erdiriyor bizlerle böyle oyun oynuyor. Sonra ne diyor? Yaptıklarımızdan sorumluymuşuz. İyi de sen bize dilediğini yaptırıyorsun neden biz sorumlu olacağız?

Nedeni şu önce cehennemi yaratmış sonra bunu dolduracağına yemin etmiş. Zaten yemin etmek adetidir rabbimizin iki lafından biri yemin neyse. Ağzından bu yemin çıktı diye bizi saptırıyormuş.

Hatta Allah tutar bir adım daha ileri gider ve bazılarımızı daha yaratırkan cehennem için yarattığını itiraf eder:

Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: "Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kafirlerin) tümüyle dolduracağım." (HUD SURESİ / 119)

Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (A'RAF SURESİ / 179)

Hem Cehennem için yaratıyor hem de sövmesi cabası.

Peki Allah daha baştan yemin etmiş ve kendi yaptığı bir hatadan dolayı insanları yakmaya karar vermiş ama bakın ne şekilde ballandıra ballandıra anlatıyor işkenceleri bir ruh hastası ne kadar sapık, acımasız ne kadar vahşet düşkünü olursa olsun bu tarz işkenceleri yapamaz hele ki işkence ettiklerinin çözülüp yalvarmaları karşısında yumuşamak şöyle dursun adeta orgazma benzeyen bir haz var. Buyrun:

İşte bu; tatsınlar onu: Kaynar su ve irin. (SAD SURESİ / 57)

Doğrusu biz kafirlere zincirler, demir halkalar (tomruklar) ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık. (İNSAN SURESİ / 4)

Ayetlerimize karşı inkâra sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tadmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (NİSA SURESİ / 56)

Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek). (TEVBE SURESİ / 35)

(Böylesinin) Önünde cehennem vardır ve (orada) irinli sudan içirilecektir. (İBRAHİM SURESİ / 16)

Yutkunmaya çabalayacak ve boğazından geçirmeyi başaramıyacak, ona her yandan ölüm gelecek, oysa ölmeyecek de. Ardından daha katı bir azab olacak. (İBRAHİM SURESİ / 17)

Orda kendileri için, 'kemikleri çatırdatan inlemeler' vardır. Onlar orda işitmezler de. (ENBİYA SURESİ / 100)

Fasık olanlar içinse, artık onların da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını tadın" denir. (SECDE SURESİ / 20)

Ne zaman ordan, sarsıcı-üzüntüden çıkmak isterlerse, oraya geri çevrilirler ve (onlara:) "Yakıcı azabı tadın" (denir). (HAC SURESİ / 22)

Ateş, onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar, (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler. (MÜ'MİNUN SURESİ / 104)

Bakınız Cehennem'e atılan insanlar nasıl yalvarıyor:
"Rabbimiz, bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkâra) dönersek, artık gerçekten zalim kimseler oluruz." (MÜ'MİNUN SURESİ / 107)
Allah da onlara nasıl karşılık veriyor:
Der ki: "Onun içine sinin ve benimle söyleşmeyin." (MÜ'MİNUN SURESİ / 108)

İnsanlar Allah'ın işkenceleri sonucu yok olmayı nasıl da istiyorlar:
Elleri boyunlarına bağlı olarak, sıkışık bir yerine atıldıkları zaman, orada yok oluşu isteyip-çağırırlar. (FURKAN SURESİ / 13)
Bakınız işkencecileri (Allah) onlara nasıl karşılık veriyor:
Bugün bir yok oluşu çağırmayın, bir çok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın. (FURKAN SURESİ / 14)

Yine bir yakarış ve karşılık:
İçinde onlar (şöyle) çığlık atarlar: "Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım." Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur. (FATIR SURESİ / 37)

Allah büyük bir hazla onlar sussa da susmuyorve ağzından zevk sözcükleri dökülüyor:
Şimdi tadın. Size artık azabtan başkasını arttırmayacağız; (NEBE' SURESİ / 30)

Hani bir de ahh, ohh... dese tam olacak. İnsanlar azap içinde yanacak kavrulacak kanlı irin içecek hatta içemeyecek bile irin boğazlarına takılıp kalacak akıl almaz işkenceler altında inleyecek ve yalvaracak Allah da onları affetmeyecek sırf bir gün canı sıkılmış da Cehennem’i doldurmaya yemin etmiş diye. Bu sözler bir sapığın bir psikopatın sözleri mi yoksa Allah’ın sözleri mi? Bunları daha evvel görmemiş olsanız ve bu sözlerin yanında sure adı ve ayet numarası olmasa bu sözleri söyleyen hakkında ne düşünürdünüz? Adı anılınca secdeye kapanılacak saygıdeğer biri mi derdiniz yoksa “OOOha! Bu ne sapıklık. Yuh!” mu derdiniz?

1 Nisan 2009 Çarşamba

CEMİL ÇİÇEK VE AKP'NİN KÜRT VATANDAŞLARIMIZA BAKIŞI

Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkâri, Tunceli, Van ve Iğdır illerinde belediye başkanlıkları DTP’nin oldu.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’nun köşesinde yayımlanan (31 Mart 2009 / Salı) demecinde şu değerlendirmeyi yaptı:
“Her parti, bu seçimde ne kazandığı kadar, neden daha fazla oy ve başkanlık kazanamadığına da kafa yormalı. Biz öyle yapacağız. Türkiye’nin belirli bir bölgesinde DTP’den başka parti kalmadı. Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar. AKP o bölgede sadece Mardin’i kazandı. Tamam Ankara’yı aldık diye sevinebiliriz, CHP de İzmir’i aldık diye övünebilir. Ama bu kutlamanın, Türkiye’nin güvenlik açısından sorunlu bölgesine yardımı olmaz. Oraya ayrıca dikkatle bir bakmak gerekir.”

Cemil Çiçek çok ilginç konuşmuş. Sanki AKP’ye oy verenler adam da DTP’ye oy verenler adam değil. Elbette DTP’nin de eleştirilecek çok tarafı var ama bu sözleri üzerine Çiçek’i eleştirmek şu an için daha yerinde olur.

Bir kere eğer DTP bir ötekiyse ve bu öteki aynı zamanda zararlıysa ve zararlı, AKP iktidarı zamanında güçlendiyse bunun sorumlusu zaten AKP’dir. Ama halkı ayıran ötekileştiren ne kadar DTP’dir ne kadar AKP’dir. İşin orası tartışılabilir. Mesela “Beğenmeyen çeker gider!” “Ananı al git!” “Gül’ü cumhurbaşkanı olarak kabul etmeyen ülkeyi terketsin!” “Ben senin mini eteğine karışıyor muyum?” gibi yaklaşımlar insanları ötekileştirmiyor mu?

Bunu geçelim Çiçek’in “Ermenistan sınırındalar” paranoyası ne oluyor? Kürtler zaten yüz yıldır Ermenistan sınırındalar. DTP orda bir seçim kazanınca ne çirkin laflar, ne saçma imalar bunlar böyle. Ona bakacak olursak Gül de kalktı Ermenistan’a gidip oranın Cumhurbaşkanı ile beraber futbol maçı seyretti. O zaman neden telaşa düşmedin, diye sorarlar adama. Kaldı ki DTP’den biri kalkıp da Ermenistan’a da gitmedi. Hoş gitse de Ermeniler’de de veba yok sanırım. Erdoğan seçim mitinglerinde başka bir parti için “kafatası Milliyetçisi” yakıştırmasını yapıyordu ama Çiçek’in son tavrı asıl kafatası Milliyetçisinin kimler olduğunu çok iyi gösteriyor.

Bir yandan TRT şeş’i aç, bir yandan Kürtlere vebalı insan muamelesi yap, bir yandan gecekondu mahallelerinde kömür dağıt, diğer yandan sağlığı paralı hale getir, emeklilik yaşını 65 yap prim ödeme gün sayısını uzat patronların yararına fukaranın gırtlağını sık. Bir yandan Davos’ta artistlik yap diğer yandan Gazze’yi bombalayan pilotları Konya’da eğit. Bu kadar ilkesiz, bu kadar yoz bir parti daha kuruldu mu? Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş en ilkesiz, en omurgasız, en ikiyüzlü, en çıkarcı politikalarını izliyoruz başrolde AKP, alkışlar AKP’ye!