24 Temmuz 2009 Cuma

KUR’AN’DA MUSA İLE HIZIR’IN BULUŞMASI

Kur’an’ın Kehf suresinde Musa Hızır’la buluşmak üzere yanında bir gençle yola çıkar. Şimdi biraz şu sureye bakalım:
Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: “Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim.” Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti. (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi. (Genç adam): Gördün mü! Dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.(60-64)

İki denizin birleştiği yer neresidir? Musa neden durup dinlenmeyecek? Balıklarını unuttular bahsinde bu balıklar yemek için mi eğer yemekleriyse bu yemek nasıl denize atlayıp bir yol tuttu yok balıklar canlıysa adam elinde akvaryumla mı yolculuğa çıkmıştı? Musa’nın “İşte aradığımız o idi” dediği şey ne? Neden geri döndüler?

Gördüğünüz gibi Allah’ın apaçık olduğunu çeşitli yerlerde üstüne basa basa tekrar ettiği Kur’an’ın bu ayetleri hiç de açık değil.
(…. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır./Bakara-118; …Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir./Maide-15; …apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar./Yusuf-1 … Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler./Bakara-187)
Zannedersem Kur’an’ın “apaçık” olduğu iddiasının Kur’an’da yer aldığını göstermek için bu kadar delil yeter.

Şimdi tekrar Musa ile Hızır’ın buluşması olayına dönelim.

Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem. (O kul): Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Hızır) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi. (Hızır:) Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi.(Kehf 65-73)

Bir gemiye biniyorlar lakin neden biniyorlar ve gemi sahibi onları neden gemisine alıyor bilinmez. Hızır geminin tabanını delmekle meşgulken gemidekiler Hızır’ın tek başına aşağı inmesine neden müsaade etmiş, nasıl kimse bu tanımadıkları adamdan şüphe duymamış ve Hızır geminin tabanını deldiği halde gemi nasıl batmamış bunlar da muamma tabii ki. Yine devam edelim:

“Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın! (Hızır:) Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın. Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi. (Hızır) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim." "Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı." "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." (Devam etti): "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." "Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur."

Hele şuna bakın siz, gemiyi delmiş ki sağlam olursa hükümdar el koyuyormuş yahu gemi nasıl batmadı nasıl karaya çıktınız gemi delik delik yoluna devam mı etti bu nasıl iş böyle? Bunu geçelim çocuğu neden öldürdü. "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." Diyor Hızır. Yani bir ihtimal üzerine, daha gerçekleşmemiş bir olasılık yüzünden Allah çocuğu öldürtmüş. İyi de o zaman Allah bu çocuğa hidayet verseydi çocuk iyi biri olsaydı daha henüz günahsızken bir suçu yokken ilerde ana babasını azdırma ihtimalinden korkarak çocuk öldürülür mü? Kaldı ki Allah Kuran’ın çeşitli surelerinde dilediğinin kalbini açıp hidayete erdirdiğini dilediğini saptırdığını kendisi söylüyor. Çocuğu neden iyi bir insan yapmak yerine hem saptıracak hem de sapıp ana babasını da azdırmasın diye öldürtecek? İstese çocuğu pekala doğru yola sevkedebilir. ( Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir./ Fatır-8) Diyelim ki Allah bu çocuğu öldürmeyi kafasına koymuş, neden derede boğmuyor, ağaçtan düşürmüyor da Hızır çocuğu öldürüyor? Bir peygambere kiralık katil gibi küçük çocuğu öldürtmek de neyin nesi?

Peki Hızır neden yaptıklarını açıklamıyor? Neden Musa’nın soru sormasını hoş karşılamıyor? Aynı surede şöyle bir ifade de var: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.(Kehf-54) İşte şimdi daha iyi anlaşılıyor ki insanlar tartışmasın, insanlar konuşmasın, soru sormasınlar işte istenen bu. Sus, sorgulama ve itaat et. Özgür düşünceyi ifade özgürlüğünü yüzyıllarca Sokratesler, Voltaireler, Hallacı Mansurlar, Pir Sultan Abdallar, Wilhelm Reichlar savunsun ama Kur’an gelsin yüzlerce yıl insanların uğruna neler verdiği sorgulama özgürce düşünme ve tartışmayı boğsun. Bakın şu ayetin üstüne bilmem artık yoruma gerek var mı: Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. (Bakara - 108)

19 Temmuz 2009 Pazar

AKILDIŞI AYETLER

Bugün Dünya’nın yuvarlak olduğunu artık biliyoruz. Bakalım 1.400 yıl önce yazılan Kuran’a göre de Dünya yuvarlak mıymış.

Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? (NEBE/6-7)

O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.(RA'D - 3)

Görüldüğü gibi Kuran’a göre yeryüzü düz. Tabii Muhammed o zamanların Arabistan’ında nerden bilsin Dünya’nın yuvarlak olduğunu.

Şimdi devam edelim. Nebe suresinde gördüğümüz gibi düz yeryüzünde dağlar birer kazıkmış. Peki Allah bu kazıkları çakmaya neden ihtiyaç duymuş?

Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağlar; yolunuzu bulmanız için de nehirler, yollar ve nice işaretler meydana getirdi. İnsanlar yıldızlarla da yollarını bulurlar. (NAHL15-16)

Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik.( ENBİYÂ - 31)

Allah dağları deprem olmasın diye yaratmış. Eh Muhammed de Arap yarımadasında pek deprem görmemiş olsa gerek. Oysa bir yer dağlıksa orda deprem olmaz diye bir şey yok. En basitinden Doğu Anadolu bölgemizi örnek verelim, dağlık bir bölgedir ve depremler görülür.

Dahası gökyüzü yani bir gaz tabakası olan atmosfer başımızın üstünde duran bir tavan gibi düşünülmüş. Bakalım.

Allah, gökleri görebileceğiniz direkler olmaksızın yarattı. Yeryüzüne de, sizi sarsmasın diye sabit dağlar yerleştirdi ve orada her türlü canlıyı yaydı. Gökten de yağmur indirip orada her türden güzel ve faydalı bitki bitirdik.( LOKMÂN - 10)

Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.( HACC - 65)

Demek ki neymiş, Allah bıraktığı gibi gökyüzü kafamıza düşermiş.

Komedi bitmedi dahası var...

BAKARA SURESİ: 65 Yemin olsun, içinizden Cumartesi gününde azgınlık yapanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: "Aşağılık maymunlar oluverin."

Gelelim ayetin hikmetine güya İsrailoğullarından bir grup deniz kenarında bir kasabada yaşıyormuş. Bu topluluk balıkçılıkla geçinirmiş. Sizinde bildiğiniz gibi cumartesi Musevilikte tatil günüdür. O gün İsrailoğullarının herhangi bir iş yapmalarını rab yasaklamıştır. Bu İsrailoğulları diğer günler balık avlayıp Cumartesileri avlamıyorlarmış. Lakin balıklar durumu fark etmişler ve diğer günler o tarafa uğramaz olup Cumartesi günleri akın akın gelmeye başlamışlar. Garipler de ne yapsın cumartesi günü balık avlamışlar ama bu cumartesi yasağını deldikleri için Allah çok öfkelenmiş ve bir hokus pokusla onları maymuna çevirmiş. Ne kadar inandırıcı değil mi Kurbağa Prens masalı bile bundan daha mantıklı ne yazık ki din afyonunu yiyen bir beyin bunun bile gerçek olduğuna inanmaktadır.


Günümüzde biri cinlerle, kuşlarla, karıncalarla konuştuğunu söylese dahası rüzgarın sırtına binip uçtuğunu iddia etse herhalde iki beyaz önlüklü kolları bağlı gömleği giydiğdiği gibi doğru tımarhaneye götürür. Bir insanın hiç kuşlarla cinlerle konuşması karıncaların sohbetini dinlemesi olacak iş midir?

Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları, Süleyman'ın huzurunda bir araya getirildi. Onlar, düzenli bir biçimde sevk ediliyorlardı. Nihayet karınca vadisine geldikleri vakit bir karınca, “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesinler” dedi. Süleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki: “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”( NEML /17-19)

Rüzgar şoförü cinler dalgıcı olmuş beyzadenin.
Süleyman’ın hizmetine de güçlü esen rüzgârı verdik. Rüzgâr, onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere eser giderdi. Biz, her şeyi hakkıyla bileniz. Bir de şeytanlardan, Süleyman için dalgıçlık eden ve daha bundan başka işler yapanları da onun emrine verdik. Hep onları zapteden bizdik.( ENBİYÂ /81- 82)

Sıkı durun sinekten yağ çıkarmaya meraklı İslamcıların bir uydurması da şu Kuran'da hani Süleyman rüzgarın üstüne atlayıp uçuyor ya eee.... işte orda uçak teknolojisine işaret ediliyor. Bu bir Kuran mucizesi vay anasınıı... Akıldışı saçma sapan bir ayetten bile bu şekilde sebeplenmeye kalkmak artık sinekten yağ çıkarmak, deyiminin bile yetersiz kaldığı bir durum. Pamuk Prenses masalında Pamuk Prenses elme yiyip bayılıyor prens de onu uyurken öpüyor ya işte orda da Nuri Alço'ya işaret ediliyor o da bir mucize!


BAKARA SURESİ: 259 Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum."

Birisi harap bir şehre giriyorve Allah'ın ölümden sonra dirilteceğinden kuşku duyuyor bunun üzerine ne oluyor? Allah adamı yüzyıl uyutuyor eşeği çürüyüp iskelet oluyor sonra onu uyandırıyor ve eşek iskeletine et giydiriyor ve işte karşınızda eşek. Vay gidi eşşek vay eşşek... Buna inanmak için acep ne olmak gerek?

Bu masalın saçmalığını bir yana bırakalım. Allah bir tek kişiye ispatlamak için bunu yapmış şu an tv var radyo, gazete var böyle tek bir mucizeyle Allah tüm dünyayı Müslüman yapabilir ama nedense kendine inanmamız karşılığında Cennetler huriler bahşeden, inanmamamız halinde bizi ateşte yakacak derecede kibirli ve takıntılı Allah inanmamız için bize böyle bir mucize göstermiyor. İşte Kuran böyle saçmasapan masallarla insanları uyutan, insanın aklını adeta iğfal eden, düşünmeyi ve aklı dışlayan öykülerle müminleri akletmekten ve sorgulamaktan uzak itaatli robotlar olarak terbiye etmektedir.

9 Temmuz 2009 Perşembe

PUTPEREST BİR RİTÜEL: HACC

Hacc sizlerinde bildiği gibi İslamiyet öncesi de var olan bir gelenekti. Küçük bir farkla İslamiyetten önce Hac çıplak yapılırdı. Hac'da okunan telbiye de İslam'dan önce yine vardı. Şu şekildeydi:

"Lebbeyk allahümme lebbeyk.
Lebbeyk ve sadeyk.
Ma ehabbena ileyk"

Buyruğundayım, Allahım buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin!
Yalnızca tek ortağın var! O da senindir!

İslamiyet'ten sonra değiştirilerek şu şekilde okunmaya başlandı:

"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk,
lebbeyke la serike leke lebbeyk,
innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek."

“Buyruğundayım Allahım, buyruğundayım!
Buyruğun başım üstüne, ortağın yoktursenin , buyruğundayım,
Hamd ve nimet senindir, ortağın yoktur senin!”

Mekke'nin fethi sonrasında Muhammed Kabedeki putları bir bir kırıp bir tekine dokunmamıştır: Hacer-ül Esved. O taşı bugün hacıların öpüp okşadığını biliyoruz. Nedeni de Muhammed'in bu taşı öpüp okşamasıdır. Bu taş çok kutsal çok önemli olmalı ki Muhammed bunu bırak yok etmeyi saygı göstererek bu putu okşayıp öpmüştür. Bunu Kütübü Sitte'den iki hadisle de ispatlayalım:

1315 - Ebu Davud ve Nesai'deki bir rivayet soyledir: "(Ibnu Omer) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), (tavafin) her savtinda rukn-i Yemani ve Haceru'l-Esved'i istilam etmeyi terketmezdi."
Ebu Davud, Menasik 48, (1876); Nesai, Hacc 156, (5, 231).

1316 - Buhari ve Nesai'de gelen bir diger rivayet soyle: "Bir adam Ibnu Omer (radiyallahu anhuma)'e Haceru'l-Esved'i istilam etme hususunda sormustu. Su cevabi aldi:
"Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder hem de oper gordum..."
Adam tekrar sordu: "Pekala, sikisacak olsam, bana galebe calacak olsalar, (ne yapayimIbnu Omer (radiyallahu anhuma) kizgin bir eda ile: "Sorusu Yemen'de batasica, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder, hem oper gordum."
Buhari, Hacc 60; Nesai, Hacc 155, (5, 231).

Kabe 7 kez tavaf edildikten sonra Safa ile Merve tepeleri arasında da 7 kez koşarak gidilip gelinir buna "say" denir. Bu da hem İslamiyet'ten önce vardır hem de daha sonra İslam'da devam etmiştir. Bu iki tepe bir nevi puttu ve bu ikisi arasında koşmak da putlara yapılan ibadetti. Say edilmesinin İslamiyet'te bile sürdürülmesi önce Ashabtan bazı kişilerin tepkisini bile çekmişti.

Câhiliye döneminde Safa ile Merve tepeleri üzerinde iki put bulunmaktaydı. Umretul-Kaza esnasında müslümanlar; "Bu iki tepe arasında nasıl tavaf ederiz? Çünkü biz cahiliye döneminde bu iki put için burada sa'y ederdik. Şimdi biliyoruz ki putlara saygı göstermek ve Allah'dan başka her hangi bir şeye ibadet için yönelmek O'na şirk koşmaktır. Bu iki taş arasında tavaf etmemiz de bunlardan biridir. Allah tarafından bugün İslâm gelmiş bulunmaktadır. İbadet kastıyla onunla birlikte başka bir şeyi yüceltmek için bir yol bulunmamaktadır" diyerek, sa'yetmekten çekindiler. Bunun üzerine; "Muhakkak ki Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir..." âyeti nâzil oldu (İbn Cerir et-Taberî, Câmiu'l Beyân, Mısır 1968, II, 45)

Muhammed şayet putperest bir gelenek olan Haccı kaldırsaydı Mekke ekonomisinin can damarlarından birini kesmiş olacaktı ve o böyle bir hata yapmayacak kadar akıllıydı.