13 Aralık 2012 Perşembe

TERÖR

“Terör nedir?” Sanki bir muamma bu, uzun süredir tartışılıyor. Bir türlü tanımı tam olarak yapılmıyor. Bunun tanımının adam gibi doğru düzgün yapılmamasının elbet bir sebebi var. Bazı çevreler istediklerine “terörist” yaftası yapıştırıp istediği gibi manipülasyon yapsın diye tanımı doğru düzgün yapılmıyor. Her ne hikmetse en güzel tanımı da TDK yapmış ama hakkını verelim. “Yıldırı” (gözdağı) olarak tanımlamış terörü. Tanımı iyice basitleştirirsek bir babanın yaramazlık yapan çocuğuna “Uslu otur; yoksa kafanı kırarım.” demesi bir terördür. Banka soyan birinin yaptığı şey terördür, bununla beraber onu hapse atan devletin de yaptığı bir terördür.  
Terör günlük hayatta hemen hemen hepimizin başvurduğu bir aygıt. Eğer terör uygulamak suçsa nerdeyse hepimiz terör suçlusuyuz. Ödevini yapmayan öğrenciye eksi veren öğretmen, borcunu ödemeyen kişiye ihbarname gönderen alacaklı, anne babası bir şeyi yapmazsa “Ben de yaramazlık yaparım, ağlarım, kudururum.” diyen küçük çocuk, marketimiz 24 saat güvenlik kamerasıyla kontrol edilmektedir, levhası asan esnaf, trafikte kırmızı ışıkta geçene ceza yazan polis, işe geç gelen işçiyi işten çıkarmakla tehdit eden patron hatta gelen geçene havlayan köpek dahi terör suçlusudur. Peki herkesin karşıdakini yıldırma amaçlı her türlü korkutma ve şiddet eylemi terörse ve herkes teröristse herkesi aynı kefeye mi koyacağız?  Tabii ki hayır. Terör toplumsal hayatta gereklidir olmazsa olmazıdır toplumun. Öğretmen kızmasa küçük çocuk ödevini yapmaz, dolandırıcı bir cezası olmasa çok daha rahat adam dolandırır. Bu nedenle bazı yıldırılara göz yumulabilir ama bir belediye otobüsüne bomba atıp daha 1 yaşını doldurmamış bebeği öldürmek göz yumulmayacak cinsten bir terördür.
Her türlü gözdağı tedhiş ve yıldırı terör olsa da bâzen bunun adı değiştirilir teröre “terör” denmez. İsrail ordusu Gazze’de bir katliam yapar ve buna “operasyon” denir. Filistinli bir intihar bombacısı kalabalık bir yerde kendini havaya uçurduğundaysa bunun adı “operasyon” değil “terör” olur. Oysa etrafa saçılan şarapnel parçaları her iki durumda da can alır.
Devlet kendi kolluk güçlerine terör kullanma konusunda çok geniş yetkiler ve haklar verirken kendisi dışında bir gücün terör kullanmasını istemez. En demokratiğinden en totaliterine kadar bütün devletler kendi bekalarını ve sınıflı toplum sistemini korumak için terör aygıtını (egemen sınıfların yararına) kullanırlar. Demek ki her nevi devlet bir diktatörlüktür. Eski çağlarda devletin, sömürünün, sınıflı toplum düzeninin ve terörün olmadığı zamanlarda yaşayan insanlar çok şanslıydılar. Belki günün birinde seçimlerin, siyasetin, devletin, askerliğin olmadığı bir çağ gelecektir… Hayal kurmak güzeldir. Ama eyleme geçmek daha güzeldir.

14 Kasım 2012 Çarşamba

AKIL TUTULMASI

Bu ne rezilliktir, ne çeşit bir akıl tutulmasından muzdaripliktir ki Tayyip Erdoğan’a kızıp markette alışveriş yapan masum insanları öldürmeye kalkıyorlar? Geçenlerde de PKK bir saldırısında “Faris” isimli bir Kürt çocuğunu öldürmüştü. “Barış, barış, barış…” diyen “barış” kelimesini ağzından düşürmeyenler 15 yaşındaki çocukların eline benzin bidonu ve molotof kokteyli verip onları millete saldırtarak mı sağlayacak barışı?

Kürt halkının sözcüsüyüm, kurtarıcısıyım, diyenler bu Mersin’deki rezaletle ne yaptınız söyleyeyim mi? Erdoğan’ın elini güçlendirdiniz, açlık grevine yatanların “anadilde eğitim ve savunma hakkı” gibi bir haklı talebinin göz ardı edilmesine neden oldunuz ve açlık grevlerine karşı bir duyarlılık oluşmasına engel oldunuz. Bütün bu siyasi yanlışlar bir tarafa hangi görüşten olursak olalım önce İNSAN olalım. Sol gelenekten gelen bazı arkadaşlar PKK’nın her yaptığını alkışlıyor. Hayır, bu solculuk da değil insanlık da değil! Ne istediniz markette alışveriş yapan insanlardan, ne istediniz minik çocuklardan, ne istediniz çalışan onca kişinin ekmek teknesinden? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor şu yaptığınız karşısında?

Bu arada gelelim Erdoğan’ın son zamanlardaki tuhaf açıklamalarına 2 sene önce Erdoğan 12 Eylül döneminde asılan Mustafa Pehlivanoğlu’nun mektubunu meclis kürsüsünden okurken hüngür hüngür ağlamıştı. Hatta ve hatta idam cezasını kaldıran da AKP iktidarıdır. Ama Erdoğan çok tuhaf bir şekilde idam cezasını geri getirmekten bahsediyor. Önce ortada bir şey yokken kalkıp diyor ki: "Yok böyle bir şey. Bu ülkede on binlerce insanın ölümüne vesile olan bir terörist başına idam verilmiştir ama bu ülke, birilerinin bazı malum yerlerin baskılarıyla idamı dahi kaldırmıştır. İdamı kaldırmak suretiyle şu anda İmralı'da yatmaktadır. Şu anda birçok insanımız kamuoyu araştırmalarında idam yeniden gelsin diyor. Çünkü öldürülenin yakınlarının canı yanıyor. Diğeri işte gidiyor kebap partilerinde gününü gün ediyor." Malum yerlerin baskısıyla idamı kimin kaldırdığını söylemeyi unutmuş herhalde. Ben söyleyeyim “malum yerlerin baskısıyla idamı kaldıran” bizzat Erdoğan’ın kendisidir. Endonezya’da “Yeri geldiği zaman idamın bir haklılık sebebi de var.” diyen uçakla Türkiye’ye dönerken de “Terör ve ölüme sebebiyet verme kapsamında idamı tartışmak elbette mümkün olabilir." diyen Erdoğan Türkiye’de: "Bugün bakın ABD'de idam var, Rusya'da var, Çin'de var, Japonya'da var dünyanın birçok yerinde var. Bunlar BM Güvenlik Konseyi'nin ağırlıklı üyeleri. Yani Fransa, İngiltere hariç diğerlerinde var. O zaman durumumuzu gözden geçirmemiz lazım." diyor Allah Allah, çok ilginç! Yahu iki sene önce meclis kürsüsünde idam edilen birinin ailesine mektubunu okurken salya sümük ağlayan kimdi? Allah aşkına iki senede ne değişti? Daha da önemlisi idam cezasını kaldıran kimdi?

Erdoğan bir taşla üç beş kuş vuruyor: Birincisi başkanlık sistemine geçmek isterken MHP’nin desteğini arkasına almak istiyor. Bu Apo’yu asacağım, tavrı MHP’ye şirin görünmek için. Yoksa samimiysen şimdiye kadar aklın nerdeydi, derler adama.
İkincisi terör ve ekonomi konusunda hükümet hiçbir şey yapamıyor. Dün “Dershaneleri kaldıracağım” bugün de “idamı getireceğim” diyen Erdoğan mis gibi gündem değiştiriyor. Yapılan beceriksizlikleri kimse görmeden halının altına süpürme telaşında.
Üçüncüsü seçimler yaklaştı ya Erdoğan gözünü Milliyetçilerin oyuna dikmiş. AKP ve MHP’ye verilen oyların ikisini birden tek başına almak istiyor.

Bazıları da Erdoğan’ın bu hesaplı blöfünü afiyetle yiyor. Başbakan idamı geri getirmekten bahsediyor Adalet Bakanı: "Gündemimizde böyle bir şey yok.” diyor.  Dışişleri Bakanı AB yetkililerine Başbakan’ın sözleri için “Norveç’te idam cezası uygulansın demek istedi.” gibi kendisinin bile inanmadığı tuhaf açıklamalar yapıyor. Yine klasik manzaralar Erdoğan batırıyor bakanları arkasını toplamaya uğraşıyor, gülelim mi ağlayalım mı bilemiyorum.

7 Kasım 2012 Çarşamba

SEVMİYORUM BU ÜLKEYİ!

Bir Yiğit Özgür karikatürü vardı, şöyleydi: Üç adam konuşuyor biri Fransız, şöyle diyor Fransız: “Biz Fransızlar cinselliğimizi özgürce yaşamayı severiz.”  Alman ona yanıt veriyor: “O da bişey mi? Biz Almanlar sınırsız cinsellik konusunda bir numarayız.” Üçüncü adam Türk: “Off duydun mu Fransız? Nası koydu lafı Alman sana? O lafın altında kalıcaana gel benimkinin altında kal!... Evet, şahsen benim geldiğim nokta budur.”
Evet şahsen biz Türklerin geldiği nokta budur. Biraz kısa bir etek giymeyi büyük bir ahlaksızlık olarak görürüz ama s*kiş s*kuştan bahsetmeden duramayız. “Cinsel ilişki” ya da “seks yapma” falan da demeyiz bu eylemin adı s*kişmektir. Evli barklı, yaşlı başlı, 50’li 60’lı yaşlarda adamların hatta çoğu zaman kadınların da dilinden düşmez şu s*kiş s*kuş muhabbeti. Hep baskı altına alınmıştır cinsellik toplumumuzda. Cinselliğini özgürce yaşayamayan hastalıklı kişilerin de ağzından düşmez s*kiş s*kuş muhabbeti.
Son olarak devletin zirvesinde de tuhaf konuşmalar cereyan etmeye başladı. Bakınız ne diyor Başbakan: “Kılıçdaroğlu, ne zaman hükümeti yerse, dünyadan övgüler geliyor. Buna önünü görememek mi, okuma körlüğü mü, ülkesine şaşı bakmak mı denir bunu milletime bırakıyorum. Tam bahtsız bedevi misali.” Efendim bu bahtsız bedevi yakıştırmasını bilmeyenler için söyleyelim. Cinselliği baskı altına alınmış toplumumuzda bir sürü iğrenç deyim ve atasözü vardır (Örneğin bir işte başarısız olmayı “y.rrağa yan basmak”, sıkıntılı ve zor bir duruma düşmeyi: “y.rrağı yemek” deyimiyle karşılarız örnekler çoğaltılabilir.)  Bir atasözümüz aynen şu şekildedir: “Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı s*ker.”
Başbakan’ın kibirden o kadar başı dönmüş o kadar başı dönmüş ki bu sözünün bile beğenileceğini alkışlanacağını düşünüyor. Çıkıp milyonların önünde hiçbir utanma, sıkılma belirtisi göstermeden bu tuhaf yakıştırmayı yapıyor.  İşine gelince bin türlü konuşmasında “edep”ten falan dem vuran Başbakan, şu an gayet rahat bir şekilde bu tuhaf atasözüne gönderme yapıyor. Yani bâzen düşünüyorum da acaba bu gördüğüm, yaşadığım hayat bir rüya mı, bir gün bu kabustan uyanıp derin bir “Ohhh!” çekecek miyim? Ama “oh” dediğim anda cıvığın biri çıkıyor o da ne bakın ne diyor: “Ne o len arkadan almış gibi rahatladın hee ehe ehe!” Yok yaşananlar rüya değilmiş demek hmm demek ki gerçek. Başbakan’ın bile böyle konuştuğu bir ülkede yaşamak istemiyorum artık. “Ya sev ya terk et”çiler Allah aşkına söyleyin bana bu ülke terkedilip de Hollanda, Danimarka, Norveç gibi cinselliğin baskı altına alınmadığı, ağızlardan sürekli “s*kiş s*kuş” lafı çıkmayan, ruh sağlığı yerinde insanların çoğunluğu oluşturduğu bir ülkeye nasıl gidilir? Elime en ufak bir fırsat geçse koşa koşa terk ederim. Alın siz sevin bu ülkeyi de, bu Başbakanı da, bu tuhaf muhabbetlerinizi de!

28 Ekim 2012 Pazar

AYVO, ZULUMO, CİNAYETO!


47 gün önce  pek çok KCK ve PKK hükümlüsünce “Anadilde eğitim ve savunma hakkı ile Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması” talebiyle açlık grevi başlatıldı. Bazılarının “İyi iyi, gebersinler canım… Ne kadarı ölürse o kadar iyi! Onlar zaten terörist.” Bakışıyla olay karşısında kafasını kuma gömmekte olduğunu görüyoruz. Ama terör ve şiddete başvuran PKK’nın yıllardır arkasında koca bir halk desteği varsa ve Türkiye’ye yıllardır kök söktürüyorsa önce oturup kafamızı iki elimizin arasına alalım ve bir düşünelim… Nedir bunca insanı PKK’nın peşinden koşturan?

Çözüm PKK’ya “terörist” Abdullah Öcalan’a “terörist başı” demek mi? Bu zaten yıllardır yapılıyor ve bunun akan kanı bir gram bile durdurmadığı ortada. Aslında burada PKK’nın, Öcalan’ın, T.C. nin ya da herhangi bir X kişisi veya kurumunun suçlu olup olmadığını, kimin daha suçlu kimin masum olduğunu vs. tartışmak çok yersiz olur. Ha yeri gelir bunlar da tartışılır ammena ama şu an konuşulması gereken bu açlık grevlerinin nasıl durdurulabileceğidir. Bu topraklar açlık grevleri ve ölüm oruçları karşısında duyarsız kalmaya alışkın insanlarla dolu zaten. Bunu 1996’da da gördük, 2000’de de gördük. Tekrar görmek istemezdik ama maalesef 12 yıl sonra bugün yine görüyoruz. 600 insan kendi hayatına son vermeyi artık göze almış. Gerçi 30 yılı aşkın bir süredir ölmeyi ve öldürmeyi göze alan on binlerce kişi de yok muydu?

Yahu insaf! Yazıktır, günahtır, ayıptır… Etmeyin eylemeyin bir Başbakan’ın çıkıp da “Talepler görüşülecek, mtabakat sağlayacağız.” demesi bu kadar mı zor? İnsanların amadilini konuşmak istemesi kadar doğal ne olabilir ki? Neden Başbakan da, Adalet Bakanı da, İçişleri Bakanı da kafasını kuma gömüyor. Medyanın neden olayı görmezden geldiğini ise sormayacağım çünkü sebebi belli iktidarın hışmına uğramaktan korkuyorlar. Birileri istediği kadar gözlerini kapatsın gerçekler değişmiyor. İslamcılar “Gönüller Sultanı Mevlana”dan misallerle konuşmayı severler onlara Mevlana’nın bir sözünü hatırlatayım: “Kör, güneşi görmüyorsa güneş yok demek midir?” Kalkıp da kör numarası yaparak kimi kandıracağınızı zannediyorsunuz? Uludere’de 34 kişinin ölümüyle ilgili olarak bir şey demişti hani Arınç “Bombalama emrini kim verdiyse Allah belasını versin.” Uludere’de ölenlerden birinin yakını da buna: “Onları saklayanların, koruyanların da Allah belasını versin.” Diye cevap verdi. Sanırım onları kimin hâlâ koruyup kolladığı yeterince açık. Bir cinayet işleniyor 34 kişi öldürülüyor ve bir devlet bakanı aynı zamanda başbakan yardımcısı ortaya çıkıyor olayı aydınlatmak yerine beddua edip geçiyor. Üstelik bu kişi bir hukukçu. Ne güzel! Uludere’yi bombalatanın Allah belasını versin, Deniz Feneri hırsızlarının Allah belasını versin, arsızın Allah belasını versin, hırsızın Allah belasını versin, katilin Allah belasını versin hepsini Allah’a şikayet et hiçbiri hakkında işlem yapılmasın. Ama Sayın sulu göz bir şehit cenazesinde “Arınç dışarı!” diye bağıranları Allah’a değil mahkemeye şikayet ettiniz. İş başkasının haklarını savunmaya gelince Arınç sadece beddua etmenin yeterli olacağını düşünebiliyor.

2000’de DHKPC’li mahkumlar eylem yaparken önce görmezden gelindi sonra hapishanelere kanlı bir baskın yapılıp 30 tutuklu öldürüldü ve 237 tutuklu yaralandı. Ölüm orucunu günlerdir sürdüren onlarca insansa sakat bırakılmaya mahkum edildi. Aynı iğrenç oyunu bugün de tezgâhlamak niyetindesiniz ama bu sefer işiniz zor. Halk tepkili, insanlar yeni ölümler istemiyor çünkü artık ölümleri seyretmekten bıktık! Bir “Hayata Dönüş” katliamı daha istemiyor bu insanlar.  Yıl 2012   ve bu sefer her şey 12 yıl önceki kadar kolay olmaz kolay kolay da unutulmaz. Yazıktır, günahtır, ayıptır. Yüzlerce kişi canını ortaya koyduysa bu boş yere değildir. Seyit Rıza’nın sözleriyle noktalamak istiyorum: Evladi Kervelayme, be gunayime, ayvo, zulumo, cinayeto. (Evlad-i Kerbelayiz, gunahsiziz, ayiptir, zulumdur, cinayettir.)

24 Ağustos 2012 Cuma

TAYYİP ERDOĞAN'IN BEŞAR ESAT'A KIZGINLIĞININ NEDENİ

     ABDullah Gül, buyurmuş ki: "İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'la görüşmemizde 'Suriye meselesinde bu politikaların mezhep duygularıyla yapıldığı görüşüne kapılmayın' dedim. Saddam Hüseyin örneğini verdim. Kim halkına zulmediyorsa bizim gözümüzde bunun mezhebi olmaz."
     Eh yani biz de kalkıp açık açık “Evet lan, biz mezhepçilik yapıyoruz dürrükler! Ne olmuş yani mezhepçiyiz!” demesini beklemiyorduk tabii ki inkar edecek, siyasilerimiz yaptıkları pek çok şeyi inkar ediyor alışkınız buna. Sünni Sudan diktatörü 300 bin kişinin katilidir. Ve iki milyona yakın insanı yerinden yurdundan etmiştir. 4 Mart 2009 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında Darfur Bölgesinde soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı tutuklama emri çıkartmıştır. Yani bu eli kanlı katil bir soykırım suçlusudur, pek çok ülkeye ayak bastığı an tutuklanacaktır ama bu canavar, T.C.de devlet töreniyle karşılanmış, ağırlanmış, anlaşmalar imzalanmıştır. Sadece bu olsa iyi bugün Suudi Arabistan’da “Ben Allah’a inanmıyorum.” demek kılıçla kafanızın kesilmesi için yeterli bir sebeptir. Ama ABDullah Gül ve Erdoğan’ın Suudi Kralı’yla gayet samimi kanka olduklarını biliyoruz. Hani halkına zulmedene karşıydınız? E daha nasıl mezhepçilik yapacaksınız acaba? Bu arada Suriye’deki kavga da AKP uşaklarının bize yansıtmaya çalıştığı gibi bir diktatöre karşı verilen demokrasi kavgası falan değil. Basbayağı bir Alevi-Sünni kavgası. En rezilinden, en beterinden iğrenç bir mezhep savaşı Alevi diktatörle savaşa tutuşan fanatik sünniler… Olay bundan ibaret. Suriye’de görev yapan Sebati Karakurt bakın İsyancı Suriyelileri nasıl anlatıyor: “Aralarında canla başla savaşan Türkmenler var. Rocker’lar var. Kolları ciletlenerek çizik çizik psikopat hapçılar var. Hayatta hiçbir şey olamayıp 8 yıl hapiste kalan dünün mahkûmu bugünün savaşçıları var. Radikal İslamcılar var. Kendilerini El Kaideci olarak tanıtanlar var. Yağmacılar var. Gördüğü ilk Alevinin ‘gırtlağını keseceğim’ diyen de var. Rejim yıkıldıktan sonra özgür bir ülke düşleyen de var.” İşte AKP’nin destek verdiği isyancılar bunlar. “Gördüğü ilk Alevi’nin gırtlağını kesmek” için sabırsızlanan yaratıklar, jiletçiler, hapçılar, şeriatçılar…

      Bu arada şu komediye, şu paradoksa bakın ki dışarıda silahla iktidarı devirmeye uğraşan muhalifleri bağrına basan, onlardan desteğini esirgemeyen T.C. kendi içinde en ufak bir muhalafeti dayakla, şiddetle, copla ve “doğal yollardan yapılmış, organik biber gazıyla” bastırmakta. Suriye’de silahlı teröristlere destek veren AKP’nin içişleri bakanı Şahin, bakın Türkiye’de silah ve şiddete başvurmadan muhalefet edenler için ne diyor? “Geçimli'de atılan havan mermisiyle burada, Ankara'da yazılan yazıların bir farkı yoktur!” bravo yani ne kadar demokratik bir kafa yapısı bu böyle! Peh kafaya bak kafaya! Allah aşkına Bakan Bey neyin kafasını yaşayarak bu sözleri sarf ettiniz çok merak ediyorum yoksa maazallah kâfirler gibi alkol alıp da mı konuşuyorsun?

     Sahi bir aralar – çok değil iki sene önce- Erdoğan Beşar Esat’a “kardeşim” demiyor muydu? Objektiflere Esat ve Erdoğan ailesi gülücükler saçarak poz vermiyor muydu? Şam’da Fenerbahçe – Suriye dostluk maçı yaparken Esat diktatör değil miydi? Bodrum’da Erdoğan ve Esad aileleri beraber tatil yaparken Esat neydi? Aslında o zamanlar Esat çok demokrat biriydi ama Bodrum tatilini uzatınca adamın kafasına güneş geçti ve beynine güneş geçen Esat eli kanlı bir diktatöre dönüştü. Hatta bir ara tatilde Esat Erdoğan’ın güneş kremi’nden otlanınca Erdoğan da kremsiz kalmış adamın sırtında birinci dereceden yanıklar oluşmuş. E şimdi Suriye’ye savaş açsa yeri değil mi, yeridir tabii. Bugün izlenen Suriye politikasının ABD taşeronluğu olduğunu söyleyen terbiyesizlere bakmayın siz olay bundan ibaret.

21 Ağustos 2012 Salı

VATAN SAĞ OLSUN

Dün Antep’te bir karakol yakınında bomba yüklü bir araç patladı 9 kişi öldü 69 yaralı var. Saldırıyı PKK mı yaptı yoksa başka bazı çetelerin işi mi şimdilik meçhul.
PKK’ya yakın bâzı haber kaynaklarından öğrendik ki PKK bu saldırıyı kendisinin yapmadığını iddia ediyor. PKK  "20 Ağustos günü Antep merkezde bir patlama meydana gelmiştir. Bu patlama ile güçlerimizin herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Kamuoyu ve halkımız da bilmektedir ki güçlerimizin sivillere yönelik bir girişimi olamaz" diyor. PKK yapmamış da olabilir yapmış da olabilir bunu bilemeyiz.
Şimdi bazıları “PKK neden bayram günü kendisine zarar verecek, halkta nefret uyandıracak böyle bir eylem yapsın?” diyor olabilir, hatta “olabilir”i geçtim diyor. Ama unutmamak gerek ki Dersim’de 30’ların sonunda yaşanan vahşetten söz eden, ırkçı olmayan, devlet içinde cesur ve muhalif bir ses hatta ve hatta Kürt kökenli bir vekil olan Hüseyin Aygün’ü de PKK kaçırdı ve büyük bir tepki çekti. PKK’nın bu aralar nasıl bir akıl tutulması yaşadığını anlayamıyorum. Sen tut bir sürü AKP’li faşist dururken sana “özerklik” vaat eden bir partiden hem de Aygün gibi bir muhalif adamı kaçır. AKP açılımdan bahseder etmez sağı solu bombalamaya, barış umudu daha yeşermeden boğmaya da uğraşmıştı PKK.  Nitekim başarılı da oldu umutlar suya düştü.
İkinci bir şey de benim kafamı kurcalıyor, o da şu: PKK’dan açıklama yapan kişi –artık her kimse-   güçlerimizin sivillere yönelik bir girişimi olamaz" diyor. Ama Antep’te zaten hedef siviller değildi ki… Hedef aslında karakoldu. Fakat patlama tam da belediye otobüsü geçerken gerçekleşti. Bu yüzden hedef siviller olmasa da ölen ve yaralananlar siviller oldu. Eğer bunu PKK değil de Ergenekon ya da Jitem gibi bir çete yapıp da PKK’nın üstüne yıkmak istese karakolu hedef alacağını zannetmiyorum. Doğrudan sivil halkı hedef alırlar ki bunu PKK’nın yaptığını düşünen insanlar PKK’ya karşı nefret beslesin. Ama karakolun hedef alınması gösteriyor ki bu iş büyük ihtimalle PKK’nın işi. Yalnız tam da o sırada geçecek bir otobüs hesaba katılmıyor veee… Manzara ortada. “Pardon yav, otobüsü düşünmemiştik.” desen olmaz şimdi.
Aslında hâlâ da kesin konuşmamak gerek buna rağmen PKK yapmamış da olabilir bunu. Ha o zaman neden yapmış olabileceğini savundum? Çünkü daha önceden de dediğim gibi PKK bu aralar tuhaf bir akıl tutulması yaşıyor. Aygün’ü kaçırmak gibi olmayacak bir işi yapması ne tür bir akıl tutulmasından muzdarip olduğunu gösteriyor zaten. Fakat asıl üzerinde durulması gereken bu değil. Asıl üzerinde durulması BDP’nin PKK’nın yasal uzantısı olması ve 30’dan fazla milletvekiliyle mecliste yer alması. İnsanları “hain”, “alçak”, “katil” diye yaftalayıp geçmek üzerinde hiç kafa yormamak mı doğru yoksa bunlar halktan nasıl oluyor da böyle büyük bir destek alıyorlar, binlerce insan bırak yasal kanadına oy vermeyi nasıl canını bile ortaya koyup dağa çıkıyor, onlara bunu yaptıran nedir, demek mi doğru? Öyle ya evinde rahat rahat oturmak varken bir insan neden dağa çıksın, mağaralarda yaşasın, ölüp öldürsün? Diyarbakır cezaevinde işkence olsun diye b.k yedirilen adam dağa çıkmasın da ne yapsın? Fiziksel işkencenin yanı sıra, eli kolu bağlanıp gözlerinin önünde küçük kızına polisler tarafından tecavüz edilen baba dağa çıkmasın da ne yapsın? Doğu’da polisin tecavüzüne uğrayan Kürt kızı dağa çıkmasın da ne yapsın? Bir asırdır kimlikleri dilleri inkar edilen, okullarda her gün “Türk’üm” diye haykırmaya zorlanan Kürtler… çarşıda pazarda insanların tiksintiyle baktıkları “kırolar”…  anadilini konuştu diye hapse girenler… Hastasını hamilesini karda kışta hastaneye koşturmaya uğraşanlar… çalışmak için gittiği İstanbul’da sigortasız çalışırken bilmem kaç metreden düşüp sakatlanıp da tazminat alamayanlar… Pozantı cezaevinde tecavüze uğrayan erkekler… Bu kadar illeti bu kadar zilleti çekerim, razı olurum diyen var mı? “Gözümün önünde karımı, kızımı hatta sonra da beni …seler bile ben dağa çıkmam, vatan sağ olsun!” diyen varsa hay hay hiç kafa yormasın bu mesele üzerine. Yıllardır süren bu iç savaş üç beş hainin işi diyip geçsin.  

8 Ağustos 2012 Çarşamba

KANLA BESLENENLER

Son olayların tesadüf olduğunu düşünmek için biraz saf olmak gerek. Devlet eliyle Alevi düşmanlığı körükleniyor. Alevilere yönelik tehdit ve saldırılar birbiri ardına eklenerek adeta çığ gibi büyüyor. Erdoğan’ın “kindar gençliği” iş başında. Malatya’da Alevilere yönelik linç girişiminin ardından bir rezalet de İstanbul’da yaşandı. Esenurt’ta Alevilerin yoğun olduğu bir mahalleyi gecenin bir vakti “Alevilere ölüm!” diye bağırarak basan bir güruh; mahalleliye döner bıçağı, satır ve sopalarla saldırdı. Polis olayları seyretmekle yetindi. Suriye’ye yönelik, muhtemel bir saldırı için insanlar psikolojik olarak hazırlanıyor. Alevi Esat yönetimine karşı halk kin ve düşmanlığa sevk ediliyor.
Alevilere saldırı olayları karşısında İslamcı basın sus pus olmuş. Eh çok da şaşırdığımı söyleyemem hani yani. ( Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir./ TEVBE Suresi 5. Ayet) İslam’a inananlar Kuran’ın emrini uyguluyor sonuçta saygılı olmak lazım. Müslümanlar sürekli inançlarına saygı gösterilmesi gerektiğini söyleyip duruyorlar. İnançlarında sizi buldukları yerde öldürmek var ve sizin bu inanca saygı duymanız gerekiyor çok ilginç.
İşte Malatya’da Alevilerin oturduğu evi taş yağmuruna tutanlar gerçek Müslümanlardı, gerçek hakiki Müslümanlar Sivas’ta otel yakanlardı, gerçek Müslümanlar Esenyurt’taki mahalleye satırla, döner bıçağıyla saldıranlardır… Erdoğan eğer tüm Türkiye’nin başbakanı olsaydı çıkar en azından Esenyurt’taki saldırıyı kınardı. Erdoğan bunu yapıyor mu, Alevilere yönelik saldırıları kınıyor mu? Kınamıyor. Demek ki Alevilere yapılan bu saldırılar Erdoğan’ı hiç rahatsız etmiyor. Hani geçmişte birkaç yıl önce bir yarışma olmuştu da, başı örtülü bir kıza baş örtüsü yüzünden ödülü verilmeyince Erdoğan kızı cepten arayıp bizzat özür dilemişti. Şimdi satırlı, baltalı saldırıya uğrayan Alevilerden neden özür dilemiyor? Bir insanın canına kastedilmesi mi daha vahim; yoksa bir insana ödülü hak ettiği hâlde ödülünü vermemek mi daha vahim? Yoksa insanların saldırıya uğraması hiç önemli değil mi, önemli olan saldırıya uğrayanın hangi mezhebe mensup olduğu mu?
Erdoğan’ın mazlumlara bakışındaki çifte standardı gördük. Şimdi bir de Erdoğan’ın zalime bakışını bir analiz edelim. Önemli olan katil olmak mı yoksa hem katil hem de Alevi olmak mı? Sünni bir katil masum olabilir mi? Sudan devlet başkanı üç yüz binden fazla insanın ölümünden sorumlu bir soykırım suçlusu. Adamın suçu kabak gibi ortada. Bâzı ülkelere ayak bastığı takdirde oralarda derhal tutuklanacak; lâkin bu canavar Türkiye’de devlet töreni ile karşılandı. Güzel güzel anlaşmalar imzalandı. Bu katil bir Sünnî. Beşar Esat henüz üç yüz bin kişiyi öldürmedi; ama Esat bir Alevî. Bu Alevî katil,  Sünnî katile muhabbet besleyenler tarafından nefretle karşılanıyor. Suriye’ye yönelik olası bir saldırının eşiğinde içeride ve dışarıda Alevî düşmanlığı körükleniyor.
Olaylar karşısında sus pus olan yalaka basın… Siz onursuz, haysiyetsiz, hayasız, zavallılar…  Siz kanla besleniyorsunuz! İftar sofrasında ezanın okunmasını beklerken önünüzde duran bardakta kızılcıl şerbeti değil, Esenyurt’ta saldırıya uğrayan Alevîlerin kanı var. Yemeğinizin üstünde polis tarafından tecavüze uğrayan devrimci mahkumun kanı var. İftar sofrasından kalktıktan sonra namaz kılmak için yere serdiğiniz seccadede pamuk tarlalarında çalışan işçilerin kanı var. Bir gün oluk oluk akan bu kan sizi boğacak. O güne kadar devam edin yalakalığa en utanmaz tavrınızla.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

MALATYA’DA YAŞANAN REZALETİN FAİLLERİ ANKARA’DADIR!

Malatya’da yaşanan rezaleti duymayan kalmadı. Biz yine de olayı anlatalım: Malatya’nın Sürgü beldesinde  ramazan davulcusuna evde hastaları olduğu için evin önünde davul çalmaması yönünde bir uyarıda bulunan Alevi ailenin başına neler geldi… Tekbir haykırışları, İstiklal Marşı ve “Sürgü Alevilere mezar olacak” “Sivas’taki gibi sizi yakacağız” “Kızılbaş p*çler” gibi hayvani homurtular eşliğinde onlarca kuduz, evi taş yağmuruna tuttu ve camı çerçeveyi indirdiler. Yetmedi evi yakmaya kalktılar ev yanmadı ama ailenin ahırı yandı. Bu kontrolden çıkmış güruhtan gözaltına alınan olmadı, şu ana değin bir soruşturma da açılmadı.
Kudurmuş bir güruh evi taşlıyor, camları kıran koca taşlar evin içine giriyor, aynen Sivas’taki gibi insanlar diri diri yakılmaya kalkışılıyor ve sıkı durun olay yeri tutanağında yaşananlar adam öldürmeye teşebbüs değil de “mala zarar verme” olarak değerlendiriliyor. Çünkü bu devlette Alevi öldürmek suç değil. 50-60 kişilik güruh evi taş yağmuruna tutuyor, evi yakmaya kalkıyor ve Arınç bunun için “büyütüldüğü kadar vahim bir olay değil” diyor. Malatya Valisi olayda büyütülecek bir şey olmadığını söylüyor. Belde’nin AKP’li Belediye Başkanı aileye: “Burayı terk edin.” diyor. Yani mülki amirler saldırıya uğrayan vatandaşları değil onlara saldıranları kolluyor ve belediye başkanının yaptığı gibi aileyi kovarak adeta bu saldırıya ortak oluyor. Bir kişi bile çıkıp da bu olay kabul edilemez alçak ve faşist bir saldırıdır, demiyor.
Sanırım bu alçakların kimden cesaret aldığını siz de tahmin ediyorsunuz ama ben yine birkaç küçük hatırlatma yapayım. Şu an başbakan olan zat belediye başkanıyken gecenin saat üçünde Karacaahmet Cemevi’ni yıkmak için belediyenin dozerlerini yollamıştı. Aynı kişi “Cemevi cümbüş evi” diyerek milyonlarca Alevi vatandaşımızın inancıyla alay etmişti. Kendisi ve partisinden bazı isimler defalarca kez Alevlere hitaben “Ali’yi sevmek Alevilikse ben senden daha Alevi’yim” demişti. Ekibi ve kendisi Alevilerin taleplerine ve AİHM’nin kararına rağmen Alevilere Sünni inancını dayatan zorunlu din eğitimini kaldırmadı. Meclis’te cemevi isteyen milletvekilinin talebi reddedildi. Cezaevindeki Alevi bir mahkumun bir Alevi dedesiyle görüşme isteği İslam’da dede yok sen de Müslümansın diye reddedildi. Seçim öncesi defalarca kez Erdoğan mitinglerde Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu vurgulayarak onu yuhalattı. AKP Sivas katliamının bazı faillerinin zaman aşımından yararlanmasını engellemek için CHP’nin verdiği kanun teklifini reddederek eli kanlı katillerin serbest bırakılmasını sağladı. Yetmedi Erdoğan tahliyeler için: “Vatana millete hayırlı olsun.” dedi. Sivas katillerinin avukatları AKP’den milletvekili yapılarak ödüllendirildi.
Bütün bunlar yetmedi üstüne Erdoğan Necip Fazıl’ın kin ve düşmanlık fışkıran dizelerini okudu ve “dinine ve kinine sahip çıkan” bir nesil istedi. İşte Erdoğan’ın istediği kinci güruh şu an devrede. Kendisini tebrik ediyorum. Malatya’daki kuduzlar mesajı almış ve işe koyulmuşlar. Yarın bir gün başka bir yerde bir başka kudurmuş güruh da  Alevilere saldırırsa bunun sorumlusunun kimler olacağı sanırım şimdiden belli. Yıllarca iğrenç inkar, imha ve asimilasyon politikalarıyla Alevileri canından bezdirip sonunda ipleri iyiden iyiye kopardınız. Eğer devlet Alevileri korumazsa Aleviler kendilerini korumaya başlayacaktır. İşte o zaman göreceksiniz siz Alevilere imha ve asimilasyonu dayatıp dayatamayacağınızı.

16 Temmuz 2012 Pazartesi

NE OLMASI LAZIM?

Bugün basından öğrendik ki: “Sivas Valiliği’nin şikâyeti üzerine bu yıl 19.’su gerçekleştirilen 2 Temmuz katliamı anma komitesi hakkında 2911 sayılı gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten soruşturma açıldı.” Bu insanlar Madımak’ta yakılan 35 canı anmak için ordaydı. Kısa bir süre önce Sivas’ta otel yakan katillerden bir kısmı serbest bırakılmış ve Erdoğan da eli kanlı katillerin salınmasını “Vatana millete hayırlı olsun” diyerek neşeyle karşılamıştı. Doğrusu bu ya Erdoğan’ın Alevi düşmanı olduğunu bilirdim. Seçim konuşmalarında sürekli Kılıçdaroğlu’nun Alevi oluşuna vurgu yapması; Alevilik’i yuhalatması; “Cemevi cümbüş evi ne izni” ve “Ali’yi sevmek Alevilik’se ben senden daha Alevi’yim.” incilerini icat etmesi zaten Erdoğan’ın sıkı bir Alevi düşmanı olduğunu gösteriyor. Amma ve lâkin böyle açıktan açığa, bu kadar pervasız bir şekilde Alevi düşmanlığı yapması beni de şaşırttı. Katiller salınıyor ve bir başbakan “hayırlı olsun” diyor. Tek kelimeyle Korkunç! Nedir bu kin? Nedendir bu düşmanlık Erdoğan, Aleviler ne yaptı sana? 
Gelelim yine anmaya. Bakın 2 Temmuz’da Madımak katliamını anmak için Sivas’a gidenlere neler yapılmış. Katliam bas bas bağırarak gelirken kılını bile kıpırdatmayan güvenlik güçleri katliamı anmak için insanlar gelince bir gün önceden kentin giriş ve çıkışlarında arama noktaları oluşturdu. Katliam yapılmadan evvel komşu şehirlerden otobüs otobüs katil sürüsü Sivas’a gelirken kılını kıpırdatmayan polis, anmaya gelen otobüsleri durdurup kimlik kontrolü yaptı. Pankartları kontrol etti, üst araması yaptı. Bitmedi polis ekipleri Madımak Oteli’nin bulunduğu sokağı demir bariyerlerle kapattı. Bir grup vatandaş barikatı aşmak isteyince polis cop ve gaz bombalarıyla saldırdı.
Eğer bu kadar önlem adeta “GELİYORUM” diyen katliam öncesi alınsaydı ve eğer bugün anma yapanlar değil de dün adam öldürmeye gelen it sürüsü otele yaklaştırılmasaydı 35 insan yok yere ölmeyecekti. Gel gör ki öldürenler serbestken ölenleri ananlar hakkında soruşturma açılıyor. Bu eziyet bu zulüm bir yerden patlayacak ya dur bakalım. Korkum Türkiye’nin de Suriye gibi olması.
Kısa bir süre önce CHP Milletvekili Hüseyin Aygün "Meclis çatısı altında cemevi kurulsun" talebini dile getirmişti. Oysa bu talep reddedildi. Kendilerinin nasılsa mescidi, camisi var yahu bale, opera sergilenen yerlere mescit zorunluluğu getirenler söz konusu Aleviler olunca ne kadar da utanmazlaşıyor.  Tüm halkın değil Sünnilerin meclisinin başkanı, çiçek midir kaktüs müdür hani şu Cemil Çiçek, sürpriz olmayacak bir şekilde cemevi talebini reddetti. Çiçek, ret yazısında "Diyanet İşleri Başkanlığı Aleviliği ayrı bir din değil tarih içinde ortaya çıkmış bir zenginlik olarak görmektedir" ifadelerine yer verdi ve "İslam dininde ibadet yerleri camilerdir" dedi. İyi de kardeşim herkes Aleviliği sizin gördüğünüz gibi görmek, sizin anladığınız gibi anlamak zorunda mı? Sonra sana Alevilik ayrı bir din midir ya da İslam’da ibadet yeri neresidir, diye soran oldu mu? Senden cemevi istendi bırak alakasız şeyler konuşmayı da dürüst ol çık de ki: Ben yıllardır Kürt vatandaşlar söz konusuyken inkar politikası izledim, aklımın başıma gelmesi için on yıllar süren bir savaşta 30 binden fazla insanın ölmesi gerekti. Şimdi sizi de yok sayıyorum siz de elinize silah alıp dağa çıkın bir 30 bin can daha gitsin o zaman size de cemevi açarız.

9 Temmuz 2012 Pazartesi

BU ÜLKEDE FAKİR OLMAK CEZASI ÖLÜM OLAN BİR SUÇTUR!

 “Bugün bile bir başarı vardır. Bu bir ekip işidir. Vatandaşlarımızın sıkıntılarını ekiple çözüyoruz. Yaptığımız projelerimizin arkasındayız.” Bu sözlerin sahibi zat-ı muhterem Samsun’da 11 kişinin hayatını kaybettiği Canik İlçesi’nin AKP’li Belediye Başkanı Osman Genç. Evet yanlış okumadınız AKP’li Genç 11 kişinin ölmesinin adını “facia” değil de “BAŞARI” koymuş.
TOKİ resmen denetim dışı bir şekilde canının istediği yere ev yapıyor. Yahu hangi akla hizmettir gidip de dere yatağına ev yapmak? Aceba o insanları afet mi öldürdü yoksa dere yatağına bile bile TOKİ’yi diken AKP iktidarı mı bunu yaptı? Rant amaçlı çıkar amaçlı çalışmalar insanların yaşamının korunmasıyla ilgilenmez. Daha yüksek bedelde oturulabilir bir yerde arazi alıp TOKİ’yi burada yapmak yerine rant için, kâr için insanlar bile isteye resmen katledildi. Dere yatağına ev yapıp bunu insanlara satmak cinayet değilse nedir? AKP destekçilerine sesleniyorum. Yahu yazıktır, yahu günahtır, yahu ayıptır… Dün Uludere’de 34 can… bugün Samsun’da 11 can… En ufak bir protestoda bir itirazda dayak, işkence, eziyet… AKP’nin neyini sevebiliyorsunuz hâlâ? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor? Hiç mi uykunuz kaçmıyor?
         Kürtajı cinayet olarak gören Erdoğan’a soruyorum “Çarşamba’daki facianın adı nedir?” Bu yapılan CİNAYET değil midir? Bu TOKİ’nin ilk marifeti mi peki? Hayır! Basından yaptığım bâzı alıntılara bakalım:
“Batman'da Kasım 2006'da meydana gelen sel felaketinden sonra evleri kullanılamaz hale gelen vatandaşlar için Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından yaptırılan bin 202 afet konutlarından bazıları yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış binalarda kısmi çökmeler meydana gelmişti. 2008 yılında Başbakan tarafından teslim edilen konutlar aradan sadece bir yıl geçtikten sonra kısmi olarak çökmeye başlamıştı. Bu gelişmenin ardından Batmanlılar evlerin yıkılacağı gerekçesiyle konutları terk etmişti.”
“İnşaat Mühendisleri Odası, Haziran 2009’da bir basın açıklaması ile birlikte yayınladığı “TOKİ Değerlendirme Raporu”nda sosyal konutların kalitesinden bahsederken, AKP ve TOKİ’nin sosyal konutların niteliği ile ilgili eleştirileri duymazlıktan geldiğini belirterek, özellikle İstanbul’da yoksullara kalitesiz ev satıldığını ve üzerinden iki sene geçmemesine rağmen bu konutların çürümeye, dökülmeye başladığı vurguladı.”
“Tunceli, Atatürk Mahallesi’nde ise yapımına 2005 yılında başlanan 2006 yılında da teslimi yapılan TOKİ’ye ait 80 adet konutun sakinleri, aradan kısa bir zaman geçmesine rağmen çatıların akıtması, zemin katları su basması, sıvalarının dökülmesi gibi şikayetler ile basın açıklaması yapmış ve durumu yetkili makamlara duyurmaya çalışmışlardı.”
Peki ölümler bununla mı sınırlı? Hayır! 17 Mayıs 2010'da Zonguldak’ta 30 maden işçisi öldü. Bu iş kazası falan değil resmen toplu katliam. Kürtajı cinayet olarak gören Erdoğan ne yaptı? Ölümler için “kader” dedi. Oysa çok basit önlemlerle çok cüzi masraflarla bu ölümlerin önüne geçilebilirdi.  TTK, kendisinin yapması gereken hazırlık işini taşeron firmaya vermişti işçi parasından kâr etmek için. Buna kader denip geçilir mi, iktidar biraz sorumlu olmalı, diyenleri de “kaza ve kadere inanmayan” kâfirler olarak ilan etti Erdoğan. Yine dine oynadı. Zaten bu memleket böyle dine oynayan kazanıyor.
Çok değil daha bir ay bile olmadı. 23 Haziran’da Eskişehir’de 75. Yıl Mahallesi'ndeki Oto Sanayiciler Sitesi'nde çalışan bir işçi hayatını kaybetti. Birkaç gün sonra 29 Haziran’da Konya'nın Akşehir İlçesinde kanalizasyon çalışması yapan işçi toprak yığınının altında kalarak hayatını kaybetti. Bir gün sonra (30 Haziran) Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde özel bir maden ocağında meydana gelen iş kazasında bir kişi hayatını kaybetti. Haziran ayı bilançosu iş kazalarında tam 59 ölü. Ortalama her gün iki kişi ölmüş.
Temmuzda da ölümler devam ediyor. Daha 5 gün önce Kocaeli'de Tüpraş İzmit rafineri sahasında çalışan bir işçi elektrik akımına kapılması sonucu hayatını kaybetti. Ve bugün, evet yanlış duymadınız bugün: Milas’ta İş Kazası: 1 Ölü.
İftira mı atıyorum? 4 Haziran’da Bakan Faruk Çelik CHP İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ün iş kazalarıyla ilgili soru önergesine verdiği yanıtta, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre 2002 yılından 2011’e kadar geçen süre içinde meydana gelen iş kazalarında 10 bin 804 kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi.
Bunlar o AK pak partinin ak pak tertemiz bakanının verdiği rakanmlar! Facebook’ta boktan püsürden yazılar, bağlantılar paylaşılıyor. Bu yazıyı paylaşıp paylaşmamayı yazar sizin vicdanınıza bırakıyor.

10 Haziran 2012 Pazar

KEŞKE BAZILARININ ANASI KÜRTAJ YAPTIRSAYMIŞ

Recep Akdağ kürtajla ilgili olarak şu sözleri saf etmişti: “Bazen ‘Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?’ vesaire gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar” Akabinde de dedi ki: “Tecavüze uğrayan bir kadın kirlenmiş bir insan değildir, tamamen masumdur... bu şekilde hamile kalmış bir kadının çocuğunu da kirli görmek, kirlenmiş görmek insanlık dışı bir tutumdur.” Akdağ’ın sözlerine geri döneceğim ama önce şunu söylemek istiyorum ki Akdağ’ın söylediği bu “insanlık dışı” tutumu takınan kişilerin başında kendisiyle aynı partide bulunan biri geliyor. Ne buyuruyor Gökçek tecavüze uğrayan kadın kendini öldürsün bebeğini niye öldürüyor ki, diyor. Ne kadar insancıl, ne kadar güzel değil mi?

Yani bazı insanların aklına şaşmamak elde değil. Bir konuda hiçbir düzgün fikrin, adamakıllı bir bilgin yoksa sus kardeşim, en azından sus. Saçmalamak yerine sus. Konuşup da kepaze olacağına bari sus. Sus da ne olduğun belli olmasın.

Kürtaj konusunda her ne hikmetse hep erkek siyasetçiler konuşuyor bu arada. Kadınların tek bir fikri söyleyecek tek bir sözü yok sanki. Aslında AKP’li kadınların bu konuda konuşmasını beklerdim. Erkek genel başkanlarının kadın bedenini sürekli siyaset malzemesi yapması karşısında onurlu bir duruş sergileyip bedenimiz bizimdir , demek yerine susan tüm AKP’li kadınlara da “YAZIKLAR OLSUN!” diyorum. Hani o KADER midir nedir, mecliste kadın milletvekili olsun diye yeri göğü inleten güya kadının haklarını savunan o örgüt nerede, neden sesi soluğu çıkmıyor? Yahu kadınları ilgilendiren böylesi bir konuda Zeus aşkına neden tek bir kadının sesi çıkmıyor? Bu kadar mı sindirildiniz, bu kadar mı korkuttu sizi bu takunyalı diktatörlük?

Akdağ’ın sözlerine tekrar döneceğimi söylemiştim Akdağ tecavüz sonucu doğacak çocuğu kirli görmek insanlık dışı bir tutumdur, diyor ki bu çok doğru. Amma ve lakin tecavüz sonrası hamile kalan bir kadına sen kürtaj yaptıramazsın bu çocuğu doğuracaksın işte o kadar, demek o kadını kirli görmekten çok daha iğrenç ve insanlık dışı bir tutumdur. Hiç kimse bir kadını kendisine tecavüz eden bir sapığın çocuğunu doğurması için zorlayamaz. Böyle bir durumu tarif etmek için “iğrenç” kelimesi bile yetersiz kalıyor.

Bütün bunlar bir yana sanki mevcut nüfus için istihdam olanakları sağlanmış, sanki hiç geçim sıkıntısı yok, sanki onbinlerce üniversite mezunu işsiz sürünmüyor, sanki işsizlik tavan yapmamış gibi bir de insanların daha çok çocuk yapmasını istemek de neyin nesi? Daha çok nüfus, daha çok işsiz, daha çok kaos, daha çok karışıklık, daha çok suç, daha çok hapishane… Sen şu nüfusa iş verebiliyor musun, şu nüfusta bir devleti yönetebiliyor musun ki yutamayacağın bir lokmayı yemeye kalkıyorsun.

Gelelim daha zigot, embriyon, fetüs gibi kavramların insandan farkını bilmeyen Başbakan’a… Başbakan’a göre kürtaj cinayetmiş. Ama aynı Başbakan’a göre Aralık 2010’da bir protesto sırasında polisin hamile bir kadını coplayıp tekmeleyip çocuğunu düşürtmesi cinayet değil. Şu an Başbakan’a destek veren işbirlikçi ve hayasız medyaya göre de bir kadını vahşice dövüp çocuğunu düşürtmek cinayet değildi. Bir sürü insana benzer yaratık köşelerinde “hamileyse ne işi var eylemde” yazacak kadar adileşebilmişti. Şimdi aynı kepaze korosu kürtajın cinayet olduğunu söylüyor. Meğer kürtaj ne güzel bir şeymiş. Ahh keşke sizin de ananız zamanında kürtaj yaptırsaydı da bu iğrençliği sergilemeseydiniz gazeteci benzeri yaratıklar keşke kürtajla alınsaydınız da bu kepazelikleri yaşamasaydık.



8 Haziran 2012 Cuma

ONLAR ÖCÜ, BEN CİCİ

Türkiye'de yıllardır siyaset diye bir şey yapılmıyor. Siyasi arenada rakiplerin birbirinden farklı politikaları, çeşitli konularda farklıgörüş ve düşünceleri olur. Örnek verecek olursak bir parti özelleştirmeyi savunup her şeyi satmaya kalkarken bir başkası kamulaştırmayı savunabilir. Biri vergi yükünü fakirin fukaranın, garibin gurebanın sırtına bindirip burjuvalara vergi affı çıkarırken diğeri asgari ücret ve altını vergiden muaf tutmayı önerebilir vs.    
Ama güzel yurdumun meclise girebilen dört siyasi partisi de işçinin emekçinin sorununu hiçe saymak konusunda bir olmuşlar ve izledikleri politika bakımından bir farkları kalmamış. Asgari ücretin 700 TL olması, üniversite mezunu işsizlerin gittikçe artması... Sigortasız, asgari ücretin altında bir ücret karşılığı,  haftanın altı günü, günde 10-12 saat çalışanların haline şükretmesi; dahası işsizlerin bu şartlara özenmesi meclisteki hiçbir siyasetçiyi fazla rahatsız etmiyor. Bu şekilde durumları al birini vur ötekineyken Sezen Aksu'nun şarkısındaki gibi "Beni al, beni al; onu alma!" diyorlar. Peki bunu nasıl yapıyorlar? Tabii ki bu durumda yapılacak olan (ve şu an yapılan) şey halkın hassasiyetlerine dokunmak, insanların duyarlılıklarını kaşımak ve bu yolla rant sağlamak. Yıllarca güç Kemalistlerin elindeydi ve Kemalistler İslamcıları ağızlarına pelesenk etmişlerdi. Halka hiçbir şey vermedikleri halde halktan destek bekliyorlardı. Çünkü onlar pis şeriatçıların karşısında tek alternatifti. Halk geçim sıkıntısının altında inim inim inlerken bir şeriat öcüsü yaratılmıştı ve Kemalistler de “Evet biz çok iyi değiliz; ama biz gidersek gelecek olan İslamcılar bizden çok daha kötü.” diyip durdular. Yıllarca yaratılan bir şeriat öcüsü nedeniyle saçmasapan başörtü yasağına ve hatta ordunun siyasete müdahale etmesine bile göz yumuldu. Bazı mitinglerdeki “Ordu Göreve!” yazılı pankartları da bir generalin “Bazı satılmışlar bizi cumhurbaşkanlığı seçiminin dışında tutmak istiyorlar.” sözlerini de unutmuş değiliz daha.

Gün geldi devran döndü iktidar İslamcıların eline geçti. İlk birkaç sene insanların özel hayatına müdahale yoktu, insan hakları ihlalleri bugünkü kadar değildi ve bugünlerde basın üzerinde estirilen terör de yoktu. Taaa ki… Tarihler 2007 yılının baharını gösterdiğinde cumurbaşkanlığı seçiminde AKP tek aday dayattı, tüm uzlaşma çağrılarına kulak tıkadı, ülkeyi krize sürükledi… ve niyetini gösterdi: BU MEMLEKET YA BENİM OLUR, YA DA BEN TÜM ÜLKENİN ÜSTÜNE BENZİN DÖKER YAKARIM! Ardından gelen Ergenekon operasyonlarıyla suç işlemiş olabilecek bir kişinin yanında 20 masum insan içeri tıkıldı. AKP’ye muhalif olan herkes sindirilmeye; Emin Çölaşan, Oktay Ekşi, Nuray Mert gibi gazeteciler Erdoğan’ın talimatıyla işlerinden olmaya; Şener ve Şık gibiler de adamakıllı bir gerekçe bile göstermeden tutukluluk adı altında hapse atılmaya, sırf AKP’ye muhalif oldukları için cezalandırılmaya başlandı. Hatta Erdoğan açıkça şunları söyledi:
“O gazetelerin patronlarına sesleniyorum. ‘Ne yapayım, köşe yazarıma hakim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin… Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun… O insanlara o kalemleri teslim edenler de der ki: Kusura bakma, bizim dükkanda sana yer yok." (26 Şubat 2010 Cuma/  AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı) Açık açık benim hoşuma gitmeyen şeyler yazanı kovacaksın, diyor. Tarihin en büyük hırsızlığını (Deniz Feneri) yapanlar elini kolunu sallayarak dolaşırken onları yargılamaya cüret eden savcılar belki de hapse girecek. Yasal olarak olmasa da fiili olarak mecliste Deniz Feneri yolsuzluğunu konuşmak yasak. Sayısal üstünlüğüne güvenen AKP resmen orman kanunlarını uyguluyor. Deniz Feneri’yle ilgili bir kelam etmek istedi diye Kamer Genç’e yapılan saldırıryı unutmayalım.
Bugünkü noktaya geldiğimizde hani yani Kemalistlerin “İslamcılar gelirse bizi mumla ararsınız.” tavrının pek de haksız olmadığını görüyoruz. İnanılmaz bir baskı, acayip bir durum. Yalnız şimdi de ilginç bir şekilde aynı oyunu AKP oynuyor. Biz gidersek var ya yerimize darbeciler gelir o zaman bizi mumla ararsınız, diyorlar.  Eskiden nasıl şeriat tehlikesi olmadığı halde bir şeriat öcüsü yaratılıp insanlar bununla korkutuluyorsa şimdi de aynı şekilde bir darbe tehlikesi olmadığı halde bir darbe öcüsü yaratılmış ve insanlar bununla sindirilip korkutuluyor. İslamcılar da güzel bir şekilde istedikleri gibi at oynatıyor. Ama bir gün gelecek o at sırtından sizi atıp, yere çalacak daha önce bir kez attan düşmüştü hani lideriniz bir bel fıtığıyla ucuz atlattı. At bu kez sizi yere çarptığında ayağa kalkamayacaksınız.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

KAÇ KÜRTAJ BİR ULUDERE EDER?

     Erdoğan'ın sözelci olduğunu biliyoruz. Zât-ı âlileri Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi mezunudur. Kendim de sözelciyim matematik bilgim pek şahane sayılmaz; ama yine de Erdoğan’ınki kadar az değildir. Erdoğan her kürtajın bir cinayet olduğunu söyledi ve ekledi: “Her kürtaj bir Uludere’dir!” Başbakan’a hatırlatmakta fayda var matematikte 1 eşit değildir 34,  34=34. Yani matematiğe göre her kürtaj bir Uludere değil. Tam 34 kürtaj bir Uludere olur. Üstüne üç kürtaj daha eklerseniz bir Sivas olur. 100’den fazla kürtaj Maraş, 30 bini aşkın kürtajsa ülkemizde yıllarca süren iç savaşa eşittir. Aman Erdoğan, sakın ilkokul öğretmeniniz sizin hesabı duymasın, sonra çok üzülür bilesiniz.


    Şimdi bunu bir yana bırakalım. Erdoğan kürtajı cinayete eşitleyince bazı haklı tepkiler yükseldi. Hakikaten Erdoğan son zamanlarda iyiden iyiye kadın bedenine ve kadın cinselliğine takmış durumda. Önce “en az üç çocuk doğurun” dedi. Sonra sayıyı beşe çıkardı. Şimdi de kafayı sezaryene ve kürtaja taktı. Her demecine, her konuşmasına kadınların vajinasını katarsa elbette adı “vajina bekçisi”ne çıkar. Ne bekliyordu ki? Evlenen çiftlerin nikah törenine katılan Erdoğan “en az üç çocuk” doğurmasını sıkı sıkıya öğütleyerek resmen gelinlere sözle cinsel tacizde bulunuyor. Acaba Erdoğan geceleri ülkedeki evleri bir bir dolaşıp tavsiyesine uyulup uyulmadığına bakmayı da düşünüyor mu? Belki de bir kontrol etmek gerek kadınlar hap içiyor mu yoksa doğum kontrol hapı içmeden mi ilişkiye giriyor? Eğer devletlu hazretlerinin emrine karşı gelip hapı yutuyorsanız hakikaten hapı yuttunuz demektir. Ya da bir kontrol etmek gerek erkekler prezervatif takıyor mu diye. Başbakan’ın emrine karşı gelip prezervatif takanlar da cezalandırılmalı. Hatta ve hatta evinde doğum kontrol hapı ya da prezervatif bulunduranlar tıpkı “İmamın Ordusu” kitabını bulunduranlar gibi terör örgütü üyesi sayılmalı. Yahu yeter yahu insaf! Çekin artık elinizi milletin şeyinden. Geçen yıl yazmıştım “Siz bu milletin şeyinin bekçisi misiniz?” diye. Aynı şeyi bir daha diyeceğim şimdi. SİZ BU MİLLETİN ŞEYİNİN BEKÇİSİ MİSİNİZ? Hiçbir politika üretemiyor, bir yaraya merhem olamıyor, doğru düzgün iş göremiyorsunuz. Sonra da gündemi saptırmak için getiriyorsunuz lafı cinselliğe AYIPTIR AYIP!

    Bu arada kürtaja “cinayet” diyen Erdoğan aslında “Her kürtaj bir Uludere’dir.” Sözüyle Uludere’de cinayet işlendiğini kabul etti. Erdoğan’ın Uludere’nin bir katliam, bir cinayet olduğunu artık nihayet kabul etmesi güzel bir gelişme. Şimdi biraz merak etmekteyiz Erdoğan işlenen bu “cinayet” için özür dileyecek mi? Özür dilemek başkasının kabahati üzerine değil kendi kabahati üzerine yapılır. Erdoğan Dersim’den bahsederken katliam sırasında iktidarda olan CHP’yi suçluyor. CHP bu katliamın sorumlusudur diyor ama ilginç bir şekilde hem CHP’yi suçluyor hem de kendisi özür diliyor. Şu an ise iktidarda AKP var ve Uludere katliamının suçlusu ve sorumlusu da AKP’dir. Eğer Erdoğan gerçekten samimiyse önce Uludere için özür dilemelidir.

6 Nisan 2012 Cuma

PROKRUSTES’İN YATAĞI

Prokrustes Grek mitolojisinde geçen bir kahramandır. Atina-Megara yolunda yaşayan bir hayduttur Prokrustes. Prokrustes’in demirden bir yatağı vardı, bu yatak tam da Prokrustes’in boyuna göreydi. Prokrustes bu yatağın ideal uzunlukta olduğunu ve herkesin boyunun bu yatağa uygun olması gerektiğini düşünüyordu. Prokrustes bulunduğu yoldan geçen yolcuları misafir etme bahanesiyle yatağına yatırır sonra da eğer kişi yatağa göre kısaysa onu gererek uzatırmış, yok eğer yataktan uzunsa baltayla bacağını keser kısaltırmış. Böylece herkesi kendi yatağına uyan bir boyuta getirirmiş.
İşte bugün Prokrustes’in yatağı deyimi bu hikâyeden gelir. Kişi kendi dışındaki yaşam felsefesine, kendisinden farklı paradigmaya sahip insanlara düşmansa; yalnız ve ancak kendi gibi olanlara yaşam hakkı tanıyabilecek kadar hoşgörüsüz, katı ve antidemokratsa “Prokrustes’in yatağı” deyimi kullanılır. Prokrustes her ne kadar asırlar önce yaşadığına inanılan bir hayali kahramansa da günümüzde de dünyada, hele hele bizim gibi demokrasiyi hazmedememiş, benimseyememiş toplumlarda bol bol Prokrustesler yaşamaktadır. Bir şairin dediği gibi “bir değil, on değil yüz milyonlarca” Prokrustes vardır maalesef. Örnek verecek olursak diyelim ki günümüzde yaşayan bir Prokrustes kafasında bir dindar tanımı belirledi, işte o zaman bu dindar tanımına uymayan kişilere düşmanlık besleyecek, onları yok etmek isteyecektir.
Bakalım AKP milletvekili Hazreti Mustafa Şahin 4+4+4’ü benimsemeyenler için ne buyurmuşlar: “Onlar istiyorlar ki bu insanlar geleceğimiz olan çocuklarımız ya ateist olsun, ya Marksist olsun, ya uyuşturucu müptelası olsun. Vatanına milletini yarar sağlayacak ne varsa bunlardan geri dursun. Bizim amacımız ise dinine, devletine, milletine, vatanına bağlı nesiller yetiştirmek." Şu açıklamaya bir bakın kendileri gibi kafa yapısına sahip olmayan insanları ve Ateist vatandaşları uyuşturucu müptelalarıyla bir tutuyor. Bu açıklama tam bir facia. Hani nerede hoşgörü, nerede kardeşlik, nerede farklı fikirlere ve düşüncelere saygı? Birisi kalksa AKP zihniyeti taşıyanları uyuşturucu müptelalarıyla bir tutsa eminim koştura koştura dava açarlar. Peki soruyorum AKP’li bu vekilin bu sözleri ne olacak, onun hakkında da dava açılcak mı acaba?
Bu arada şunu da hatırlatmakta fayda var ki Birleşmiş Milletler’in 2005 yılı uyuşturucu raporuna göre dindar İran, dünyada uyuşturucu bağımlılığının en yüksek olduğu ülke. Al bakalım buna ne diyeceksiniz; ama korkmayın. Bu istatistiğe ve sizin nefret söyleminize rağmen biz dindar uyuşturucu müptelalarıyla sizi bir tutmayız. Ne diyordu Erdoğan: Dindar bir nesil özgürlüklere saygılıdır; dindar bir nesil, farklı düşüncelere, farklı inanç gruplarına da saygılıdır. O terbiyeyi alarak yetişmiş bir nesiliz biz. Bu saygının nasıl gösterilmesi gerektiğini de bugüne kadar gösterdik, bundan sonra da gösteririz. Evet, bunu gösterdi Erdoğan “Anamız ağladı” diyen çiftçinin anasına söverken de, medya patronlarına “Benim aleyhimde yazı yazan köşe yazarlarını işten kovun” derken de, olaysız masum protestolar sırasında halkın üzerine güvenlik güçlerini saldırtırken de, kendisini protesto eden adamı korumalarına dövdürürken de, kendisi hakkında eleştiri yapanlara koşa koşa dava açarken de Erdoğan farklı seslere ve görüşlere ne kadar saygısı ve tahammülü olduğunu gösterdi. Ha aslında hakkını yemeyelim Sivas’ta insanları diri diri yakan eli kanlı katillerin zamanaşımından yararlanmasına karşı CHP’nin hazırladığı kanun teklifine karşı çıkarken ve katillerin tahliyesi için “hayırlı olsun” derken de gösterdi hoşgörüsünü. İşte Başbakan bir insanlık suçunu, bir katliamı bile hoşgörebiliyor. E daha ne olsun?

Bir bakıyorum ki karşımızda bir Prokrustes elinde baltasını sallıyor ve haykırıyor: “Benim dindar kriterlerine uyan demir yatağıma uygun olacaksınız! Herkes bu yatağa sığacak!” Sonra kaldırıyor baltasını demir yataktan taşan bacağı kesmeye. Geriyor işkence ediyor dindar yatağa kısa gelene. Aman dur yapma, etme, diyorlar. Prokrustes kızıyor: “Ne o yoksa sen Ateist misin?” Evet, Prokrustes Ateistim, bir sakıncası mı var?

14 Mart 2012 Çarşamba

“FILIBUSTER”, LİMON VE DEMOKRASİ

Mecliste gerginlik üzerine herkes bir şeyler konuşuyor. Muhalefet iktidarı, iktidar muhalefeti suçluyor. Gerçi çocuklarımızın eğitimi sayısal üstünlüğüne bakıp istediği gibi at oynatabileceğini sananların eline kaldıysa vay ki vay! Şimdi kanunun içeriğine ve getirip götüreceklerine bakmadan nasıl çıkarıldığına bir bakalım.

Öncelikle bu kanun milyonlarca insanın hayatını etkileyecek bir şey yani oturup da öyle pat akşamdan sabaha hazırlanacak bir şey değil. Uzun süre üzerinde çalışılması gereken bir şey. Öyle de olmuştur tabii ama AKP bunu seçime giderken söylemedi. Sonra pat diye ortaya attı. Eleştirel yaklaşan, tavsiyelerde bulunan herkese kin kustu. Hatta Kılıçdaroğlu’nun “Gelin bu reformu beraber hazırlayalım.” Teklifine bile kulak tıkayarak “Ben yaptım, oldu.” mantığıyla hareket etti. Halktan, demokrasiden, özgürlükten bahsedenler hiç kimseden hiçbir kurum ve kuruluştan onay almadan ben istedim olacak, işte o kadar, dedi. Son kavgada AKP’li vekiller önceden gelip komisyonun yapılacağı yeri işgal etti. CHP’li komisyon üyelerini içeriye almamaya çalıştı. İçeri girmek isteyene orman kanunlarını uygulayıp sayısal üstünlüğüne de güvenerek tekme tokat saldırdı. Ondan sonra içeri girmeyi güç bela başarabilen muhalefet grup başkanvekilleri konuşturulmadı. İşte böyle bir ortamda milyonları etkileyecek kararlar alındı.

Batılı ülkelerde iktidar başkasına danışmadan, uzlaşma sağlamadan bir karar çıkarmak isterse muhalefet ne yapar? Çeşitli şekillerde kanunun çıkmasına engel olmak için kürsüyü işgal eder, konuşma sürelerini uzatır. İlk bakışta bu uzlaşmazlık çıkarmak gibi görünse de asıl amaç uzlaşmadır. Bu şekilde hem durumu protesto ederler hem de Demokratik bir baskı oluşturarak zorbalık yapan iktidarı konsensusa zorlarlar. İngilizcesi “filibuster” olan bu eylem en çok ABD’de yaşanıyor. Senato’da “filibuster” rekoru, 1957’de 24 saat 18 dakika boyunca konuşarak kürsüyü işgal eden Senatör Strom Thurmond’a ait. Sıkı durun 2008’de Cumhuriyetçiler 139 kez filibuster metoduna başvurmuş. Yani anamuhalefetin iktidarı uzlaşmaya zorlaması için filibuster yapması normal. Ama CHP’li bir vekil 12 yıl kesintisiz eğitimi protesto amacıyla 12 saat konuşmaya kalkınca AKP’li komisyon başkanı önce adamın tuvalete gitmesine izin vermiyor, sonra adam altına yapmasın diye güç bela ikna ediliyor. Üstüne tutup filibusteri engellemek için konuşanın karşısında limon yiyor. Daha sonra bütün bunlar yetmezmiş gibi bir sonraki komisyonda erkenden komisyonun yapılacağı yere giden komisyon üyesi bile olmayan onlarca AKP’li odayı işgal ediyor muhalefetten komisyon üyelerinin içeri girmesini engelliyorlar ve kadın erkek demeden önlerine gelen muhalife saldırıyorlar. Ne kadar hoş, ne demokrasi ne demokrasi! Al sana ileri demokrasi. Her konuşmasında Demokrasi vurgusu yapan AKP adeta Faşizmi Demokrasi diye pazarlamaya kalkıyor. Toplumumuz Demokrasi'nin ne olduğunu bilmiyor bunu bir ara açıklamak, enine boyuna tartışmak istiyorum ama önce demokrasinin ne olmadığını söylemek gerek. Demokrasi en çok oyu alanın diktatörlük kurması değildir. Pekiyi nedir demokrasi? Bu artık başka bir yazının konusudur.

1 Mart 2012 Perşembe

NEDEN DİNİ TARTIŞIYORUM?

Birilerinin gökte oturan bir hayalete inanması, eğilip kalkması, onun yüceliğinden dem vurması beni rahatsız etmez. Olay bununla bitse umrumda bile değil. Peki neden burdayım? Bu hayaletin yazdığı iddia edilen kitapta dünyanın en sadist en sapık insanının bile aklına hayaline sığmayacak slasher tarzı istismar filmlerinde bile raslanmayacak inanılmaz işkence sahneleri var. Filmlerde adamın burnu kanasa +18 diye uyarı koyanlar Kuran'ı ve Cehennem işkencelerini minicik çocuklara anlatıp körpe beyinlerin ruh sağlığını bozuyorlar. Quentin Tarantino'nun filmlerinden daha sadistik, Hostel serisinden daha kanlı, Elm Sokağı'nda kâbustan daha korkunç bir kitap Kuran. Stephen King'in romanları neymiş ki al Kuran oku daha korkunç. Bu sitede mi başka yerde mi tam hatırlayamıyorum imzası "Kâfirler için yaşasın Cehennem" olan bir sapık vardı. Hatta buraya üye olan biri "ateistibnelerisikmek" diye nick alıp ana avrat dümdüz gitmişti. Bloguma gelen bir yorum "Senin inanmadığın Allahını s..., ananı, avradını, sülaleni s..." diye başlıyordu. Öbür dünyanın Cehennem işkenceleri ve beyin yıkamalarıyla bu dünyayı Cehennem'e çeviriyorlar ama farkında değiller. Cennet vaatleriyle süslü hadis ve ayetlere gelirsek onlar da resmen +18 memeleri yeni tomurcuklanan sübyanlardan inci gibi oğlanlara kadar, hatta hatta bir kişiye 72 bakire vaat eden sapık sapkın içkili grup seks alemleri Tinto Brass'ın erotik filmlerini sollar. Ereksiyon sorunun mu var? Aç da oku viagra niyetine. Niyetim incitmek değil, niyetim kırmak değil, niyetim üzmek değil ama bıktım artık vebalı, hasta, sapık... muamelesi görmekten. Peki neden hasta muamelesi, sapık muamelesi görüyoruz? Çünkü Kuran bizim sapık, hasta, zavallı olduğumuzu söylüyor. Bizim "aşağılık maskara maymunlar" olduğumuzdan dem vuruyor. Oysa Kuran denen kitap öyle işkencelerle süslü ki ancak bir sapığın hem de dünyadaki gelmiş geçmiş en büyük sapığın elinden çıkmış olabilir ne Ichi the Killer ne Cannibal Holocaust ne de Halloween insanı Kuran kadar dehşete düşürebilir. Olağanüstü bir kitap, her sayfası ayrı mucize, ayrı dehşet, ayrı vahşet... Ama bunlar önemli değil çünkü sizi ateşlere atacak olan Allah sizi çooooook seviyor. Pekii neden sizi ızgara yapıyor söyleyeyim mi zamanında saçma sapan bir yemin etmiş:Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.(SECDE Suresi 13. Ayet)

Pekii ortada fol ok yumurta yok neden böyle zırva bir yemin etmiş? Onun da açıklamasını sorarsanız ona da bir cevap var:Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. (BAKARA Suresi 108. Ayet)

Sorma, sorgulama; koyun gibi itaat et. İslam bu, din budur! Yazık değil mi insnalara, yazık değil mi yollarda tacize tecavüze uğrayan zihinsel özürlülere, yazık değil mi boş yere yaşanan bir hayata! Eğer daha güzel bir dünyaya engel olmasa, eğer insanlara bireycilik ve bencillik aşılamasa, eğer sınıf savaşımının önündeki en büyük engel olmasa bana ne dinden. Biri göklerde dolaşan bir hayalete inanmış, hah çok da tın!

27 Şubat 2012 Pazartesi

KUVVETLER AYRILIĞI VE COŞKUN TURİZMİN SAYIN YOLCULARI...

Devletlu Hazretleri Demokratör Erdoğan, buyurmuş: “Seçilmişleri, atanmışlara kul etmeyiz.” Peki ne yaparsınız? Yargıyı AKP’ye kul edersiniz. Yargı karşısında dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmak yerine kaçmadan çıkıp hesap vermek “kul olmak” mı oluyor? Erdoğan’ın bu sözü tamamen akla, mantığa aykırı saçma bir safsata. Erdoğan öyle bir yasa çıkardı ki eğer bir MİT’çi suç işlemişse yargılanması Başbakan’ın iznine bağlı olacak. Yani bu yasa sayesinde artık bir başbakan çok rahat bir suç örgütü oluşturabilir. Aman şimdi yanlış anlaşılmayalım… Bu suçu elbette Erdoğan’a isnat etmiyoruz, yaptı demiyoruz ama bu yasa böyle bir şeye yol açabilecek bir yasadır. Birisi adam öldürse ve başbakan ben onu görevlendirmiştim, derse yargı o zaman başbakana soracak: “Bu kişiyi yargılayabilir miyim?” Başbakan da canı isterse çok rahat “Hayır” diyebilecek. Ve adam elini kolunu sallayarak dolaşmaya, hatta başbakanın koruması sayesinde suç işlemeye devam edebilecek.

Gözümüzün içine baka baka hukukun ırzına geçenler, bir de kalkıp “Biz kimseye özel yasa çıkarmıyoruz.” Diyorlar. Yahu suç işleyeni yargılamak için Başbakan’dan izin almak gerekecek. Kalkmış böyle bir yasa çıkarıyorsunuz daha nasıl “birilerine özel yasa” olacak bu? Başka ne yapmanız gerek ki, bunun adı “kişiye özel yasa” olsun? Bu basbayağı kişiye özel yasa. Hem Başbakan’ın savcıyı görevden aldırması tam bir skandal. Hani yargı bağımsızdı, hani yasalar karşısında herkes eşitti?

Genelkurmay Başkanı, tutuklanıp içeri alınırken “Yargı görevini yapıyor, yasalar karşısında herkes eşittir” diyenler, aynı yargı MİT’çileri yargılamaya kalkınca kıyametleri kopardılar. Yargıyı sorumsuz davranmakla suçladılar, yargıya müdahale ettiler ve nihayet istediklerini elde etmek için savcıyı görevden aldılar. Bunu yapan YÜRÜTMEydi ve şimdi o YÜRÜTME keyfine uygun bir yasa da çıkarıyor. Kuvvetler (YASAMA- YÜRÜTME- YARGI) tek elde toplanmış. Bu el de Başbakan’ın eli.

Bunları da geçelim yargıda bin türlü skandal, bin türlü kepazelik varken değiştirecek şey bu yasa mı kaldı? Hani siz halkın sorunlarına duyarlı ak pak bir partisiniz ya… Yoksa yargıda son zamanlarda yaşanan skandallardan haberiniz mi yok? Ben anlatayımda haberdar edeyim bari. 2008-2010 yılları arasında babası hapiste olan 13 yaşındaki kız çocuğu N.Ç. iddiaya göre 35 yaşındaki A.A. nın tecavüzüne uğruyor. Hem de bir değil birkaç kez. Babası 2011’de hapisten çıkınca bir arkadaşından durumu öğreniyor. Kızına sorunca da N.Ç. olayı doğruluyor. Baba bunun üzerine A.A. nın kapısının önünde bir el ateş edip bağırıyor. Bu durumda ne oluyor dersiniz? Hastane’den verilen “mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu” yönündeki rapora rağmen mahkeme bir başka hastanenin “fiili livataya ilişkin bulguya raslanmamıştır” raporuna dayanarak tecavüzcüyü beraat ettiriyor. Yahu aradan birkaç sene geçince herhalde fiili livataya ilişkin bulgu kalmaz vücutta. Kızı tecavüze uğrayan baba ise tehdit ve hakaret suçundan 11 ay hapse mahkum ediliyor. Zaten bu yavrucak babası hapisteyken tecavüze uğramıştı ve sapığa hiçbir şey yapmadan babayı tekrar hapse tıkmak bu yavrucağa bir daha tecavüz edilmesinin önünü açmak değilse nedir?

Memleketimizde öyle bir yargı sistemi var ki tecavüzcüler korunup kollanıyor. Eğer yurtdışında T.C. de tecavüzün suç olmadığı yeteri kadar duyurulsa kim bilir belki de turizmimiz gelişir. Diğer ülkelerin tecavüzcüleri de gelip yasaların tecavüzcüyü koruduğu ülkemizde tecavüz eylemlerini gerçekleştirirler. Evet, evet kayak turizmi, deniz turizmi… vs. derken şimdi de tecavüz turizminde gelişecek ülkemiz.Oluk oluk döviz kaldıracaz. Biz de nankör müyüz neyiz, utanmadan durumu tenkit ediyoruz. Yargıdaki bu rezaleti bu kepazelikleri görmeyenler MİT’çiler için anında yasa çıkarmasını çok iyi biliyor. İsterseniz bu rezil durum için de yasa çıkarabilirsiniz hem bu girişiminiz diğerleri gibi dirençle de karşılanmaz. Kimse böyle bir yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitmez. Mesela şu tecavüze uğrayanın ruh sağlığının bozulduğuna dair rapor alması saçmalığını kaldırabilirsiniz. Ne yani tecavüze uğrayan biri dayanıklıysa iki üç günde kendini toparlasa ve ruh sağlığı kalıcı olarak bozulmasa bu durum tecavüzcüyü masum mu yapar?

Tecavüzler, tacizler tam gaz giderken Başbakan bunu da görmezden gelip hâlâ “dindar nesil” gazelini okuyor. Hani -Allah korusun- bu olay yasa çıkaranlardan birinin kızının, karısının başına gelse, mahkeme de tecavüzcüyü serbest bıraksa ne olur? O zaman mı bir şeyler yapmak akıllarına gelir?

Başbakan’ın kendi dinî inançlarını dayattığı bir gençlik sorunu çözemez. Onun aşağıladığı tinerciler dindar olmadıkları için değil, ülkenin sosyo-ekonomik sorunları yüzünden tinerci oldular ve bu ülkeyi de 10 yıldır AKP yönetiyor. Hem on yıl boyunca bir sürü genci tinerci yapmak hem de dönüp kendine bakacak yerde onları suçlamak ilginç olsa gerek.
Gelelim Ateistlere yönelik yaklaşımınız ve nefret söyleminize. Bu tavrınız onaylanabilir gibi değil. Ülkemizde on binlerce Ateist var, onlar da vatandaş, onlar da insan. Bırakın insanlara kendi doğrularınızı dayatmayı ve keyfinze göre yasalar çıkarmayı da bir an evvel şu tecavüzcülerin kollanması olayına el atın sevabına. Hani yani dindarsınız ya o açıdan dedim “sevabına” diye.

18 Şubat 2012 Cumartesi

HADİ ORADAN LAN, HADİ ORADAN!

“Kapısının önünde açlıktan ölsen bir lokma ekmek vermiyecek insanların 4 tane köpegi var onlara bir ailenin geçinecegi kadar masraf ediliyor bu anlattıgım benim şahsen tanıdıgım insanlar. Aynı insanlardan ben yaşlı tek başına yaşayan bir bayan için yardım istedim beni duymamazlıktan gelip konuyu kapattılar. Bayram günü bahçe kapısının dışında bayramını kutlayıp birşeyler isteyen dilenciyi kovdular… hayvanlara destek için bilmem nereye giden ajda pekan dan insanlar için imza istendi imza atmadı.”

Bunlar bir arkadaşın sözleri sanal bir arkadaş internetten tanıyorum. Pekii bu sözleri niye yazdım? Dün haberlerde Akdeniz foku Badem'in sopayla rehabilite edildiği görüntüler vardı. Yahu polis bir eylemde göstericileri öldüresiye döverken gayet hoş ifadeler kullanan hatta bırak "şok görüntüler" demeyi "polis dövdü" bile demeyip "polis müdahale etti" diyen medya... İşte o medya var ya o medya ben o medyanın... neyse o medya veterinerler Badem'e bir iki sopa vurdu diye kıyametleri koparıyor. Hatta M. Ali Birand: Bunlar ne biçim veteriner vs. tarzında bir şeyler dedi oysa dayakçı polisler için bu şekilde hiç konuşulmuyor.Yani bu sistemin savunucuları muhalif ses çıkaranları hayvandan da aşağılık buluyor. Hayvana acıyorlar fakat iş insana gelince kalpleri taş kesiliyor. Sistem çok güzel işliyor insanlar polislerin dayağını artık normal karşılıyor ama iş bir foka sopayla vurulmasına gelince kıyametler kopuyor. Türkiye ayağa kalkıyor. Hiç bir zaman polis şiddetiyle ilgili hekimlere, psikiyatristlere mikrofon uzatmayan medya bu olayda bunu da yaptı. Üstelik Badem'in dayak yemesinin sebebi de hayvanseverler. Bu fok yaralı bulundu, tedavi edildi vs. Sonra birden herkes fokun etrafında dolaşmaya onu okşamaya, mıncıklamaya vs. başladı. Hayvanın yabani doğasını bozup onu adeta evcilleştirdiler. Veterinerlerin eziyeti ise Badem'i insandan kaçar hale getirmek için çünkü bu hayvan tekrar vahşi yaşama salınacak. Aslında insanlara bu denli alışıp psikolojisi iyiden iyiye bozulan bu hayvanı neden doğaya salıyorlar anlamış da değilim. Belki avlanamayacak ve ölecek bile. Hayvanat bahçesine konabilirdi.

Daha bir buçuk ay önce Robosky'de 34 can öldürüldü hepsi de insandı. Onları öldürenler böyle suçlanmadı. Yahu 34 insanın ölmesi bir foka bir iki kez değnekle vurulmasından daha mı önemsiz?Delirmek işten bile değil insanların üstüne bomba yağdırılıp masum kişiler telef edilirken duruma "VAHŞET" demeyip de "operasyon" vs. diyen medyanın hayvanlara yönelik şiddette böyle saldırgan ve suçlayıcı bir dil kullanması gerçekten iğrenç, ikiyüzlü ve adice!

Nedense gariban hayvansever pek yok. Kendine hayvansever diyenlerin %90'ı maddi durumu iyi olanlardır ve bunların hayvanseverliği de kedi ya da köpekle sınırlı. Önlerine gelen balığı ya da kırmızı eti mideye indirirken hayvanseverlik falan hiç hak getire yani. Hatta bu hayvansever daha doğrusu kedi-köpek severlerden bir kısmı çinçillayı hayvandan saymıyor her halde hayvan kürkünden elbise giyiyorlar. Bu da ikiyüzlü bir tutum. Yine haberlerde gösterildi bir güvenlik kamerası kaydetmiş: Bir kediyi bir genç kuyruğundan tutup duvara çarpmış sonra da bırakıp gitmiş. Şimdi fellik fellik onu arıyorlar. Belki bulurlarsa hapse koyacaklar. Hayvana eziyet eden insanı bunu yapmaya iten neydi, ne onu bu hale getirdi de o bunları yaptı, bu adama yardım etmek gerek, onu rehabilite edelim demeyip de onu bir elime verseler kediye yaptığının aynını ona yaparım, diyenler bana çok antipatik geliyor. Hakkaten Allah bilir ne sıkıntısı var ki kediye bunu yaptı, o öfkesini bir hayvana yöneltti ama onu rehabilite etmek yerine infaz etmek tam da öfkesini hayvan yerine bir insana yöneltmek. Yıllar geçti unutmuş değilim. Üniversitede kampüste bir çıyanı ezdim diye bir grup şerefsizle birbirimize giriyorduk az kalsın. Ayrıca yurtta okulda vs. öyle iğrenç o kadar pis insanlar vardı ki... Bunlar insanların sorunlarına çok kayıtsız hatta insanlara sorun çıkaran ikiyüzlü bencillerdi. İşin komik tarafı süt elde etmek için hapsedilen, memelerine metal alet takılıp süt sağılan ve yaşlanınca da kesilen inekleri hiç düşünmeden, onlara hiç acımadan kedilere marketten süt alırlardı. Bir ara haberlerde çıkmıştı bir belediye başkanı bir yerde park yaptırmış hayvanseverler parkın açılışını protesto ediyor, gerekçeleri bu parayla neden hayvan barınağı yapılmadı. Öyle ya çocuklar yolda oynarken araba çarpıp ölsünler önemli mi park? Parkın açılışındakiler de öfkeyle tepki gösterdiler gerçi dövmediler ama çok serttiler kızdılar, bağırdılar. Açıkçası ben de çok kızdım onlara paraları b.k gibi zenginlerdi hepsi mücevherli, kürklü elli yaşında karılar yaptır kardeşim b.k gibi paran var sen yaptır. Senin o mücevherlerinle kürkünle kaç tane hayvan barınağı yapılır biliyor musun? Bir hayvanseverin önüne gelen eti iştahla yiyip kedi köpek için ağlaması sağlıklı bir durum değildir. Ya kardeşim sen ne çeşit bir manyaksın ki içine kanca girmiş, sudan çıkınca çırpınan zavallı bir balığa acımıyorsun, balık restoranına gidiyorsun. Canlı canlı kaynar suya atılıp çırpınarak ölen karidese, istakoza acımıyor hatta onları afiyetle yiyorsun. İş kediye, köpeğe gelince birden hayvanseverliğin tutuyor hass.ktir ordan gerizekalı, ruh hastası! Et yemeden yaşasan, tutarlı olsan bir şey demeyeceğim. Hayvanları neden öldürüyoruz ve yiyoruz? Çünkü bizim kadar zeki değiller ve olmayacaklar da, kişiliksiz, hayalleri olmayan, idealleri sevdikleri olmayan hayvan bunlar adı üstünde hayvan. İnsan sevemeyen, insanlara güven veremeyen, bir dosta doya doya sarılmaya hasret olan ya da adam gibi tartışma adabından yoksun, ikiyüzlü ya da yapayalnız vb. durumda olanlar yani insanlarla ilişkilerinde sorun yaşayanlar, hayvan beslemek ister. İnsanlara yöneltemedikleri sevgiyi hayvanlara yöneltirler. Hepsine değil tabii bazılarına. Söz gelimi akvaryumdaki Japonbalığı ölünce hüngür hüngür ağlarlar da aynı günün akşamı alabalık yerler bu manyaklar.

Bununla beraber şunu da söyleyeyim ki insanın sindirim sistemi otçula uygun evrimleşmiş, mesela bağırsaklar uzun, dişler yassı, leş (ölü hayvan) kokusu hoşumuza gitmiyor. Biraz eskimiş bir et yiyince etçil hayvan hasta olmaz ama bizler hasta oluyoruz. Avrupa'da yaşayan Neandertaller diyetlerinin % 85'i kırmızı etti ve yok oldular. Ayrıca insanlar olarak et tüketmezsek hayvan yemi olarak tonlarca tahıl harcanmaz. Bu tahıllar tam tersine insanları doyurur, hayvansa doğada otlayarak kendi yolunu bulur. Ha sen buna rağmen et yiyorsan ve kediye de köpeğe de başka hayvanın etinden yapılmış yemi veriyorsan üstüne de kendine hayvansever diyorsan manyaksın kardeşim kimse kusura bakmasın.

16 Şubat 2012 Perşembe

ALLAH (EĞER VARSA) SANA AKIL VERSİN

‘Ben ‘dindar bir nesil yetiştirmek hedefimiz’ dedim. Bu sözlerimin arkasındayım. Senin hedefin bu değilse bilemem. Sayın Kılıçdaroğlu, sen bizden Ateist bir nesil yetiştirmemizi mi bekliyorsun? Biz muhafazakar demokrat nesil peşindeyiz

Bu sözler Erdoğan’a ait. Çok affedersiniz ama Başbakan her insan dindar olmak zorunda mı? Bir Başbakan olarak devlet imkanlarını kullanarak dindar bir nesil yetiştireceğinizi söylüyorsunuz. Hem insanların inancına yön vermek, körpe bünyeleri keyfinize göre yontmak istiyorsunuz hem de Laiklikten bahsediyorsunuz. Siz dindar bir nesil yetiştirmeyi hedeflemek yerine her inanca eşit mesafede dursanız daha güzel olmaz mı? Neye göre ve kime göre dindar yetiştireceksiniz ayrıca? Şia’ya göre mi dindar olacaklar yoksa Ehl-i Sünnet mi olacaklar? Herhalde siz Sünni olduğunuz için Sünni olsunlar istersiniz. Öyle ya hani belediye başkanıydınız bir zamanlar ve Belediye başkanlığı döneminde Karacaahmet’te cemevi açma izni isteyen Alevilere ‘Cemevi, Cümbüş evi, ne izni!’ demiştiniz. Başbakanlığınız döneminde de bir mitingde Alevilere hitaben: ‘Yahu Ali’yi sevmek Alevilikse ben senden daha Aleviyim!’ demiştiniz. Hatta son genel seçimlerden önce her konuşmanızda lafı Kılıçdaroğlu’nun Alevilliğine getirip meydanlarda bu Alevi’yi yuhalatmıştınız. Siz Kılıçdaroğlu Alevi ya hani, Alevidir ya, dedikçe meydanlardan ‘Yuuuuh!’ sesleri yükseliyordu. Bakınız bir Başbakan ne güzel özgürce Alevileri aşağılıyor, hakaret ediyor, başkalarını hakaret etmeleri için teşvik ediyor. Bir de memlekette demokrasi yok, diyorlar. Al sana demokrasi! Hem de ileri demokrasi! Alenen Alevi düşmanı olduğunuza göre her halde çocukları Sünni olarak yetiştirmeyi planlıyorsunuz. Hanefi mi olacaklar, Şafii mi; bir dakika belki de Hanbeli yetiştirirsiniz. Yok yok, Hanefi olurlar Hanefi. Peki ameli mezhep Hanefi ise itikadi olarak Eş’ari mi olacaklar Maturidi mi; yoksa Mutezile ekolünde bir dindar nesil mi yetiştireceksiniz? Bütün bunlar bir yana kim nasıl ölçebilir karşısındakinin dindarlığını? Yeni nesiller sizin kendi kafanızdaki tasarladığız tipte dindar olmak zorunda mı? Kendi yaşam tarzınızı başkalarına dayatmak gibi bir hakkı aceba size kim, ne zaman verdi? Siz dindar değil kendi keyfinize göre programlanmış bir nesil yatiştirmenin derdindesiniz. Sonra da kalkıp Ateist mi olsunlar, diyorsunuz. Yahu size ne, herkes ne olmak isterse olsun, insanların dini inancı sizi niye bu kadar ilgilendiriyor?

Dahası dindar nesil yetiştireceğiz sözünüze tepki gösteren insanlara cevap verirken çok rahat bir şekilde: ‘Siz, bu gençliğin milli, manevi değerlerinden kopuk, hiçbir istikameti, meselesi olmayan bir nesil mi olmasını istiyorsunuz?’ diyebiliyorsunuz. Yani sizin istediğiniz tipte dindar olmayanlar milli, manevi değerlerinden kopuk ve hiçbir istikameti, meselesi olmayan kişiler öyle mi? Çok güzel sizin kendi kafanızdaki ‘dindar’ tanımına uymayanları da bu şekilde aşağıladıktan sonra oturun bakalım o koltukta hem dindar olmayanların, hem Alevilerin, hem Süryanilerin, hem Yezidilerin, hem Bahailerin, hem Ateistlerin, hem Keldanilerin, hem Hristiyanların başbakanı olmayın sadece kafanıza uyan, sizin kendi kafanızın içindeki dindar tanımına uyanların başbakanı olun bakalım. Herkesi kucaklamak varken bir grup dışındakilere sırt dönmek niye? İnsanları tek tipleştirmek niye? Sizin gibi olmayana bu hoşgörüsüzlük, bu nefret, bu düşmanlık niye?

Başkaları da Başbakan’ın bu sözü üzerine cesarete geldi ve kendi hastalıklı fikirlerini dillendirmeye başladılar. Sabahları TRT 1’de Gülben Ergen’in sunduğu bir program var. Gülben Ergen bu programda Ateistler için “Allah şifa versin.” dedi. Devletin TV’sinde birinin kalkıp da Ateist insanlara ‘hasta’ muamelesi yaptığına da şahit olduk. Ateizm bir hastalık değildir, tanrı inancının olmamasıdır. Yahu size ne isteyen tanrıya inansın isteyen inanmasın. İsteyen gitsin oyuncak ayı alıp ona tapsın. Sizi ne ilgilendiriyor? Hem Ateistler de insan değil mi, onlar da vatandaş değil mi? TV’ye çıkan program yapan biri bu sorumsuzluğu yaparsa cahil birileri neler yapmaz ki. Netekim yapmadılar mı Maraş’ta, Sivas’ta tek suçu Alevi olmak olanlar katledilmedi mi? Siz tutar da sizden farklı düşünen her insana rahatça ‘hasta’ etiketi yapıştırırsanız cahil bir güruh da yarın bir gün bu hastaları ortadan kaldırmaya kalkarsa bunun bir sebebi de siz olmaz mısınız Gülben Ergen? Tamam soyadınız “Ergen” ama maaşallah zat-ı aliniz hiç de ergen değilsiniz olgun, belli bir yaşta insansınız. Allah adına din pazarlayanların borozancılığını yapacağınıza sözlerinize dikkat etseniz hiç fena olmaz. Son olarak Sayın Gülben Ergen Allah -eğer varsa- size akıl fikir versin.

11 Şubat 2012 Cumartesi

DAMDAN DÜŞENİN HÂLİ

TV’de haberlerde zaman zaman trafik kazalarında adları geçer mevsimlik işçilerin. Bâzen haberlere bile çıkmazlar, öyle ya nice şeylerin üstü örtülür bu memlekette. Ortada darbe yoktur ama olmayan darbenin sanıkları içeridedir; ortada bir Deniz Feneri dolandırıcılığı vardır ama var olan suçun sanıkları ellerini kollarını sallayarak dolaşır. “Parasız eğitim istiyoruz” diye pankart açan öğrenciler tam 19 ay tutuklu yargılandılar ve işin tuhaf tarafı 15 yılla yargılandıkları dava hâlâ devam ediyor. Adam öldürmek en büyük suç. Oysa dağa çıkan, adam öldüren PKK’lılar pişmanlık yasasından faydalanıp hapis bile yatmıyor. “Parasız eğitim”in sözünün edilmesi bile fakirden fukaradan oy alarak iktidara gelenlerin tüylerini diken diken ediyor. “Parasız eğitim” isteyerek iktidarın kulu olduğu kapitalist sisteme çomak sokmaya kalkanlar “terörist” olarak görülüyor. Adam öldürürsen affederim ama parasız eğitim istersen bu ağır suçu affetmem, diyor bu iktidar.

Artık söylemekten, göstermekten gına geldi ama bir kez daha gösterelim; tekrar teşhir edelim “parasız eğitim” derseniz 15 yılla yargılanırsınız ama sivillere yönelik kanlı eylemlere girişirseniz hapis bile yatmazsınız. Durum ortada işte Halep işte arşın.

Biz yine yazının başında bahsettiğimiz mevsimlik işçilerin durumuna dönelim. Bu güvencesiz, sigortasız, iki üç kuruşa çalışan işçiler için can pazarıdaha yollarda başlıyor. Memleketinden çoluğu çocuğuyla beraber gidiyor adam, dolduruyorlar tarım işçilerini balık istifi gibi kamyonet kasalarına ve bu yolculukların çoğu da ölümlü kazalara davetiye çıkarıyor. Daha geçen hafta İzmir’in Ödemiş ilçesinde, mevsimlik işçileri taşıyan araç şarampole yuvarlandı. Bu kaza bir yaralıyla ucuz atlatıldı; ama sizin de bildiğiniz gibi işçiler her zaman bu kadar şanslı olamıyor. Daha bu yaz ağustosta Tarsus’ta tarım işçilerini taşıyan kamyonet kaza yaptı bilanço 4 ölü, 25 yaralıydı.

Mevsimlik işçiler sadece yollarda yaşadıkları kazalarda mı perişan oluyor? Sadece yollarda mı telef oluyorlar? Hayır tabii ki. Yine bu yaz Ordu’ya giden fındık işçileri fındığın geç olgunlaşması sebebiyle erzaksız kaldı. Bu işçiler çadırlarda perişan vaziyette yaşam savaşı verdiler. Konya’daki çadırlarda ise susuz ve seyyar tuvalet-banyosuz kalan, çöpleri alınmayan işçiler çocuklarını okutamadıklarından dert yandılar. Türkiye Gemi İnşa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) Başkanı Murat Bayrak, 8 Nisan’da Deniz Ticaret Odası meclis toplantısında, tersanelerde yaşanan işçi ölümleri için ne dedi biliyor musunuz? ‘Ömürleri bu kadarmış!’ Evet evet, yanlış okumuyorsunuz aynen bunu dedi. Tıpkı madencilerin ölümüne “kader” diyen Erdoğan gibi.

Mevsimlik işçiler saatlerce tarlada, tersanede, inşaatta kışın buz gibi soğuğunda, yazın kavuran güneşinin altında adeta ölümle kucak kucağa koyun koyuna çalışır. Sigortasız ve güvencesiz oldukları için ne ölenlerin ailelerine tazminat ödenir ne de bu ölümlerin sorumlusu işverenler cezalandırılır. Hoş bendeniz de mevsimlik bir işçiyim. Dershane öğretmenleri de kış sezonunda berbat şartlarda çalışan yazın aç kalan mevsimlik işçilerdir. Hani adamın biri damdan düşmüş. “Aman” demişler. “Doktor çağıralım!” Yook, demiş düşen adam. “Damdan düşen birini çağırın; damdan düşenin hâlinden ancak o anlar.”