31 Mayıs 2014 Cumartesi

ORADA İNSAN VAR MI?



         Deprem olunca binalar yıkılınca hani yıkıntıların altında yaşayan biri olup olmadığını anlamak için bağırırlar ya “Orada insan var mı? Sesimi duyan var mı?” diye. Ben de şimdi yıkılmış, köhnemiş, harabe vicdanların yıkıntıları arasından bağırmak istiyorum: “Orada insan var mı!” 400’den fazla can gitti, (301 değil, AA önce 400 küsürlü rakamı duyuran tweet attı, sonra -artık kimin emriyle olduysa- hemen tweet silindi.) madeni güya denetleyen ve işçileri göz göre göre ölüme gönderen, taşeronlaştırmaya göz yuman, adeta katliama sebep olanlar sütten çıkmış ak kaşık ama; onları eleştirenler ahlaksız, ölü sevici, ölümlere sevinen vs. Bu kadar mı gözünüz karardı, bu kadar mı parti fanatizminiz tutmuş? Kalbinizi vicdanınızı bir yoklayın. Orada insan var mı!
         Taa kilometrelerce uzakta bir Mısırlının ölümüne hüngür hüngür ağlayan führer, burada ekmek almaya giderken öldürülen yavrucak için “terörist” diyor ve meydanlarda evladını öldürttüğü anayı yuhalatıyor. Daha sonra gidip mitinginde parti bayrağı sallıyorsunuz, hâlâ ona oy veriyorsunuz. Bir yoklayın vicdanınızı sızlıyor mu yoksa sızlamıyor mu? Eğer hiç sızlamıyorsa, geceleri rahat uyuyorsan eğer soruyorum: Orada insan var mı!   
Sarıyer'de yaşayan 64 yaşındaki Elif Çermik, geçen yıl 22 Aralık'ta Kadıköy'de yapılan İstanbul Kent Mitingi'ne katıldı. Eşi Mustafa Çermik'le birlikte elinde "Artık Yeter" yazılı dövizle alana giren Çermik, sıkılan biber gazından etkilenerek kalp krizi geçirdi ve komaya girdi. Dr. Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 159 gündür yoğun bakımda tutulan Çermik, bu sabah hayatını kaybetti. Ne oldu üzüldün mü? Ya da ne üzüleceğim yahu “Ölmüştür, geçmiştir” mi dedin? Eğer “Ölmüştür, geçmiştir” diyorsan, eğer katili alkışlıyorsan lütfen yüreğini bir yokla. Orada insan var mı!
8 kişiyi öldürten, 90 kişiye beyin travması geçirten, halka parkları meydanları yasaklayan, kendisine yönelik en ufak bir eleştiriye koştura koştura dava açıp kendisi “sinsi virüs, çapulcu, kemirgen, alçak, edepsiz, adi, haşhaşi, ölü sevici, terbiyesiz herif…” gibi laflarla canı her çektiğinde rahat rahat herkese küfreden birini mi alkışlıyorsun? Hırsızlık yaptığı kabak gibi ortada olanları koruyan kollayan bir muktediri mi savunuyorsun? Ya da muktedirin oğluyla birileri arasında geçen  “Projede havuz var mı” sorusuna “Kentsel dönüşümden bize de bir şey düşerse” şeklinde yanıtı duyduğun halde, bütün bunları gördüğün bildiğin halde muktedirin peşinden mi koşuyorsun? Üstelik vicdanın da rahat mı? Acaba güzel kardeşim, orada insan var mı!
Gerçeği gördüğün, duyduğun, bildiğin halde; gün gibi ortada olan gerçeğe değil de yalanlara mı inanıyorsun? Çantasından baret ve limon çıkan biri tutuklanıyor, bunlar “silah” sayılıyor; fakat etrafa satırla saldıran bir mikrobun yaptığı suç sayılmıyor, bu pislik tutuklanmıyor bile. Sen   hâlâ en ufak bir rahatsızlık hissetmeden burada hukuk var mı zannediyorsun? 34 şehit haberiyle Türkiye çalkalanırken tüm Deniz Feneri dolandırıcılık olayı zanlılarının serbest bırakıldığını, Soma’da 400’den fazla işçi öldüğünde Reza zarrab’ın yurt dışına çıkış yasağının kaldııldığını biliyor musun? Bunu bildiğin hâlde buna sebep olanların peşinden mi koşuyorsun? Artık nasıl bir şeyin peşinden koştuğunu düşünüyor musun, elinden kan damlayanlara, insanları öldürenlere, hırsızlık yapanlara methiyeler, güzellemeler mi diziyorsun? O yıkık dökük, çürümüş, harabeye dönmüş kalbinin yıkıntısına yaklaşıp bağırmak istiyorum: ORADA İNSAN VAR MI!

28 Mayıs 2014 Çarşamba

ALEVİLER KADAR TAŞ DÜŞSÜN BAŞINIZA



Erdoğan Almanya’da Alman Başbakan’ı yuhalatıp döndükten sonra yine ağzınızı açtığı gibi bin türlü skandala sebep oldu. Yine Alevileri diline dolamıştı. Yine nefret söylemi hat safhadaydı. Almanya’da gittiği ülkenin başbakanını yuhalatmak gibi bir davranışla “tokadı yemeyi” hak eden Erdoğan, kendisini protesto eden Türkler için adeta kin kustu. Bakın ne diyor: “Oradaki Alisiz Alevilere miting yapma izni verilmiş.”
Cemevine “cümbüş evi” diyen, “ucube” diyen, pek çok konuşmasında Alevilerden “bunlar” diye bahseden, onlara “Alisiz Aleviler” diyerek kendi aklınca Alevileri aşağılayan Erdoğan; yine “Alisiz Aleviler” lafını hiç utanıp sıkılmadan söyledi. Tıpkı mitinglerde Kılıçdaroğlu Alevi diyip meydanlarda onu yuhalattığı zaman gibi. Bir ülkenin başbakanı milyonlarca inanırı olan bir inanç için sürekli kışkırtma ve nefret propagandası yapıyor. Başkalarına çok rahat “bölücü” ve “hain” diyen Erdoğan yapıyor bunu. Erdoğan, neyin peşinde? Yeni Çorumların, yeni Maraşların, yeni Sivasların mı yaşanmasını istiyor? Zaten Sivas katilerinin avukatlarını vekil yaparak ödüllendirmiş, Sivaslı katillerin zaman aşımından yararlanamaması için CHP’nin verdiği öneriye karşı çıkıp katilleri koruyup, bağrına basmış bu da yetmemiş katillerin salıverilmesi için neşeyle “Vatana millete hayırlı olsun” demişti. Yetmedi katliamda ateşlerin içinde kalıp ölen aşağılık bir katilin adını da Sivas katliamında ölen şehitlerin adının yanına yazdırdılar. Nedir bu Alevilerin sizin gibilerdenden çektiği?
Konuşmasının devamında “Dert bizim yaptığımız veya yapacağımız toplantıyı adeta acaba nasıl sabote ederiz, bunun gayreti içerisindeler.” diyor. Bu doğru değil. Hiç kimse hiçbir şeyi sabote etmedi insanlar demokratik hakkını kullandı. Türkiye’de bu anayasal hakkı kullanmak isteyenler sürekli dayak, cop, gaz, hapis yediği için Erdoğan’a bir protesto hakkının kullanılması garip geliyor. Senin beğenmediğin, başbakanına “yuh” çektirdiğin o Almanya’da cemevleri “ibadethane” olarak tanınıyor. Kimse de kimseye inancı yüzünden hakaret etmiyor, saldırmıyor.
Konuşmanın devamında bakın ne rezillikler var: “Alevi vatandaşlarım lütfen iki yüzlü siyasetçilere prim vermesinler. Polisle çatışarak cam çerçeve kırarak masum insanların hatta çocukların ölümüne zemin hazırlayarak, hiçbir meselenin çözülemeyeceğini bilmeleri lazım.” şimdi de Alevilere “bebek katili” diyor şu iğrençliğe, kepazeliğe bak hele. Bir başbakan katliama uğramış mazlum insanlara “katil” diyor hiç utanmadan.
Bu da yetmiyor, aynı konuşmada şu tuhaf açıklamayı da yapıyor: “İşte şurada Soma’da yaşananlar. Yahu orada bile Alevi vatandaşlarımızı sağdan soldan toparlayıp Soma’ya getiriyorlar. Niye? Bu defa da Soma’yı karıştıracaklar.” Şu iddiaya bak hele! “Sağdan soldan Alevileri toplayıp” Soma’ya götürüyorlarmış. Bir ülkenin başbakanının böyle ucuz, çirkin, tiksindirici iftiralara başvurarak ülkesindeki bir inanç topluluğuna saldırması ne kadar mide bulandırıcı.
 “Biz yeni Burakcan’ların terörün içine sokulan yeni Berkin’lerin Okmeydanı’nda olaylarda ölen Umut’ların Ayhan’ların ölmesine yitip gitmesine tahammül gösteremeyiz” diyen Erdoğan, burda sanki ölümüne üzülür gibi yaptığı Berkin’e hiç utanıp sıkılmadan bir kez daha “terörist” diyor. Ölmelerine tahammül edemiyorsan bir iki gün önce nasıl “Neymiş Berkin Elvan’ı anacaklarmış… Ölmüştür, geçmiştir” şeklinde kan donduran açıklamalar yapan kimdi? Karar ver ölmüştür, geçmiştir mi ölmesine tahammül gösteremeyiz mi hangisi? Hem zannedersem onca gencin öldüğü Gezi protestolarında “Emri ben verdim” diyen senin ikiz kardeşindi. Hani sen ölmelerine tahammül edemiyorsun ya, sen yapmamışsındır. Bence sen şu kardeşinin kulağını çek, bir daha böyle emirler vermesin. Ha bir de söyle kardeşine sürekli nefret propagandası yapmasın, biliyorsun artık suç oldu.

24 Mayıs 2014 Cumartesi

“ÖLMÜŞTÜR GEÇMİŞTİR”


Erdoğan bakın ne demiş yine: “Hiç kaza olmaz diye bir anlayışa doğru demek yanlış olur. Sadece maden kazası için demiyorum, her şey için geçerli. Hayat risklerle doludur” Hani “kader”, “bu işin fıtratında ölüm var” diye sözler sarf etmişti ya… Onu az biraz yumuşatıp değiştirip tekrar servis etmiş Başbakan. Demek öyle demek “hayat risklerle dolu”, demek bu kadar kadercisin. O zaman neden bir koruma ordusuyla geziyorsun? Öyle ya “kader”de varsa ölürsün, “hayat risklerle dolu”. Parti reklamında sürekli “Ben lafa değil icraata bakarım” diyen siz değil miydiniz? O zaman senin de bu kaderci laflarına değil icraatına bakalım. Madem ne yaparsan yap risk var neden korumalarla geziyorsun? Kendin için hiç kader mader demeden tedbir alıyorsun, iş başkasına gelince tedbir almayıp suçu kadere yıkmak ne kadar tutarlı?
         
Erdoğan Soma’daki olaydan (haklı olarak) kendisini sorumlu tutanlara bakın nasıl kin kusmuş: “Dünyayı kendi oturdukları semtten ibaret bilirler. Lüks kafelerde otururlar, deniz gören yalılarında boğaza nazır villalarında otururlar. Ellerinde akıllı telefonlarıyla ahkam keserler, yalan söylerler.” Bir kere orda ölen işçilere sahip çıkanlar “dünyayı kendi oturduğu semtten ibaret bil”se orda ölenlere sahip çıkmazlardı. Bu laf kanıtsız, desteksiz, mesnetsiz, saçma sapan bir iddia. Hatta iddia bile değil tuhaf bir hezeyan. “Lüks kafelerde otururlar, deniz gören yalılarında boğaza nazır villalarında otururlar. Ellerinde akıllı telefonlarıyla ahkam keserler” lafına gelince… Sen küçük bir barakada oturuyor, kıt kanaat geçiniyorsun değil mi? Oğlunun bilmemkaç tane gemiciği, senin dudak uçuklatan bir servetin yok değil mi? Kıt kanaat geçiniyorsun vah vaah gözlerim yaşardı. Onlar ellerinde akıllı telefonla ahkam kesiyorsa sen de önünde prompterla ahkam kesiyorsun. “Yalan söylerler” meselesine keşke hiç gir meseydin. Muhalefetteyken KPSS’yi kaldıracağını, atama bekleyen öğretmen kalmayacağını söyleyen sendin. Yıllar evvel üçüncü köprü için İstanbul’un tek yeşil alanını yok etmek demek, diyen de sendin. Yalana hiç girmeyelim zararlı çıkan sen olursun. Dahası “Bir yoksul ailenin sofrasına diz kurup oturamazlar” demişsin ya çok komik. Onlar yoksul ailelerin sofrasında diz kırıp oturabilir ama sen… sen Erdoğan, sen o yoksulların semtinde korumasız gezemezsin. Korkarsın çünkü feci şekilde korkarsın. Soma’da gördük senin erkekliğini korumalarının arasında korkak bir şekilde insanları dövüp sövdüğünü.
         
“Birileri ölünce, ellerini ovuşturan bir zihniyet bizi anlayamaz” diyorsun. Birilerinin ölümüne üzülmek “ellerini ovuşturmak” mı oluyor? İnsanlar samimi olarak Soma’da ölenlere üzülemez mi? Belki sen ölenlere samimi olarak üzülmediğinden başkasının da üzülemeyeceğini düşünüyorsun. Soma’da ölen yüzlerce kişi için bu kadar rahatken elin Mısırlısı için kıyametleri koparıyordun. Kürsüden bas bas bağırıp programlarda salya sümük ağlıyordun Mısır’a bizim neden Mısırlı kadar kıymetimiz yok?
       
 Devamında iyice komikleşen Erdoğan “Kömürün çilesini çeken biziz, en zor işlerde ölümle burun buruna çalışan biziz. Biz oralardan geliyoruz, her an zaten oralardayız. Başbakanınız kömür ocaklarına inmiş bir başbakandır. Bakanlarım da kömür ocaklarına inmişlerdir, onlarla yemek yiyen bir ekibiz biz.” diye ipe sapa gelmez bir sürü laf söylemiş. Yahu sen ne zaman madenci olarak çalıştın da bizim haberimiz olmadı? Hangi ara maden işçisi oldun sen? Alt tarafı gezerken bir madencilerin yanına inip yemek yemişsiniz, bu da ne oluyor yani, kahramanlık mı? Bunu aman aman bir şey gören Başbakan az biraz evvel başkaları için “Oturup fakir sofrasında yemek yiyemez.” diyordu bir de. Bir de Yılmaz Özdil’e çatmış. Daha önceki yazımda yanıt verdiğimden tekrar üzerinde durmayacağım ama şu kadarını söyleyeyim: Yılmaz Özdil’in ironi yaptığını zeka seviyesi belli bir düzeydeki herkes anladığını düşünüyorum. Bu tarzda bir ithamın kasıtlı olarak yapıldığı açıktır.
         
Bakın Erdoğan konuşmasının ilerleyen kısımlarında ne diyor: “Neymiş Berkin Elvan’ı anmak için törenler düzenleyeceklermiş. Her ölüm hadisesinde bir tören mi düzenleyeceğiz. Ölmüştür geçmiştir.” İşte bu söz aslında her şeyi anlatıyor. Ölümleri polis şiddetiyle ölenleri, madendeki kazada ölenleri normal görüp kabullenmemiz, ses çıkarmamamız isteniyor. Her ölene tabii ki tören düzenlemeyeceğiz ama insanların ölümünde devleti yönetenlerin sorumluluğu varsa bunu hatırlatmak adına tören düzenlenmesinde değil hiçbir şey yapılmamasında asıl tuhaflık var.
       
 Zaten senin nasıl bir vicdanın olduğu yüzlerce işçi öldükten sonra hâlâ istifa etmemenden çalışma ve sosyal güvenlik bakanını, enerji ve tabii kaynaklar bakanını korumandan belli. Zaten senin içinde ne kadar insan sevgisi olduğu evladını yitirmiş bir anayı meydanlarda yuhalatmandan belli. Baskıda eziyette diktatörlükte askeri darbelerle iş başına gelenlere rahmet okutacak denli gemi azıya aldın. Şunu bil ki bu ülke senin tapulu malın değil. Artık kimse senden korkmuyor.

19 Mayıs 2014 Pazartesi

“ACIMIZA SİYASET KARIŞTIRMA” DİYEREK SİYASET YAPANLARA



    

Bir iktidar düşünün ki 12 senedir muktedir ve bu süre içinde madencilikle ilgili sürüyle yasa da çıkarmış. Bırakalım madenciliği her alanda taşeronluğu yaymış meşrulaştırmış. Ve eğer rakam artmadıysa senede 1.000 işçi ya da başka bir deyişle işbaşına geçtiğinden bu yana aşağı yukarı 12.000 işçi iş cinayetlerinde ölmüş. Soma’daki faciadan sadece 19 gün önce muhalefetin verdiği “mecliste komisyon kurulsun” teklifini reddetmiş. Faciadan 9 ay önce Enerji Bakanı madene bizzat gidip övgüler yağdırmış. Bu insanlar kâr hırsı nedeniyle bile isteye ölüme yollanmış. Şimdi katilin yakasına yapışmak isteyene “katil”e “katil” demek isteyene “Dur diyemezsin acıya siyaset karıştırma!” diyorlar.
       
         Bâzı g.t kıllarına şunu hatırlatayım ki bu laflarında çok ilginç bir paradoks var. “Acıyı siyasete alet etme” diyorlar ama bu sözü aslında siyasi bir amaçla söylüyorlar. Amaçları siyasi bir partinin bu faciadaki sorumluluğunu örtbas etmek. Bunu anlamamak için kendileri gibi zekâdan mahrum bir organizma olmak lazım. Biz adeta “Geliyorum!” diyen bu faciada kimi suçlayacağız? Gezicileri mi? 9 Ay evvel gidip madene övgüler yağdıran Geziciler mi? Madenin denetlenmesi, işçiler için güvenlik tedbiri alınması gerektiğini teklif eden önergeyi kim reddetti? Paralel yapı mı? Onu mu suçlayalım? Yıllar boyu bu “çalışma şartları”nın “kölelik şartları”na dönüştürülmesine ve taşeronlaştırmaya kim destek oldu “cehape zihniyeti” mi? Ulan kimi suçlayalım?
         
        Bir kere katile “katil” demeyi suç sayan güruha şunu hatırlatayım bütün yurt bu Soma Katliamı’nın acısını yaşarken Rıza Sarraf’ın yurtdışına çıkma yasağı kaldırıldı. Şimdi söyleyin kim acıdan rant sağlamış? Toplumca çabuk unutmak en kötü huyumuz şu balık hafızalarımızı bir tazeleyelim. 2011’de Çukurca’da 24 şehit verildi tüm Türkiye bu acıyla yas tutarken Deniz Feneri dolandırıcılığının sanıkları tam o sırada serbest bırakıldı? Şimdi bir kez daha sorayım kim acıdan rant sağlıyor?
       
         “Oturup ağıt yakın; ama kimsenin istifasını istemeyin. Sorumluların yargılanmasını talep etmeyin. Çünkü biz de acı çekiyoruz, acı çekerken istifa edilmez yargılama yapılmaz.” Diye bir tavır almak hangi akla, mantığa, insaf ve izana sığar söyler misiniz?
         
        Enerji Bakanı’nı haberlerde gördük salya sümük ağlıyordu. O kadar üzgünsen o kadar vicdanın rahatsızsa istifa et kardeşim. Neden istifa etmiyorsun? İşte şimdi göstermelik birkaç gözaltı var. Nihayet 6 gün sonunda 5 kişi gözaltına alınıp tutuklanmış. Tutuklanmasına tutuklanmışlar da işin asıl kaymağını yiyenler yani patron Alp Gürkan ve  Genel Müdür Ramazan Doğru gözaltına alınanlar arasında yok. Ha bu arada gözaltına almadıkları Genel Müdür’ün karısı AKP meclis üyesiymiş. Şimdi anladınız mı neden “acıya siyaset karıştırmak” gerektiğini? Ayrıca bu gözaltılardan da bir şey çıkmaz. Gezi protestoları sırasında elinde palayla etrafa saldıran pisliği de kurtardıklarını o kişinin halen hiçbir ceza almadığını, 17 Aralık rüşvet ve dolandırıcılık operasyonunda gözaltına alınan hiç kimsenin cezalandırılmadığını hatırlatırım. Bu da göstermelik. Başbakan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ve Çalışma Bakanı yargılanmadıktan sonra üç beş kişinin göstermelik yargılanması, neyi değiştirir, neye yarar ki?
         
        Taner Yıldız sanki enerji ve tabii kaynaklar bakanı kendisi değil de Yılmaz Özdil’miş gibi bize Yılmaz Özdil’i işaret ediyor ve onu cezalandırmamız gerektiğini söylüyor. Yılmaz Özdil bir canlı yayında işçi ölümleri için “müstahak” demişmiş. İlk başta duyunca bir irkiliyorsunuz ama yine de konuşmanın tamamını dinlemeden karar vermenin doğru olmadığını düşündüm ve konuşmanın tamamını dinledim. Yılmaz Özdil’e Başbakan’ın “Bu ölümler normal.” İfadesini nasıl karşıladığını soruyorlar. Özdil de “Evet Başbakan’a sonuna dek katılıyorum. Bu ölümler normal hatta müstahak.” Diyor. Burda Özdil bir ironi yapmış ama bunu çarpıtacak çaptaki düşünce yapısına sahip kullar ve kıllar haklı olarak bezelye kadar beyinleriyle bunu anlayamamış. Ya da konuşmanın tamamını dinlemeden Özdil’i infaz edecek kadar peşin hükümlü davranmışlar. Bir kısmının da bilerek ve isteyerek çarpıtmış olduğuna eminim. Bu kadar çok insan bir ironiyi anlayamayacak kadar gerizekalı olamaz. Taner Yıldız o kadar insanın ölümünün sorumlusu Özdil mi yoksa sen misin, önce onu bir anlayalım.
         
        Şu an Soma’da resmen adı konulmamış bir “olağanüstü hal” ilan edilmiş durumda. Araçlar şehir girişinde durduruluyor kimlikler, üst aramaları vs. Şehir dışından gelenlerin şehre girmesine izin verilmiyor. En ufak bir protestoya tomayla, gazla, copla saldırılıyor. Sadece Soma’da mı, Türkiye’nin her yerinde iktidar inanılmaz bir polis şiddetiyle gösterileri bastırıp sindirmeye çalışıyor. Ne güzel önlemler, tedbirler alınmış protestolara adeta göz açtırılmıyor. İşte bu önlemler “Geliyorum!” diye bağıran faciadan önce alınsaydı yüzlerce işçi ölmeyecekti.