25 Mart 2011 Cuma

BİR İLERİ DEMOKRASİ HAMLESİ DAHA…

Ergenekon soruşturması kapsamında 6 Mart'ta tutuklanan gazeteci Ahmet Şık'ın "İmamın Ordusu" adlı kitabını basacak olan İthaki Yayınevi'nin büroları 23 Mart Çarşamba akşamı saat 18.00 sıralarında Savcı Zekeriya Öz'ün talimatıyla basıldı. Her yer didik didik arandı. Kitabın nüshaları, evrak ve bilgisayarlar tek tek incelendi. Polisler kitabın yazılı kopyaları imha etti yetmedi, bilgisayarlarda bulunan kopyalar için de harddiskler götürüldü.

Fesuphanallah! Eskiden yayımlanmış kitap, yasaklanıp toplatılırdı da “Böyle demokrasi mi olur, bu resmen faşizm!” denirdi şimdi kitaplar daha yayımlanmadan toplatılıyor ve her ne hikmetse bazılarına göre yine de hükümetimizin demokratlığına halel gelmiyor.

Bakalım Başbakan Ahmet Şık’ın tutuklanması ve daha yayımlanmamış kitabın imhası için ne dedi: "Bunlar benim konum değil. Yargının konusu. Ellerindeki bulgular belgeler neticesinde ne çıkıyorsa üzerine gidiyorlar. Bunlar durup dururken olan şeyler değil. Bunun yürütme olarak bizimle ilgisi yok. Bunları bizler çıkarmıyoruz, yargı çıkarıyor. Olayı bu şekilde değerlendirmekte fayda var.” Bir de dönüp Erdoğan’ın 2008’de sarf ettiği sözlere bakalım… Baykal 2008’de Erdoğan’a Ergenekon operasyonları ile ilgili olarak: “Sen bu soruşturmanın savcısı mısın?” dediğinde Erdoğan “Evet savcıyız.” dememiş miydi? Bu ne perhiz ne lahana turşusu böyle? Önce kalk “Ergenekon’un savcısıyım.” de, ondan sonra bu dediğini gayet rahat unutup Ergenekon kapsamındaki tutuklamaların benimle ilgisi yok, de. Oh ne güzel! Dün “kara” dediğine bugün “ak” de. Ak Parti’nin ne kadar ak olduğunu, daha doğrusu ak mı yoksa kara mı olduğunu Başbakanın icraatları yeterince gösteriyor zaten.

Arıyoruz, tarıyoruz Ahmet Şık’ın neden tutuklandığını açıklayan düzgün bir şey yok. İçeri tıkılan adam daha neyle suçlandığını bilmiyor. Sonra daha yargılanmadan tutuklanıp hapse koyulmak da neyin nesi daha insanın suçlu olduğu kanıtlanmadan onu cezalandırmak da ne demek oluyor? Bu kadar kolay mı yani? Muhalif olduğu için insan bu kadar rahat mı içeri tıkılır? Türkiye’de hukuk mu var guguk mu belli oluyor. Katiller, tecavüzcüler ufak tefek cezalarla yırtarken (En basit örnek H. Üzmez. Ayrıca bkz: 13 yaşındaki çocuğa tecavüz eden 26 kişinin “iyi hal” indiriminden yararlanması) neyle suçlandıkları bile belli olmayan insanlar tutuklama adı altında aylarca hatta yıllarca hapis yatıp yargılanmadan cezalandırılıyor.

Yahu artık hükümetin adamı Arınç bile tutup: “Bu çok şık bir olay değil. Henüz basılmamış bir ürüne el konulmasını fevkalade üzücü buluyorum. Bir kitaptan dolayı böyle bir eylem ve faaliyet yapılmasından gerçekten üzüntü ve endişe duyduğumuzu şahsen ifade etmek istiyorum” demek zorunda kaldı. Hükümet kanadından bir başka yetkili Devlet Bakanı Hayati Yazıcı: “Sadece isimsiz-imzasız ihbar, gizli delille tutuklama olmaz. Hukuk devletinde kişinin, neyle suçlanıyorsa sebebini, suçlamayla alakalı delilleri bilmek hakkıdır” dedi. Ama bu laflar ne kadar samimi? Bakalım ileriki günler nelere gebe tutuklamalar devam eder ve bu tür tutuklamaları ayıplayan demeçlerle de yetinilirse bu da bize faşizan uygulamalar karşısında hükümetin ne kadar “ak” olduğunu gösterecek.

24 Mart 2011 Perşembe

JAPONYA’DAKİ FELAKETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Japonya’da depremden sonra Fukuşima Daiçi Nükleer Santrali'nde patlama meydana geldi ve 1 numaralı reaktör bir türlü soğutulamadığından tehlike 4’ten 5’e yükseltildi. En yüksek seviye ise 7. Yani Japonya için belki de çok büyük bir felakete iki adım var. Japonya’da santral çevresinde üretilen sütte ve ıspanakta anormal radyoaktivite değerleri tespit edildi. Japonya’da vali üreticilerden ıspanak biçmeyi ve teslimatını durdurmalarını istedi. Hani yani hiçbir Japon politikacı basın toplantısı düzenleyip de çubukla ıspanak yiyip aha ıspanakta radyasyon yok, demedi. Bizde Çernobil sonrası elinde çay bardaklarıyla gazetelere poz verenlerin yaptığı rezaletin Japonya’da olması beklenemezdi zaten.

Bu arada tüm çalışmalara rağmen felaketin önü alınamıyor santralden yayılan radyoaktif serpinti bırakalım Japonya’yı, California sahillerine ulaştı. Eğer soğutma çalışmaları başarısız olursa Japonya’yı bir nükleer patlama bekliyor. Bu da yalnız Japonya’yı değil çevre ülkelerini de etkileyecek.

Japonya bu, olağanüstü teknolojisi var. Bir süper güç… Orada dahi nükleer santralin böyle tehlikeli durumlar yarattığını görüyoruz. Sadece Japonya mı? ABD bir başka süper güç, yıl 1979 ABD’de Three Mile Island nükleer kazası yaşanıyor. Sonuç mu? ABD otuz yıldır yeni nükleer santral kurmuyor. Geçen ay Obama Georgia eyaletine iki nükleer tesis kurulması için 8,3 milyar dolar kredi sözü vermişti. Ama Japonya’da ortaya çıkan kaza bu durumu değiştirecek gibi. Ne de olsa son sözü Obama değil “Nükleer Düzenleme Kurulu” söyleyecek. Aslında böyle şeylere bizdeki gibi politikacılar karar vermemeli. Doğru olan elbette bilim adamlarından oluşan bir kurulun bu konuda karar vermesidir. Gel gör ki bunu söylemek deveye “Neden boynun eğri?” diye sormak gibi oluyor.

Çok uzağa gitmeye gerek yok ABD’den coğrafi olarak daha yakın bir ülkeye gözümüzü çevirelim, tarih de 70’ler değil, daha yakın 80’ler… SSCB bir başka süper güç… Dünya hakimiyeti için ABD’ye kafa tutabilen bir dev… 1986’da Çernobil faciasını yaşadı ve yaşattı ki bundan Türkiye de etkilendi. Karadeniz Bölgesi’nde 80’lerde epey bir sakat doğum gerçekleşti Çernobil faciasının etkilediği ebeveynlerden doğan çocuklar… Bakmaya yürek dayanmaz.

Peki tüm bu olaylardan ders çıkarmak yerine Türkiye’de bugün ne yapılıyor? Mersin Akkuyu’da ve Sinop’ta Nükleer santral inşası için kollar sıvanıyor. Bütün itirazlara, bütün “İstemiyoruz!”lara ve bütün karşı çıkışlara kulaklar tıkanmış durumda. Halkın isteyip istememesi ne gam!... Büyüklerimiz istiyor ya o yeter. Başka şeye benzemez insan hayatı, hayat bu şakaya gelmez. Hükümete seslenmeyeceğim, hükümetimizin başında Kaddafi gibi birinin elinden İNSAN HAKLARI ödülü alan Erdoğan var. Zaten en ufak bir muhalefette gaz bombası, dayak, gözaltı ve tutuklamayı kendi vatandaşlarına reva gören bir hükümetimiz var. Muhalefete ve sivil toplum kuruluşlarına seslenmek istiyorum. İyi, güzel AKP’yi başka konularda eleştirin; ama arada şu nükleer santrallere de sesinizi çıkarın. Türkiye ne ABD’ye benzer ne de Japonya’ya. İşte İzmit insanlar kanserin pençesinde. Göz göre göre Dilovası halkı kırılıyor ve yetkililer bunu seyrediyor. Bu insana ve insan yaşamına değer veren hangi ülkede yaşanabilecek bir durumdur? Ülkemizde insan hayatının zerre kıymeti yok. Bala naftalin katan, sucuğa dananın sinirlerini kıyıp koyan, peynir yerine palmiye yağı satan, metil alkolle yapılan rakıdan insanların öldüğü ya da kör kaldığı, kimi okul kantinlerinde satılan yiyeceklerin öğrencileri zehirlediği, askere deli dana hastalığı taşıyan etlerin yedirildiği bir ülkeyiz. Tüm değerleri çürümüş bir toplumda insana değer verilir mi ki? Burda yaşanacak olası bir nükleer kazayı düşünemiyorum bile.