30 Ağustos 2009 Pazar

ALEMLERE RAHMET OLARAK GÖNDERİLEN RESULULLAH

İslam’da Kuran’dan sonra en değerli kaynak nedir? Buhari Hadisleri. İslâm’da Buhari hadislerinin en güvenilir kaynak olduğunu tartışmak abesle iştigaldir. Bakalım sahih bir hadise göre Resulullah hazretleri çobanını öldürüp devesini çalmaya çalışan hırsızlara ne ceza vermiş?

Fasıl : KİTÂBÜ`L-VUDÛ`
Konu : Kısas
Ravi : Enes b. Mâlik
Başlık : HÂRRE VAK`ASI
Hadis : Şöyle demiştir: Ukl veya Ureyne kabîlelerinden bâzı kimseler (Medîne`ye) geldiler. (Tutuldukları) mîde ağrısından (veya istiskâ hastalığından) dolayı Medîne`de ikâmet etmek istemediler. Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem (Beytü`l-mâl-i Müslimîne âid) sütlü develerin bulunduğu yere gidip develerin bevillerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. (Oraya) gittiler. Sıhhat bulunca Nebiyy-i Ekrem salla`llâhu aleyhi ve sellem`in çobanını öldürüp ve develerini önlerine katıp götürdüler. Bu haber sabah vakti geldi. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem) arkalarından (adam) koşturdu. Gün yükselince herifleri getirdiler. (Resûlu`llâh salla`llâhu aleyhi ve sellem kısâs olarak) ellerinin, ayaklarının kesilmesini emretti. (Bu cânîlerin) gözleri de oyulup Harre (denilen yere) atıldılar ki (ölünceye kadar) su istediler de kendilerine su verilmedi.
HadisNo : 172

Şimdi burada adamlar çobanı katletmiş elbette öldürülmeleri kısas gereği denilebilir. Fakat Muhammed bu işi kalplerine kılıç saplayarak ya da başlarını kestirerek yapabilirdi. Kollarını ve ayaklarını kestirip gözlerini oydurup güneşin altında ölüme terkedilmeleri nasıl bir insafa sığar? Her nedense davranışlarını hadislere göre ayarlayan ( Mesela günde 5 vakit namaz hadis üzeredir. Kuran’da namaz günde üç vakittir) hadislere uygun yaşayan Müslümanlar bu tarz işlerine gelmeyen hadisleri büyük bir rahatlıkla reddedebiliyorlar. Ama “yok yok” demekle yok olmuyor işte. Artık 21. yüzyıl kafası 21. yüzyıl aydınlanması bir şeyleri değiştiriyor internetin de sayesinde dinlerdeki vahşeti ve pisliği gören insanların sayısı gün geçtikçe artıyor Turan Dursun öldü ama ardından binlerce Turan Dursun yetişti. Dinler tarihin çöplüğünü boylayacaktır bloğumda sildiğim küfürlü mesajlar da can çekişen bir dinin inanırlarının ağzından çıkan son feryatlarıdır. Devam edin küfürlerinize bu ancak beni daha da motive edecektir.

25 Ağustos 2009 Salı

23 Ağustos 2009 Pazar

MUHAMMED KURAN'I NASIL YAZDI?

Muhammed’in vahiy kâtipliğini yapanlar genellikle eski Hıristiyan ve Yahudilerdi. Bunlar Muhammed’e kendi dinlerine dair her şeyi öğretirdi. Bunlardan, Bel'am, Yeiyş, Abisâ, Yesara, Cebra, Selman Farisi, Abdullah bin Selam en bilinen yardımcılarıdır. Muhammed’in ayrıca ticaret yaptığını Suriye’ye gittiğini kervanlara komuta ettiğini ve gezip gördüğü yerlerde de din alimlerinden çok şey öğrendiğini de düşünürsek onun eski mitolojilere değişik dinlere aşinalığı olduğunu fark edebiliriz. Zâten Mekke ahalisi de bunun farkındaydı. Muhammed’in Allah’tan indiğini iddia ettiği Kuran ayetlerine eskilerin masalları diyorlardı ki bu Kuran’da da yazar:

ENFAL SURESİ : 31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!"

FURKAN SURESI : 5 Dediler ki: "Öncekilerin masallarıdır bu. Birilerine yazdırdı onu. O ona sabah-akşam birileri tarafından yazdırılıyor."

Şimdi bir de Nahl 103’e bakalım: And olsun ki: 'Ona elbette bir insan öğretiyor' dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kuran ise fasih Arapça'dır.

Elmalılı’nın Nahl 103 tefsirinden yaptığım alıntıya da bakalım:
Mekke'de Amir b. Hadra'mî'nin "Cevrâ" veya "Yeîyş" adında Rum asıllı bir kölesi varmış, okuma-yazma bilirmiş ve kitap ehli imiş. Herkesi İslâm'a davet eden Allah'ın elçisi bazen Merve'de onu meclisine alır konuşurmuş. Kureyş müşrikleri buna kızar, Kur'ân'ı Muhammed'e bu hıristiyan öğretiyor diye alay etmek isterlermiş. Bir de Cebrâ ile Yesâra adlarında iki Rum, Mekke'de kılıç yaparlar, aynı zamanda Tevrat ve İncil okurlarmış, Hz. Peygamber arasıra bunlara uğrar, okuduklarına rast gelirse dinlermiş. Bazıları da bunu bahane etmek istemişler. Bir de Huveytıb b. Abdü'l-'Uzzâ'nın kölesi Abisâ kitaplara sahib imiş, müslüman olmuş, bunu gören müşrikler, "İşte Muhammed'e bu öğretiyormuş" demeğe kalkışmışlar. Bir de Selmân-ı Fârisî'den bahsedilmiştir.

İşte Nahl 103’te Muhammed Kuran’ı bu kişilerden öğrendikleriyle yazdırdığını inkâr ediyor ve Rumların dilinin yabancı olduğunu oysa Kuran’ın Arapça olduğunu söylüyor. İyi güzel de bu adamlar hiç Arapça bilmese bile yıllarca Kervanların başına geçen Rumlarla ticaret yapan Muhammed Rumca bilmiyor muydu? Üstelik tefsirde Muhammed’in Yeiyş ile konuştuğu ve Cebrâ ile Yesâra’nın Kuran ve Tevrat okumalarını dinlediği yazılı. Muhammed herhalde okunanları anlıyor ki gidip dinliyor. Temel alınan kaynağın da bir Müslüman tarafından yazılmış olan tefsir olduğuna dikkati çekeyim.

Abdullah b. Selâm, Medine Yahudilerinin ileri gelen âlimlerinden biri idi. Büyük bir âlim olan babası Selâm'dan birçok şeyle birlikte, Tevrat'ı ve tefsirini de öğrenmişti. Şimdi İslami bir siteden yaptığım alıntıya bakalım:
Medîne'de bir takım Yahûdî topluluğu Resûlullaha gelerek dediler ki:

- Senin getirdiğin dinde recm var mıdır?

Resûlullah efendimiz de onlara sordu:

- Recm cezâsı hakkında Tevratta ne yazıyor?

- Tevratta recm cezâsı yoktur.

Abdullah bin Selâm Yahûdîlere dedi ki:

- Yalan söylüyorsunuz! Tevratta recm âyeti vardır.

Bunun üzerine Tevratı getirip açtılar. Yahûdîlerden birisi elini recm âyetinin üzerine koyarak bundan önceki ve sonraki âyetleri okumaya başladı. Abdullah bin Selâm ona:

- Elini kaldır! dedi.

O da elini kaldırınca recm âyeti göründü. O zaman Yahûdîler dediler ki:

- Ey Muhammed! Abdullah bin Selâm doğru söyledi. Tevratta hakikaten recm âyeti vardır.

Bayağı ilginç Muhammed cevap vermek yerine neden Tevrat’ı soruyor, bu bir kenara Muhammed’in hemen yanında olan kişilerden biri Abdullah bin Selam’ın Tevrat bilgisinin ne kadar iyi olduğunu da görüyoruz. Abdullah bin Selam da babası gibi din alimi bir Yahudi’ydi.

Selman Farisi ise önce Zerdüşt bir İranlıydı daha sonra Hıristiyan olmuştu en sonunda Müslüman olan Selman’ın Muhammed’e çok faydası dokunmuştu. Zerdüştçülük dininin peygamberi Zerdüşt’ün de tıpkı Muhammed’in miracı gibi kalbini yıkayan bir melekle göğe yükseldiğini hatırlatmakta fayda var. Selman Zerdüşt dinini ve Hıristiyanlığı çok iyi bilirdi. Bilgisi ve ilmiyle çokça övülen Selman’a ve ekibin diğer üyelerine Muhammed çok şey borçludur.

11 Ağustos 2009 Salı

KURAN'DA MUHAMMED'İN KONUŞTUĞU AYETLER

Kuran’ın içindeki çelişki ve mantıksal tutarsızlıklar onun tanrı katından gelen bir kitap olmadığını pekâlâ ortaya koymaktadır bundan başka bir de Kuran’da bazı yerlerde Muhammed gaf yapmıştır ve Allah değil de Muhammed’in konuştuğu bariz bir şekilde ortadadır.

EN'ÂM – 114’e bakalım mesela. Diyanet İşleri’nin eski bir çevirisine bakalım önce:
“Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?' Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!”

Burada gördüğünüz gibi Allah’tan 3. şahıs olarak bahsediliyor. Ayrıca “O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?” diye konuşanın da Allah değil Muhammed olduğu apaçık ortadadır. Diyanet daha sonra Kur’an üzerine tartışmalar vs. olunca bu gerçeği gizlemek için bakın ne yaptı. Kuran çevirisinde tahrifat! Evet sırf Kur’an’daki bu açığı kapatmak için Kur’an’da olmayan kelimeleri sureye parantez içerisinde ekleme yoluna gidildi:

“Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.”

İşte ayetin orijinali, okunuşu ve kelime kelime anlamı:

أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا ۚ وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ
يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ

E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassala(mufassalan), vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne).

1. e fe gayre allâhi : artık, Allah'tan başka mı
2. ebtegî : arayayım, arıyorum
3. hakemen : bir hakem, hüküm veren
4. ve huve ellezî : ve o ki
5. enzele : indirdi
6. ileykum : size
7. el kitâbe : kitabı
8. mufassalan : açıklanmış olarak
9. ve ellezîne : ve onlar ki
10. âteynâ-hum : onlara verdik
11. el kitâbe : kitap
12. ya'lemûne : biliyorlar
13. enne-hu : onun ..... olduğunu
14. munezzelun : indirilmiş
15. min rabbi-ke : senin Rabbinden
16. bi el hakkı : hak ile
17. fe : o halde
18. lâ tekûnenne : sen sakın olma
19. min el mumterîne : şüphe edenlerden

Görüldüğü gibi ayette “de” kelimesi yok.

Peki söz konusu olan sadece EN'ÂM – 114 mü? Şimdi Diyanet’in TEVBE – 30 mealine de bakalım:
“Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” Aceba bu ayette “Allah onları kahretsin!” diye beddua eden Allah mı yoksa Muhammed mi?

Gelelim Hûd suresine… Hûd suresinin ilk iki ayetinin eski çevirisine bakalım:
“Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hakim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap'dır. Ben size, O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.”
Bu Diyanet’in eski mealidir. Görüldüğü gibi burada da Allah değil Muhammed konuşuyor. Diyanet bu ayetteki tuhaflığı da fark ediyor ve daha sonra yukarıdaki kırmızıyla yazılan cümlenin başına parantez içinde bir “de ki” ekliyor ki ayetin orijinalinde bu “de ki” yok.

ZÂRİYÂT suresi 50. ve 51. ayetlerin mealine bakalım şimdi de:
“O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı Allah’ın kendisi mi Muhammed mi işte Muhammed bu ayetlere de “de ki” koymamış ve Diyanet henüz buralardaki sakatlığa ayıkıp “de ki” eklememiş.

MUNÂFİKÛN – 4’e de bir bakalım:
“Onlara baktığın zaman cüsseleri hoşuna gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin; tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler; her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar; onlar düşmandır, onlardan çekin; Allah canlarını alsın, nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar.”
Burda da “Allah canlarını alsın” diye konuşup beddua eden şüphesiz ki Allah değil Muhammed.

Gelelim TEBBET – 1’e:
“Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.”

Allah beddua edemeyeceğine göre bu sözde Muhammed’e ait. İşte Kuran’da Tanrı sözü olmadığı kesin olan ayetlerden bir demet.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

8 Ağustos 2009 Cumartesi

SALİH'İN DEVESİ

Salih peygamberin Semud kavmine gönderilişi ve kavmini bir deve vasıtasıyla imtihan edişini anlatmadan önce Salih peygamberin bu imtihanının Kuran’da kaç kez anıldığına bakalım. Bu olay Kuran’da altı ayrı surede tam altı kez anlatılır. Bu sureler: Araf, Şuara, Hud, İsra, Kamer ve Şems sureleridir. Malumunuz olduğu üzere Kuran’ın yazılışı 22-23 yıl sürmüştü, belki de bu süre içinde Muhammed Salih’i ve mucize devesini anlattığını umutup tekrar tekrar anlatmıştır yoksa böyle bir şeyin neden altı kez anlatıldığını başka türlü açıklamaya çalışmak ancak aklını cebine koyup Kuran’daki bir mantık dışılığa kılıf uydurmadır.

Bakalım şimdi şu Salih’in mucize devesi Araf suresinde nasıl geçiyor:
Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab yakalar" dedi. (73)
• "(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." (74)
• Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. (75)
• Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (76)
• Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vaadettiğin şeyi getir, bakalım." (77)
• Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (78)
• O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz." (79)

Diğer surelerde de olay ancak bu kadar anlatılır. Şimdi Kuran her ne kadar apaçık bir kitap olduğu çeşitli defalar vurgulanmış olsa da bu ayetlere bakıp olayı tam olarak anlamak mümkün değil. Mesela deve neden bir mucizedir deve her yerde görülebilen bir hayvanken bu olaydaki devenin mucize oluşu nerden kaynaklanır? Buna Kuran’da bir cevap bulamayız. Bu yüzden Araf suresini anlamak için İbn Kesîr’in tefsirine bakmak lazımdır. Tefsir bildiğiniz gibi hadislere dayanarak yapılmaktadır. Ve İbn Kesîr’in tefsiri okununca bu sure anlaşılır olmaktadır.

İbn Kesîr’in tefsirine göre kavmi Salih’ten kendilerine bir mucize göstermesini isterler. İstedikleri mucize de şudur, bir kayayı gösterirler işte bu kayadan karnı aç ve on aylık gebe bir deve çıkarsa sana inanırız, derler. İşin tuhaflığına bakın, istenen mucizeye bakın; mucize istesem ne bileyim bir hayvanı konuştur derim, gökten taş yağdır derim, ağzından alev çıkar derim ama kırk yıl düşünsem kayanın içinden deve çıkar demek aklıma gelmez. Ayrıca neden deve gebe olacak onu da anlamış değiliz. Her neyse devam edelim. Salih kalkıp namaz kılıyor, dua ediyor sonra da kaya hareket etmeye başlıyor ve yarılıyor kayanın içinden on aylık hamile bir deve çıkıyor. Deve daha sonra yavrusunu doğuruyor bir gün deve bu kavmin kuyusundan su içiyor bir gün de Semud kavmi o kuyudan faydalanıyordu. Devenin kuyudan su içtiği gün semudlular deveyi sağıp devenin sütünü içiyorlardı. Bir gün kuyuyu bir gün deveye verip bir gün kendileri kullanmak yerine her gün kuyuyu kullanmak için deveyi boğazlamaya karar veriyorlar. Ve bir gün Semud kavminden dokuz kişi devenin sudan dönüşünü bekliyorlar ve sonra da deve görününce saldırıp onu boğazlıyorlar. Yavrusu kaçıyor fakat peşine düşüp annesiyle birlikte onu da boğazlıyorlar. Salih deveyi boğazladıklarını görünce ağlıyor ve “Yurdunuzda üç gün daha kalın…” diyor. Deveyi öldürdükten sonraki ilk gün tüm Semud kavminin yüzleri sapsarı oluyor; ikinci gün yüzleri kıpkırmızı olur; üçüncü gün ise yüzleri kararıyor; dördüncü gün “Güneş doğdu ve gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Canları çıktı ve bir saat içinde hepsi helak oldu.”

Her şeyden önce kayanın yarılıp içinden deve çıkması bir saçmalık, suratlarının üç gün boyunca Almanya bayrağının renklerine bürünmesi (sarı, kırmızı, siyah) ayrı bir zırvalık en az bunlar kadar saçma olansa kayanın içinden deve çıkaran adamı dinlemeyip hiç korkmadan deveyi öldürebilmeleri. Bir masal kitabı için bile bu kadar saçmalık fazla günümüzden 14 asır evvel çölde yaşayan cahil insanlar Kuran için “eskilerin masalları” diyor. Bu Kuran’da bile geçer:

ENFAL SURESİ : 31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!"

KALEM SURESİ : 15 Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!"


Yazık ki 14 asır önce sağlıklı bir beynin düşünebildiğini din afyonu yemiş 21. yüzyıl beyni idrak edemiyor ve Kuran denen masal kitabına iman ediyor.