14 Haziran 2014 Cumartesi

AH, BİZİM BU ORTADOĞU KAFAMIZ!


        Tipik Ortadoğu politikacısı böyle ouluyor işte… Halka bir şey vaat etmek yerine, kendisinin bâzı meziyetlere sahip olduğunu iddia etmek yerine siyasi rakibinin ne kadar kötü olduğunu anlatmaya uğraşır ve o şekilde oy toplamaya çalışır. Aslında “rakip” yanlış kelime. Batıda siyasi yelpazenin değişik taraflarındaki liderler rakiptir ama Ortadoğu’da bunlar rakip değil, “düşman”dır. Bu gelenek kendi kendine olmadı elbette, elbette ki bunun bazı sebepleri var. Bu Ortadoğu halklarının genetik değil kültürel mirasından kaynaklanıyor.
        Bir lider düşünüm siyasi muhattabının dili sürçmüş, bir eleştiriyi yöneltirken yanlışlıkla “karısı” yerine “annesi” demiş. Der demez de yanlışını fark edip “Pardon, pardon! Allah rahmet eylesin! Pardon!” diye düzeltmiş. Bu liderin davranışı insanî bir davranış insanî bir hata. Peki diğer liderin buna cevabı ne olmuş: “Bu kadar adilik, alçaklık olamaz!” başka ne demiş: “Adisin, seviyesizsin! Terbiyesiz herif!” Bitmedi: “Bu kadar adilik, pespayelik olur mu?” Seviyeye gel! Bu mu senin beklediğin seviye şu başkasına “terbiyesiz” diyenin yaptığına bak. Şu konuşmadaki seviyeye bak. Muhtemelen bir Avrupa ülkesinde böyle konuşan bir başbakanı iki tane beyaz önlüklü adam, ters gömlek giydirip psikiyatri kliniğine kaldırır ve o başbakanın siyasi hayatı biter. Ama bizde bu liderin bu lafları alkışlanıyor. Bu sözlerin bir kalabalığa meydanlara hitap ederken hem de bir başbakan tarafından sarf edilmesi başlı başına bir facia, bir patalojik vakayken, meydanların bu galiz küfürleri alkışlaması ayrı bir garabet, ayrı bir pataloji.
        Sadece bu mu? TV de canlı yayın sırasında bağıra bağıra “Hüğğyk, hığyk, ühüğerkh!” diye sesler çıkararak ağlayan bir başbakan. Çok etkileniyorsan git evinde ağla, evde dilediğin kadar ağla ama tüm dünyanın izlediği bir sırada, kameraların karşısında sen bunu nasıl yapıyorsun? Ülkenin itibarını ne hale düşürdüğünün farkında mısın? Bu davranış da bir Avrupa ülkesinde hem alay konusu olur hem de o kişinin siyasî hayatının bitmesine sebep olur. Bizde ne oluyor, lidere puan kazandırıyor. Zaten Erdoğan dozajı iyi ayarlayamadı, sesi tuhaf dayak yemiş çocuk sesi gibiydi. Yapmacık ve zorlama olduğu her halinden belliydi.
        Bir lider bırak bir Avrupa ülkesini, ortalama demokrasiyi hazmedebilmiş bir ülkede kendini protesto edene korumalarının arkasına saklanarak dayak atıyor, üstüne korumalarına dövdürüyorsa o lider artık bitmiştir. “İsrail dölü” kelimesini kullanıyor üstelik. Zenofobiye gel! Sadece bu da değil, bu sene martta Yenikapı’da miting öncesi helikopterle miting alanınad tur atıyor. İnsanlar liderlerine bakmak için kafalarını yukarıya kaldırıyor. Erdoğan helikopterden emir veriyor aşağıdaki kalabalığa: “Arka kısımda dışarda kalanlar var, biraz yer açın! Bayanlara yol verin!” Bu sözler neden helikopterden söyleniyor, neden biraz sonra kürsüye çıkıp konuşacağı alanda helikopterle tur atıyor? Tabii ki halkı aşağılamak, kendinin onlardan ne kadar yüksek ve yüce olduğunu göstermek için. Ama konuşmasını prompterdan okurken prompter bozulunca dut yemiş bülbüle dönen Erdoğan bunu akıl edecek değil tabii ki beraber çalıştığı reklemcılar, propagandayı ve insan psikolojisini iyi bilenler akıl ediyor bunu. Geride bir tiyatro hazırlanıyor ve sahneye konuluyor, kim bu tiyatroda iyi oynarsa halk gidip ona oy veriyor.
        Oysa bir siyasi partiye verilecek oy, tiyatronun performansına göre değil o partinin yaptıklarına göre olmalı. Bir işçinin muhafazakâr bir partiyi desteklemesi akıl alır şey değildir. Çünkü muhafazakâr parti işçiyi ve işçinin çıkarlarını değil patronları düşünür, onları kollar. Ama bu fikir sağlıklı düşünen insan fikridir, Ortadoğu’da halkın inanılmaz çoğunluğu büyük bir kafa karışıklığıyla  gider kimin tiyatrosunu beğenirse ona oy verir. Eh biat kültürüyle yetişen, aşağılanmaya bayılan insanlara da böyle yukarıdan talimatlar vereceksin ki etkileyebilesin.
        Biz bu sağlıksız davranışları bu garip ruh halini neden sergiliyoruz? Çünkü biz demokrasinin ne olduğunu bilmiyoruz. İlkokul çocuğuna sor “Demokrasi nedir?” yıllarca papağan gibi tekrarlatılıp ilkokuldan belleğimize kazınan şu zırvayı söyler: “Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir.” Peki halkın kendi kendini yönetmesi nedir? Bunu açıyor muyuz, açıklıyor muyuz, eh az biraz. O da neymiş diyince: “Halk temsilcisini seçer temsilci de halkı yönetir.” Diye bir cevap. Şimdi bu demokrasi mi oluyor? Temsil sistemi iktidarı halkın elinden alıp vekillere devrediyor ve onlara “dokunulmazlık” adı altında bir tür suç işleme, hırsızlık yapma özgürlüğü veriyor. Sokakta yürümek demokratik bir hak talep etmek “suç” olarak görülüyor ve dayakla, copla, gazla, hapisle cezalandırılıyor. Siyaset toplumüstüleştiriliyor ve toplumun taleplerini dile getirmesi yasaklanıyor. Toplum sadece sandığa gidip mühür basacak, gerisine karışmayacak. Bu demokrasi değildir, seçimler yapılsa da sonuçta iktidar halkın elinden alınmıştır. Demokrasiden anladığımız şu an için başa gelecek tiranı seçmektir. Oysa başa gelenin sınırsızca diktatörleşip her türlü baskıyı kurduğu yerde demokrasi olmaz. İşte demokrasinin ne olmadığını kavradığımız an ne olduğunu anlamak için zahmet etmemize hiç gerek kalmayacak.
       

Hiç yorum yok: