24 Aralık 2011 Cumartesi

SİZ BU MİLLETİN ŞEYİNİN BEKÇİSİ MİSİNİZ?

Aslında bu biraz gecikmiş bir yazı. Malum gündem çalkantılı önemli olaylar oluyor bize de yazmak düşüyor. Ekimde bir düğün olmuştu. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü görevini yürüten Murat Karakaya, Çiğdem Çiğnitaş ile evlendi. Şahitliğini Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt'in yaptığı nikahı, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek kıydı. Nikahta ilginç bir konuşma geçti. Arınç, şunları söyledi:

‘Genel müdür olarak ataması yapıldıktan sonra evli olup olmadığını ihtiyaten sordum, 'bekarım' deyince samimi olarak pişmanlığımı ifade ettim. 'Senin bekar olduğunu bilseydim seni genel müdür yapmazdım' dedim. Meclis Başkanlığım sırasında da gençlerin mutlaka evlenmesinin, güzel bir aile kurmasının çok önemli bir sorumluluk olacağı inancındaydım. O da söz verdi, ben de takip ettim. Çok şükür verdiği sözü çok güzel tuttu. Yine çok güzel bir ailenin, çok hanımefendi kızıyla nişanlandılar. Kısmet oldu istemeye gittim, nişanlarına da gittim, bugün de nikahlarına katıldım.’

Hani bir söz vardır: ‘Şecaat arz ederken merd i kıpti sirkatin söyler.’ derler. Yani Çingene marifet göstereyim derken hırsızlığını söyler. İşte Arınç da marifet göstereceğim derken burada kabahatini söylüyor. Bir insanın özel hayatına uçkuruna varana kadar müdahale ediyor. Sana ne o adamın özel hayatından, sana ne geceleri yatağında yanında bir kadınla ya da yalnız yattığından? Karakaya da ilginç bir tepki vermiş hani. Benim evli ya da bekar olmam beni ilgilendirir, diyeceğine evleneceğine dair söz vermiş. Demek Arınç bir göreve işini iyi yapan, akıllı, çalışkan ve bekar birini atamak yerine; iş bilmez, tembel, kör cahil bir evliyi atamayı tercih eder. 'Senin bekar olduğunu bilseydim seni genel müdür yapmazdım' sözü bunu gösteriyor. Hatta evliler arasında da ayrım yapıp karısı başörtülü olanı tercih ediyorlar. Bu derece ayrımcı, kayırmacı; bu derece ülkeyi eşe dosta dağıtan bir kafa yapısı görülmemiştir.

Zaten Arınç kafayı cinselliğe sekse takmış, hem de ne takmış aklında seksten başka şey yok, desek yeridir. İçki yasağıyla ilgili bir soruya: ‘Hayat içkiden, seksten ibaret değil.’ Diye yanıt vermesinden tut. İnternet yasaklarıyla ilgili konuşan TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner için ‘Boyner ya da öyle düşünenler iktidara gelirse, porno sitelerini serbest bırakabilirler’ demesine kadar kafayı sekse takmış. Özgürlüğü pornodan ibaret zanneden, her mevzuda dönüp dolaşıp lafı sekse, uçkura getiren Arınç’a iyi bir tedavi şart. Zaten Boyner de Arınç’ın demecindeki bu inanılmaz sorumsuzluk ve seviyesizlik karşısında: ‘Sayın Arınç’ın bireysel özgürlükler ve özel hayatın sınırlandırılması konusundaki eleştiriler söz konusu olduğunda, bu konuyu doğrudan cinsel istismar, porno ve şiddet ile bağdaştırması sağlıksız düşünce yapısını ortaya çıkarmaktadır.’ diye çok doğru bir laf etmişti.

AKP’nin lider kadrosu kafayı hastalıklı bir şekilde cinselliğe takmış durumda Başbakan birkaç sene evvel Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde kadın kollarına yönelik bir konuşma yapmış ve kadınlara en az üç çocuk doğurmalarını buyurmuştu. Bir sürü kadın da Erdoğan’ı avuçları patlarcasına alkışlamıştı. Kafasında birazcık akıl kırıntısı içinde zerre kadar onur bulunan bir kadın bilmem bu çirkin, kerih ve galiz konuşmayı alkışlar mı? Yazıklar olsun! Orada bir erkek sorumsuzca sizin bedeniniz üstünde hak iddia ederken siz güya kadınlar alkışlıyorsunuz. Rahat bırakın milletin uçkurunu, el alemin şeyi üzerinden siyasi rant sağlamak da ayıp tıpkı İslami motifleri kullanarak siyasi rant sağlamak gibi.

FÜZE KALKANINDAN YAYILAN PİS KOKULAR

Edirne'de çadır kurarak Türkiye'ye füze kalkanı kurulmasını protesto eden ve 5 günlük açlık grevi yapmak isteyen üniversite öğrencilerine polis müdahale etti. Direnen 3 öğrenci, polis tarafından gözaltına alınıyor. Dahası öğrencilere kelepçe takılıyor. Edirne Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde gözaltında tutulan 3 öğrencinin sorgusu sürüyor. Ne tuhaf ne acayip bir iş bu böyle?

Demokrasi kültürü gelişmiş bir ülkede böyle bir olay yaşansa yer yerinden oynar. Ama bizde yine medya bu faşizan saldırıyı görmezden geliyor, satılık kalemler susuyor. Bari biz biraz konuşup kaşıyalım. Eğer füze kalkanını istememek yasaksa şunu mu desin herkes: ‘Yaşasın füze kalkanı! Hadi komşulara saldıralım! Yaşasın ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki zulmü!’ Mavi Marmara Baskını’nda 9 vatandaşımızı öldüren ve 60’ını yaralayan İsrail’i, dahası insanî yardım gemisi kendi karasularına girmemişken, daha uluslararası sulardayken gemiye saldıran İsrail’i, yıllardır Ortadoğu’da Müslümanlara kan kusturan İsrail’i, Başbakan’ın ‘Cezalandıracağız!’ dediği İsrail’i korumak için kuruluyor bu füze kalkanı. Bu nasıl bir cezalandırma ben anlayamadım. Anlayan varsa bir zahmet açıklayıversin de biz de anlayalım.

ABD Savunma Bakanı Leon Panetta, ‘Türkiye'ye NATO füze savunma radarına ev sahipliğinde gösterdiği işbirliğinden dolayı’ teşekkür ediyor. Dahası Panetta ‘Türkiye'ye Afganistan'daki çalışmalara katkısından dolayı da teşekkür ederim’ diyor. Yahu kaç yıl oldu ABD Afganistan’a saldıralı. Allah aşkına birileri söylesin, dünyanın öbür ucundaki Afganistan’da hâlâ ne işi var Türkiye’nin. Ne ise zaten Afganistan meselesi apayrı bir şey ki başlı başına bir başka yazının konusu olur.

İran’ın asla ve kat’a herhangi bir NATO ülkesine saldıracağı yok. Yok olmaya yok da sürekli Batı ve onun içerdeki uşaklarının emrinde olan yani uşağın da uşağı, işbirlikçinin işbirlikçisi olan bir kısım medya İran’ı tehdit gibi görmemizi istiyor ve İran’ın nükleer çalışmaları üzerinden bir paranoya yaratılıyor. Elbette amaç füze kalkanını mazur göstermek. ABD bir punduna getirip İran’ı vurmayı kafaya koymuş fırsat arıyor. Irak’taki rezaletten sonra tüm dünyada itibarı sarsılan, kendi halkının da önemli bir kısmı artık savaştan bıkan, işgal sonrası vahşice işkence ve tecavüzler gerçekleştiren ABD elbette elini kolunu sallayarak İran’a saldıramaz. Hem de tam kapitalizmin maskesinin düştüğü, Batı’da bir uyanışın başlamak üzere olduğu, silahsız insanların Wall Street’i işgal ettiği ve bu iğrenç düzenin sorgulandığı bir sırada İran’a yapılacak bir saldırı ABD için bayağı bir risk. ABD bir şekilde İran’ın bir açık verip uluslar arası kamuoyunda haksız duruma düşmesi için fırsat kolluyor, fırsatı bulduğu anda da vuracaktır. Ama dediğim gibi Irak’ta yaşanan rezaletten sonra ABD için pabuç pahalı. Peki bizim için durum ne? Bize pabuç sudan ucuz mu? Bu füze kalkanı projesi sadece İran’la değil Çin ve Rusya ile olan ilişkileri de zora sokuyor. İki ucu b.klu değnek misali bir tarafta ABD diğer yanda Çin ve Rusya.

Davutoğlu geçen yıl şöyle bir söz sarf etmişti: ‘Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz, NATO'ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaati içinde değiliz. Ancak NATO’da bütün güvenlik unsurlarını göz önüne alarak geleceğe yönelik planlama yapmakla yükümlüdür. Biz de bu planlamaların içinde oluruz, olmaya devam edeceğiz’ Yani hem hiçbir komşudan tehdit algılamıyorsun hem de füze kalkanı projesinin içinde oluyorsun. Ne kadar da tutarlı(!)

Aslında İran ile normal bir savaş hali olmasa da şu an İran – ABD/İsrail arasında bir ‘soğuk savaş’ var. Soğuk savaş bombalar kullanılmadan yapılan savaştır. İki taraf birbirini uluslararası alanda zor duruma düşürmeye çalışır, ekonomik ve diplomatik baskılar, profesyonel suikastler soğuk savaş yöntemleridir. Mesela İran’da 12 Kasım 2011’de, Karaj yakınlarındaki Bid Ganeh’deki bir cephanelik üssünde, İran’ın balistik füze programının “büyükbabası” Hasan Tahrani Mokaddam’ın ve 17 kişinin öldüğü bir patlama yaşandı. Daha önce de 2010 Ocak ayında da İranlı bir başka bilimadamı, Mesud Ali Muhammedi uğradığı saldırıda hayatını kaybetmişti. Temmuz 2011’de ise bir başka İranlı nükleer bilimci Daryus Rızai öldürüldü. Bundan başka İran’ın nükleer programına bir bilgisayar virüsü girip aylarca çalışmaların durmasına sebep olmuştu. Harp diplomatik alanda da sürüyor. İran, uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermeyi kabul etmediği için BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarına tabi tutulmakta.

Yani soğuk savaş son sürat devam ediyor. Ediyor ediyor da… Bildiğim şey şu an bir soğuk savaş yaşandığıdır. Bu soğuk savaş sıcak savaşa dönecek mi? Dönerse T.C. bu çamurun içine çekilmek istenirse ne olacak? Bunları bilemiyorum müneccim değilim. Şimdilik izlemedeyim. Burnumuza pis kokular gelerek ve ibretle izliyoruz.

18 Aralık 2011 Pazar

BAŞI DİK ALNI AÇIK MÜTECAVİZLER VE ‘NAMUSSUZ’ MAĞDURLAR

İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencisi E.E. otobüs beklediği sırada, yardım etme bahanesiyle önlerinde duran 2 kişinin aracına bindi. Yola çıktıktan bir süre sonra bu 2 yaratık, viyadüklerin altında durdu. Burada E.E.’yi dövüp tecavüz eden iki saldırgan, daha sonra yaşadıklarını polise anlatmaması için bir kez daha dövüp tehdit ederek metro istasyonunda bıraktı. Yarı baygın halde vatandaşlarca bulunan E.E.’nin anlattıkları ve araca ait plaka bilgisinden yola çıkan polis ekipleri, tecavüz sanığı 31 yaşındaki A.Y. ile 24 yaşındaki G.M.’yi yakaladı.

Bu yurdumuzda yaşanan binlerce tecavüz vakasından biri. Mahkeme heyeti genç kızın ruh ve beden salığının bozulup bozulmadığının tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmasına, sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verip, duruşmayı ertedi.

Üniversite öğrencisi E.E. bir süre önce, sol koluna mühür basılıp, olay nedeniyle ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığıyla ilgili rapor almak üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Kişiyi mühürlemenin mantığı kişinin yerine başkasının heyete sokulmaması. Ama zaten kimlik var, fotoğraf var, kişi bir de polis nezaretinde adli tıpa gönderilirse hiçbir karışıklık olmaz. Zaten Türkiye’de toplumun tiksintiyle baktığı, suçlu olarak gördüğü, baskı yaptığı tecavüzcü değil; tecavüze uğrayandır ilginç bir şekilde. Zaten toplum tarafından haksız yere ve iğrenç şekilde damgalanmış birini bir de somut olarak gerçekten damgalamak akıl almaz bir şey. Toplumumuzdaki hâkim anlayış maalesef tecavüzcüyü değil tecavüze uğrayanı suçlu görme eğiliminde. Eminim ki bu haberi okuyan pek çok organizma şunu demiştir: ‘İyi olmuş. Oh olsun. Binmeseydi tanımadığı heriflerin arabasına. Demek ki kendi de istiyordu.’

Zaten 13 yaşındaki kızın istese 26 erkeğe karşı koyabileceğine hükmetmiş bir yargımız var. Yahu bu Rambo mu, Bruce Lee mi? 13 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz! 13 yaşında bir kız çocuğu 26 erkeğe nasıl karşı koysun? Tacizcinin tecavüzcünün kollanıp da aslında desteklenmesi, rehabilite edilmesi gereken tecavüz mağdurunun vebalı muamelesi gördüğü, suçlu olarak görüldüğü bir memlekette yaşamak ne kadar acı! Hani biri parasını çaldırsa suçlu parayı çalandır, hırsız odur. Ama iş tecavüz ya da tacize gelince ilginç bir şekilde ‘namussuz’ olarak damgalanan tecavüzcü değil mağdur oluyor. Adalet iflas etmiş, toplum bir tuhaf, yargı bile ‘dişi köpek kuyruğunu sallamazsa’ mantığını güdüyor. Yılbaşında Taksim’de taciz edilen kadınlar da suçlu değil mi? Öyle ya, gitmeselerdi onlar da. Bir şekilde hep tecavüze uğrayan suçlu. Bir toplum ne kadar muhafazakârsa o kadar cinselliği baskı altına alıyor ve orada cinsel sapkınlıklar ve cinsel suçlar da o kadar fazla oluyor.

İlginç bir şey daha var ki tecavüz mağduru ‘ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığıyla ilgili rapor almak’ durumunda kalıyor. Yahu buna ne gerek var? Tecavüze uğrayan birinin elbette ruh sağlığı bozulur. Ama bazen H. Üzmez olayında olduğu gibi mağdurun ruh sağlığı bozulmadığı yönünde raporlar çıkarılıyor. Ne diyeyim, ne söyleyeyim? Toplum tecavüzcüleri kollar da mağdurları suçlarsa bu olayları daha çoook yaşarız. Yani bazılarının mağdurların da insan olduğunu, suçsuz olduklarını anlaması için ne olması gerek? Darısı başlarına diyim artık herhalde o zaman anlarlar.

7 Aralık 2011 Çarşamba

DEMOKRASİ İHRACATÇISI SAHTE KELEBEKLER!

Suriye yine karıştı ve Arınç acayib ül garabet beyanlarına bir yenisini de ekledi. Arınç aynı konuşmada hem ‘Hiç bir ülkeye karşı dış müdahaleyi doğru bulmayız.’ dedi. Hem de ‘tampon bölge’den bahsetti. Yahu Allah aşkına tampon bölge dediğin dış müdahale değilse ne? Konuşmanın ‘Dış müdahaleyi doğru bulmayız.’ kısmı iç politikaya yönelik bir manevradır. Asla da samimi değil! Neden mi, açıklayayım.

Hiçbir AKP’linin Büyük Birader Erdoğan’ın sözünden çıkmadığı bir gerçek. Peki Erdoğan ne yapıyor? Erdoğan parmağını kaldırmış Suriye’yi gösteriyor. Bir yandan Suriye’ye diş bilerken, ‘Sabrımızı taşırma’ vs. şeklinde tuhaf demeçler verirken bir yandan da ‘Libya’ya iştahlarını kabartanlar Suriye’yi görmüyor.’ diyerek aslında kendisinin Suriye’ye iştahını kabarttığını açık ediyor. Erdoğan konuşmaya devam ediyor ve bakın ne diyor: ‘Libya’da ölenler ne kadar insansa ne karda cansa Suriye’de öldürülenler de o kadar insandır, candır. Libya için iştahlarını kabartanlar Suriye’deki katliamlar için sessiz ve tepkisi kalması insanlık vicdanında tamiri zor yaralar açmaktadır.’ Ne kadar ilginç! Erdoğan’ın vicdanı kadar çifte standartlı bir vicdan şu cihanın üzerinde bir uçtan bir uca arasak bulabilir miyiz acaba? Sormak istiyorum Erdoğan’a acaba kendisini protesto ederken çocuğunu düşüren hamile kız da vicdanını sızlatmış mı ya da gösteri sırasında polisin gaz bombasıyla fenalaşıp ölen Metin Lokumcu ya da Van’da hem evi barkı yıkılan hem de yürümek istedikleri için dayak yiyen depremzedeler de vicdanını sızlattı mı Erdoğan? Örnekler çoğaltılabilir. Acaba bu durumlar karşısında zerre kadar vicdanın sızladı mı ha Erdoğan? Ben de sana bir soru sorayım Libya’dakiler can, Suriye’dekiler insan da Türkiye’dekiler ne? Senin kendi vatandaşın ne? Neden dışarıdaki muhalifler hak arayan insanlar oluyor da yurt içindeki muhalifler eşkıya, provakatör, Ergenekoncu… bilmem ne oluyor?

Haydi Erdoğan çıksın buna cevap versin de görelim. Orda yönetimi devirmek isteyen insanların yaptığı suç değilken burada bir durumdan rahatsız olduğunu ifade eden insan dayak yiyor, gözaltına alınıyor, çocuğu düşürülüyor ve nihayet öldürülüyor. Başbakan, Lokumcu’nun ölümüyle ilgili konuşurken ‘Fazla üstünde durmak istemiyorum.’ demişti. Ülke içindeki bir gösteride insanımız ölüyor ve Erdoğan üstünde fazla durmak istemiyor; ama dışarıda bir yerde bir gösteride insanlar ölünce aynı Erdoğan titizlikle üstünde duruyor. Allah Allah, doğrusu çok şaşıtıcı! Türkiye’de baskı, işkence, keyfi tutuklamalar… tam gaz giderken Erdoğan başbakanı olduğu ülkeyi bırakmış da Suriye’nin derdine düşmüş.

Erdoğan Suriye’nin ve Suriye halkının gırtlağına çökmek istediğinin sinyalini verirken ‘Yeterince petrolü olmadığı için Suriye, Libya kadar yankı uyandırmıyor olabilir.’ demişti. Hah, buna ancak küçük çocuklar kanar! Emperyalist savaşlar sadece petrol için olmaz. Savaş stokların eritilmesi, kapitalizmin ölümcül krizlerinin aşılması, silah şirketlerinin kârı ve ekonomik aktivasyondur. Savaş insanların temel tüketim maddelerine hücum etmesidir, bu da ekonomik canlanma ve stokların erimesidir. Savaş yıkımdır, yıkımdan sonra yeniden yapılanma olacaktır, bu da inşaat şirketleri için muazzam kârlardır. Savaş ölüm ve yaralanmadır; bu da ilaç şirketleri, medikal aletler üzerine üretim ve ticaret yapanlar için kârdır. Savaş bir yerde insanlar ölürken ekonominin canlanmasıdır.

Biz kimin ipleri kimin elinde çoook iyi biliyoruz; ama istiyoruz ki halkımız da bilsin halkımız da görsün. Yalnız halkın uyku halinden çıkarı olanlar durumun değişmesini istemiyor her gün gazeteler, televizyonlar Suriye’de yaşananları bire bin katarak anlatırken Türkiye’deki kepazeliklerin esamesi bile okunmuyor. Suriye’dekiler ‘hakkını arayan halk’ iken Türkiye’dekiler ‘provakatör’ ya da ‘terörist’ ilan ediliyor.

Uyan ey Türk halkı! Suriye üzerinden kirli bir oyun tezgâhlanıyor, Suriye’ye yönelik savaş, Suriye halkına iyilik etmek için değildir. Türkiye’de ve dışarıda ellerini ovuşturup, salyalarını akıtarak savaşı bekleyenlerin düşündüğü asla ve asla insanların özgürleşmesi değil! Kendi topraklarında Nazizm’e benzer bir rejim oluşturanlar başkalarına demokrasi mi götürecek? ‘Özgürlük!’ diye bağıran birinin bir ay boyunca yargılanmadan hapiste yattığı bir ülkede yaşıyoruz. O kadar insancılsanız önce Türkiye’ye getirin demokrasiyi!