Seçimler süresince bazı BDP’li
arkadaşların tutumu beni çok şaşırttı. Siyasi görüş olarak partici değilimdir.
Bir şeylere taraf olmaktan ziyade bir şeylere karşı durmayı benimserim.
Açıklamam gerekirse arkasına devlet desteğini alan gruba ya da partiye
güvenmem. Bir zamanlar mazlum olanın zulme uğrayan, mağdur edilen kesimin iktidarı ele geçirince nasıl da canavarlaştığını
zaten görüyoruz. Bu tavır da siyasi yelpazenin soluna düşüyor. Seçim öncesinde
BDP’li arkadaşlar sanki her sol görüşlü insan Selahattin Demirtaş’a oy vermek
zorundaymış gibi tuhaf ve saplantılı bir tutum takındılar. Demirtaş’a oy
vermeyeceğimi, boykota gideceğimi söyleyince de beni Kürt karşıtı olmak,
Erdoğan’a destek vermek gibi komik ve akıl almaz şeylerle suçladılar. Yok “tebrik
ederim” diyip içeriksiz saçma laflarıyla aklınca iğnelemeye kalkan, yok “Sen
Erdoğan’a oy vereceksin” diye saçmalayan… Daha neler neler… Oysa karşıdakini bir
dinlemek gerek. Dost acı söyler derler ve benim bir özelliğim de dostumu da
düşmanımı da aynı sivri dilimle eleştirmemdir. Ayrıca bunca zaman uğradığım
sert eleştirilere sabırla ve sükunetle karşılık vermeye kalktım. Buna rağmen
karşımdaki hem hatasını kabullenmiyor hem de bana insafsızca saldırıyor. O
yüzden artık Demirtaş sevdalısı arkadaşlara bir cevap vermek farz oldu.
Uzunca bir süre Kürtlerin hakkını
nasıl savunduğumu bilen biliyor. Bilmeyen de beni takip ederek öğrenebilir ha kimse
beni takip etmeye mecbur da değil. Ama tutup da karşındaki insanın tek bir
olaydaki bir tek tavrına bakarak karar vermek doğru değil. Zaten ben de boykotu
BDP’li siyasetçilerin tek bir tavrına bakarak yapmadım. Şimdi bir bakalım
Selahattin Demirtaş’ı neden diğerlerinden çok farklı ve tercih edilebilir
görmediğime.
Selahattin Demirtaş seçim
sürecince çok güzel konuşmalar yaptı ama söylenen lafların büyüsüyle sandığa
gitmek yerine o sözlerin sahibinin ne yaptığına bir bakalım.
AKP 2000 yılından sonra kurulmuştur.
Yani tarihine bakarsak hiçbir darbeden mağdur olmamış bir partidir. Bununla
birlikte 80 darbesinden 20 yıl sonra kurulan AKP, darbe sonrası şekillenen ortamın,
kuşağın ve iklimin iktidara getirdiği 12 Eylül artığı bir partidir. Buna rağmen
şu ana kadar yapılan algı operasyonları, telkinler ve kitle iletişim araçları
ile yapılan beyin yıkama seansları sayesinde AKP kendini darbe mağduru olarak
pazarlamaktadır. İnsanlarda darbe riski varmış gibi bir algı yaratmak hem AKP’nin
işine gelmektedir, hem de bu yalancılıktır. Çünkü böyle bir risk yok.
Şu an Türkiye’de bir darbe
tehlikesinin olmadığını görmek için deha olmaya gerek yok. Hatta IQ’su yerlerde
sürünen biri bile ordudaki temizliğe, şafak vakti gözaltına almalara, neyle
suçlandığı bile açıkça söylenmeden yıllarca hapiste kalanlara bakarak AKP’nin
yaptığı sivil darbe dışında bir darbenin olmadığını, herhangi bir askeri darbe
tehlikesinin ise asla söz konusu olmadığını rahatça söyleyebilir.
Peki Demirtaş’ın tutumu ne? AKP
elinde küçük bir kırıntı sallıyor ve Demirtaş’ın iştahla salyaları akıyor. AKP’nin
uzattığı minik bir kırıntıyı kapmak için dilini sarkıtarak koşup kırk takla
atacak karakterdeki Demirtaş da bugün bir askeri darbe tehlikesi olmadığını ve
darbeye dair anlamsız gevezeliklerin sadece AKP’ye yarayacağını çok iyi
biliyor. Bununla beraber Selahattin Demirtaş Gezi Direnişi sürecinde hiç utanıp
sıkılmadan bir askeri darbe tehlikesi varmış gibi konuşuyordu. Aynı Selahattin
Demirtaş cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde Gezi Direnişi’ni sürekli
sahiplenmeye kalktı. Gezi Direnişi sırasında AKP faşizminden bıkıp meydanları
dolduran insanlara hiç utanmadan “ırkçı, darbeci” gibi laflar eden, bunun AKP’ye
karşı bir darbe girişimi olduğunu söyleyen kimdi? Onlarca insan yaralanırken,
insanların gözleri çıkarılırken, iki yüze yakın insan kafa travması yaşarken,
onbine yakın insan yaralanmışken ve o gün için 8 kişi (Daha sonra Korkmaz,
Elvan gibi birkaç kişi daha öldü) ölmüşken sen hiç utanmadan AKP’ye sahip
çıktın. Seçim sürecinde gayet ikiyüzlü bir tavırla Gezi sevdan kabardı, geziye
övgüler yağdırmakla kalmadın kalktın Gezi eylemleri sırasında dövülerek
öldürülen Ali İsmail Korkmaz davasının 3'üncü duruşmasına katıldın. “ 'insanım'
diyen herkesin kabul edeceği bir kararın çıkması için, aileyle dayanışmak için,
insanlık vicdanına sahip çıkmak için buradayız." dedin bir de. Sorması
ayıp olmasın ama daha önceki iki duruşmada neredeydin? Yoksa o sırada insan
değil de başka bir şey miydin? Gezi Direnişi’ne darbe diyen iki lider var biri
Demirtaş diğeri Erdoğan. AKP belki özerklik adına iki üç kırıntı atar umuduyla
insanlığını çöpe atıp katillerden yana olmana bilmem ki ne demeli.
17 Aralık rüşvet operasyonları
tüm Türkiye’yi salladığında AKP’nin hırsızlığına eğilmek yerine kalktın
utanmadan rüşvetçileri savundun 17 Aralık operasyonlarına darbe dedin. AKP ile
arayı bozmamak umuduna tüm devletin soyulup soğana çevrilmesine göz yummana,
hatta failleri savunmana bilmem ki ne demeli? Sonra da çıkıp utanmadan “Nuri
Alçolara gelesiniz.” dedin. Sen de Tecavüzcü Coşkunlara gelesin e mi Demirtaş.
Temmuzda cumhurbaşkanlığına
adaylığını koymuşken Alevi örgüt temsilcileriyle bir araya geldin ve Alevi toplumuna “demokrasi, özgürlük ve barış
mücadelesine sunduğu katkılardan dolayı teşekkür” ettin. Yine kendi sözlerinle aynen şunu dedin
kelimesine dokunmadan aktarayım: “Aleviler üç aday ile ilgilide en doğru kararı
verecek birikime, akla ve vicdana sahiptir. Bu doğrultuda verilecek her karar
benim açımdan saygındır, değerlidir" dedin aman ne güzel. 2011’de BDP’nin
bağımsız adayı Ferhat Tunç Dersim’den milletvekili adayı olmuştu ama seçilemedi
bunun üzerine bakın Demirtaş nasıl bir inci yumurtladı: "Kerbela'da 72
kişi öldürüldü Aleviler bunu unutmadı Dersim'de 72 bin kişi öldürüldü Aleviler
bunu unuttu" daha da ileri gitmekten çekinmeyen Alevi düşmanı yobaz
Demirtaş: "Dersim İhanetini Unutmayacağız" dedi. Bu iki davranışı da
aynı kişinin yapmış olması imkansız. Eğer gerçekten görüşlerin değişmiş de
Alevilere saygı duyar olmuşsan kalk önceki sözlerin için özür dile. Ama beyzademizin
böyle bir derdi yok. O ilkelere falan saygılı omurgalı bir duruşu değil ancak
gelecek oyları hesaplıyor.
Bu bir yanda dursun BDP’li bazı
yayın organlarının alçakça, hayasızca sözlerine ne demeli? Tecavüzcüsüne aşık,
analarına tecavüz edenlere oy verdiler gibi hayvanca laflarınızı unutmadık. Bakın
şu sayfada ne diyorlar:
http://eu.kurdistan-post.eu/kurdistan/print:page,1,3150-dersim-celladna-ak-kent-erdoan-alparslan.html
“Burada Kürt-Alevi derneklerinin
kendilerini sorgulayıp, Kürdistan toplumuna özeleştiri vermeleri gerekir. Dersim’in
durumu Stolkom sendromudur. Bu sendroma göre kişi kendisini zorla kaçırana ya
da tecavüz edene âşık olur. Dersim de kendi celladına âşık. Bu aşkın sonu mutlu
sonla bitmeyecek, bunu tarih bize göstermiştir. Ey Dersim, bu gayrimeşru aşkı
bitir, bu aşk büyüdükçe sen küçülüyorsun, yok oluyorsun.”
Türkiye partisi olduğunu iddia
eden HDP’nin yerel seçimler öncesi Adana’da astığı tüm afişler Kürtçeydi ve
hiçbir şey anlamadım. Bu afişler Diyarbakır, Mardin gibi bir yerde sadece
Kürtçe hazırlansa hadi anlarım ama Adana’da Kürtçe afişlerinizi kaç kişi
anlayabilecek? Afişleri tamam Kürtçe hazırla ama yanına bir de Türkçe ne
dediğini eklemen bu kadar mı zor? Türk seçmene hitap etmek gibi bir derdin
yoksa, bana Kürtler oy versin sadece onlardan oy istiyorum diyorsan elbette
böyle bir yönteme başvurman normaldir.
Demirtaş’a neden oy vermediğime
dair sayabileceğim başka nedenler de var ama zannedersem şimdilik bu kadar
yeter. Demirtaş’a oy vermediğim için konuşup kafamı şişiren sevgili arkadaşlar,
tuhaf tepkileriniz ve anlamsız ısrarlarınızla artık en sonunda beni Demirtaş’ı
yerden yere vuracağım bir yazı yazmak zorunda bıraktınız. Bana bunu adeta zorla
yaptırdınız. Sonunda bunu da başardınız ya helal olsun size!