26 Nisan 2014 Cumartesi

HAŞİM KILIÇ’IN “SERT” AÇIKLAMASI VE GELEN TEPKİLER ÜZERİNE



Haşim Kılıç için sanki durduk yere Baçbakan’a laf etmiş gibi bir hava yaratılıyor. Oysa bakın Haşim Kılıç o “sert” (bana kalırsa Başbakan’ın saldırıları karşısında hiç de sert değil, tamamen bir nefsi müdafaa) konuşmasını yapmadan önce Erdoğan ne dedi:

"Birileri tehdide boyun eğmiş birileri de haşhaşı fazla kaçırmış olabilir. Ama biz asla geri adım atmadan bu çetenin üzerine gideceğiz" Erdoğan bunu ülkenin hukukçuları için dedi. Bir Başbakan kendi ülkesinin hakimine, savcısına, yargıcına “tehdide boyun eğmiş, haşhaşı fazla kaçırmış” diyorsa orda durup bir düşünmek gerek. Hani bir Başbakan’ın bu lafları diyebilmesi için öyle böyle değil kafayı tam uyuşturan, esaslı bir alkol falan almış olması gerek. Eğer Erdoğan kazara içki içmiş ve ne dediğini bilmeden böyle konuşmuşsa anlaşılabilir ama yok bunları ayık kafayla söylediyse durum gerçekten vahim.

Devam edelim: “İçeride yargı ve emniyet içindeki çeteler marifetiyle MİT'in TIR'larına saldırıldı” Kimse tıra saldırmadı sadece aramak istediler arattırmadınız. Neden? O tırlar yine Suriye’deki teröristlere silah mı götürüyordu? Hani bir kere Adana’da bir tır arandı da içinden yığınla silah çıkmıştı. MİT’in görevi Suriye’deki teröristlere silah kaçırmak mı? Acaba asıl çete tırla dışarıya silah kaçıran mıdır yoksa tırı durdurup aramak isteyen mi? Hem geçmişte ordunun kozmik odasına savcıların girmesini normal karşılayan şimdi tırın aranmasına karşı çıkması çok tuhaf. Tırda eğer iddia edildiği gibi gıda malzemesi varsa bu panik niye? Bisküvi, su vs. devlet sırrı mı? Tırda gitmemesi gereken bir şey yoksa bu panik, bu kavga niye? Kozmik odayı aratan tırı nasıl aratmaz?

Konuşmasının devamında tırları durduran savcılar için bir kez daha “çete mensupları” dedi. Ve inanabiliyormusunuz “namertçe” sözcüğünü de kullandı. Hatta daha da ileri gidip “Bu ülkenin bazı yargı ve emniyet mensupları”nın “kendi ülkerine ihanet” ettiklerini de söyledi. Bu da yetmedi T.C.nin yargı ve emniyet mensuplarına açık açık “hainler” dedi. Yetmedi “Devletin koridorlarından çeteleri nasıl kovduysak, adliye koridorlarından da o çeteleri, şebekeleri kesinlikle temizleyeceğiz” dedi.

Anayasa mahkemesinin twitter’ı erişime açtırması kararı için: “Bu karara saygı duymuyorum” dedi. Bununla da kalmadı: “Bu hukuk değildir onu söyleyeyim. Hukuk başka bir şey. Burada hukuki bir uygulama yok” dedi.

Bütün bu tuhaf hakaretlerden, bu acayip sözlerden sonra Haşim Kılıç: “2010’dan sonra bu kez farklı renkte yeni bir vesayet sisteminin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni oluşumun günahından kendini soyutlamaya çalışmasın. Tarih olanları kaydediyor. Bunları konuşmak, gerçekleri itiraf etmek ve cesaretle çözüm yolları bulmak zorundayız.” Eğer bir başbakan ve içişleri bakanı yolsuzluk soruşturmalarını engellemek için 5000 polisin ve bir grup savcının yerlerini değiştiriyorsa eğer tuhaf yasalarla HSYK’yi doğrudan Adalet Bakanlığına bağlamaya teşebbüs ediyorlarsa doğrusu bu açıklama için geç bile kalınmıştır. 

“Son dönemde yargı, ‘paralel devlet’ ya da ‘çete’ diye nitelendirilen çok vahim, çok ciddi ve çok ağır bir suçlamayla karşı karşıyadır.” Bu da doğru. Yargı mensuplarına “casus, hain, haşhaşi” diyen bir Başbakan T.C. tarihinde yok(tu).

“Kamu gücünü etkili bir şekilde kullanan yargı, siyasi ve ideolojik yapılanmaların hedefinde her zaman ele geçirilmesi gereken bir kale olarak görülmüş, ele geçirenler de kendi vesayet sistemini dayatmanın çabasına düşmüştür. Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasi düşüncelerine ve ideolojilerine lojistik destek sağlamak için ya da rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır. Altını çizerek ifade ediyorum. Bu anlayış ve işgalden kurtulmadıkça bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşması hayaldir.” İşte bu da doğru. Hükümet denetlenmiyor. Bu tam bir faciadır. Demokrasi ile yönetilen toplumlarda kuvvetler ayrılığı denen şey vardır. Yargıyı yürütmeye bağlarsanız kuvvetler ayrılığını yok edersiniz. Yürütmenin başı çıkıp her hoşuna gitmeyen kararda arkasındaki devlet gücüne güvenerek yargıya ayar vermeye kalkarsa ortada ciddi bir sorun var demektir.

Son olarak Kılıç’a yönelik saçma sapan, içeriksiz ya da saldırgan içerikli, ipe sapa gelmez eleştirilere cevap bile vermeye değmez. Cevap vermeye değecek yani hakaret ve tehdit  içermeyen tek eleştiri Çiçek’ten geldi. Her ne kadar hakaret ve tehdit içermese de saçma ve mantıksızca bir eleştiriydi. Çiçek: “Kimse oraya haşlanmak için, tokat yemek için, azarlanmak için gitmedi. Hukuk nezakettir. Hukukçuların da çok nazik bir üslupla konuşması gerekirdi” dedi, yani “yuh” diyorum. Dediği şey aslında şu: “Başbakan istediği kadar haşlasın, tokat atsın, azarlasın ama bunun hiçbir karşılığı olmasın” Bu mümkün mü? Cemil Çiçek de Tayyip de unutmamalıdır ki şiddet bir bumerangtır atana geri döner. Şiddet şiddeti doğurur. Eğer birileri halktan aldığı oya güvenip, her şeyi yapma hakkını kendinde görüp her türlü hukuku arkasına koyuyorsa, bir gün gelir bu millet de onun arkasına koyar.

22 Nisan 2014 Salı

KADIN CİNAYETLERİ




Sadece bugün gazetelere çıkan birkaç 3. Sayfa haberi:
Samsun'da Gülüm Karakoç, sevdiği kadının kendisinden ayrılmak istemesi üzerine evine molotof kokteyl atarak yangın çıkarttı.
S.Z. (42) isimli kadın, eski eşi Ö.A. (52) ile karşılaştı. Bir süre tartışan ikiliden Ö.A., üzerindeki bıçakla S.Z.'nin boğazını kestikten sonra Saraybahçe Polis Merkezi'ne giderek teslim oldu. S.Z., yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi.
Bu haberlere kimileri “erkek terörü” diyor gerçekten öyle mi? Erkekler bir tarafa toplanmış, planlı ve programlı şekilde kadınları mı avlıyorlar yoksa toplumca kafayı yedik, bir cinnet halindeyiz erkek de kadın da bundan nasibini alıyor mu? Birkaç 3. Sayfa haberi daha okursak sorunun cevabı netleşmeye başlıyor:
Bartın'da özrüyle alay ettiği iddiasıyla kekeme arkadaşı tarafından bıçaklanan kişi ağır yaralandı.
Şanlıurfa'da geçen cumartesi günü kayalıklara çarparak yaşamını yitiren otomobil sürücüsü Mehmet Akdemir'in otopsisinde, kazada değil, vücuduna isabet eden 4 kurşunla öldüğü ortaya çıktı.
Düzce'de trafikte yol verme yüzünden çıkan silahlı kavgada göğsünden vurulan polis memuru öldü, diğer sürücü ayağından yaralandı.
Evet, mağdur erkek de olabiliyor, kadın da olabiliyor. Ayrıca kadına sadece erkek değil kadın da şiddet uyguluyor. Uygulanan şiddeti de savunabiliyor. Bir aralar ben “açık” giyinen bir kadının tacizi hak etmediğini savunurken tartıştığım kadın hararetle “açık giyinen” kadınların tacizi hak ettiğini savunuyordu. Bir kere giyim tarzına göre insanları sınıflandırmak, onların bir amaçla giyindiğini düşünmek ve amaç hoşuna gitmezse o kişiyi cezalandırmak gibi inanılmaz fikirler herhalde ancak geri kalmış bir Ortadoğu ülkesinde olur. Kadınların 2. Sınıf insan muamelesi görmesine elbette karşıyım ama “Şiddete hayır!” demek yerine “Kadına şiddete hayır!” sloganını hiç anlayamıyorum yani “Erkekler başka erkeklere saldırsın, başka erkekleri öldürsün ama kadınlara saldırmasın” gibi sakat bir anlayış yerine neden bir insana uygulanan şiddeti tümden reddetmiyoruz? Şiddet mağdurunun erkek olması şiddeti güzel bir şey mi yapıyor?
Neden olduğu aslında çok basit birileri bize “Cambaza bak” yapıyor. Aslında toplumca barut gibiyiz, toplumca kafayı yemişiz ama durum saptırılıyor sanki aslında diğer konularda çok normaliz de kadınlara davranışımız tuhafmış onun nedeni de magandalıkmış gibi gösterilmek isteniyor. Hayır, kadınıyla erkeğiyle toplum barut gibi. İnsanlar her an patlamaya hazır. Neden mi? Nedeni siyasetteki kutuplaşma ve kavga. Tepede sürekli bir didişme, sürekli bir kavga… ve bu gerilim, bu kavga haliyle tabana da yansıyor.
Bir başbakan düşünün ki bağırmaktan sesi kısılmış ama seçim konuşması yaparken buna rağmen kısık sesiyle bas bas bağırıyor. Bağırırken nefret kusuyor. Bir başbakan düşünün ki siyasi rakibi için “tam bahtsız bedevi” diyerek “Bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı s..er” sözüne gönderme yapıyor. Bir başbakan düşünün ki Gezi protestoları sırasında saldırıya uğradığını iddia eden bir kişinin yalanlarını, iftiralarını savunmakla kalmıyor, gerçeğin peşindekilere “Doktor raporunu nerenize koyacaksınız” diyor. Bir başbakan düşünün ki seçim çalışmaları sırasında halka hitap ederken siyasi rakibine “adi, terbiyesiz herif” diyor. Bir başbakan düşünün ki “Anamız ağladı” diyen birinin anasına sövüyor. Bir başbakan düşünün ki konvoy geçerken konvoya “Allah cezanızı verecek” diye bağıran 12-13 yaşındaki bir çocuğu görünce konvoyu durduruyor korumalarına çocuğu getirtip çocuğun ensesine tırnaklarını geçirerek çocuğa işkence ediyor. Protesto yapana saldırın, izin vermeyin inadıyla 16 yaşındaki bir çocuğu öldürtüyor, yetmiyor meydanlarda çocuğunu öldürttüğü anneyi yuhalatıyor. Bir başbakan düşünün ki bir eylemde yaralanan bir kadın için “kadın mıdır kız mıdır bilemem” diyor. Bir başbakan düşünün ki 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak isteyen halka “şımarık” diyor…
Erdoğan resmen kendi gibi düşünmeyen, kendi gibi yaşamayan herkese savaş ilan etti. Koltuğunun sallandığını fark edince ülkeyi gerilim ve kaosa sürüklüyor. Kısa vadede de bundan kârlı çıkıyor ama uzun vadede kendi kuyusunu kazıyor. Zannediyor ki her koltuğu sallandığında bir gerilim çıkaracak, iş bitince gerilim de bitecek. Hayır, istediğin zaman savaş açıp istediğin zaman ateşkes yapamazsın. Erdoğan şunu iyi bilsin ki “Bir savaşı istediğin zaman başlatabilirsin ama istediğin zaman bitiremezsin” Savaş mı açtın, kıyametleri mi kopardın artık karşı taraf da sana karşı savaşır ve sen durmak, ateşkes yapmak istediğinde bu sefer karşı taraf durmak istemez. Despotluk diktatörlük er ya da geç diktatörün başını yer. Kaddafi düne kadar Libya’daki tek adamdı. Hitler Almanya’nın en güçlü adamıydı. Kim diyordu bu hallere düşeceklerini?
Sen tut sürekli bir şiddet dili kullan, daima insanları tahrik et. Halka sürekli şiddet pompala, nefret propagandası yap… Sonra da kadın cinayetleri olmasın iste. Yahu bu sürekli çöpünü sokağın ortasına boşaltan birinin “yere çöp atmayın” demesi gibi bir şey. Uzun lafın kısası kadın cinayetleri varsa çare sağa sola “Kadına şiddete hayır” yazan afişler asmak değil. Cezaları artırmak 3 yıl yerine 5 yıl hapis cezası vermek de değil. En başta yapılması gereken, daha doğrusu yapılmaması gereken sorumluluk sahibi bir insanın sürekli olarak inanılmaz bir nefretle etrafa saldırmasıdır. Hani parti reklamında sloganınızdı “Ben lafa değil icraata bakarım” dedirtiyordunuz. İşte durum o durum. Sen istediğin kadar cilalı laflar et. Millet senin nefret dilini anımsayacaktır. Hükümete yakın çevreler olsun, Emine Erdoğan olsun, KADER olsun her kim olursa olsun. İstediği kadar kadına şiddet uygulamayın desin. Başbakanın bu toplumu kutuplaştıran  siyaseti ve nefret dili kadın cinayetlerinin devam etmesine neden olacaktır. Başımızda AKP ve onun kutuplaştırıcı siyaseti oldukça kadın cinayetleri devam edecektir.

12 Nisan 2014 Cumartesi

HAŞHAŞİLERİN SUÇ ORTAĞI KİM?




Başlamadan önce şunu belirteyim ki Gülen cemaatini savunmak gibi bir derdim yok, düşmanımın düşmanı dostumdur, demiyorum. Aksine AKP ile cemaat arasında bir fark yok, ikisi de masum değil bunu göstermek niyetindeyim. Al birini vur diğerine. Zaten daha düne kadar can ciğer kuzu sarmasıydılar. Bununla beraber cemaati değil AKP’yi eleştireceğim.  Elbette cemaatin de eleştirilecek çok yanı var ama şimdi zaman cemaati eleştirme zamanı değildir. Şu an cemaate yüklenmek sadece ve sadece cemaate “paralel yapı” diyip hırsızlık yapanların ekmeğine yağ sürmek olur. Ancak bu cemaate bir dokunulmazlık sağlamaz sırası gelince cemaate de hesap sorulacaktır.
AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç hakkında zehir zemberek konuştu. Cemaat’ten “paralel yapı” diye bahseden İçten, gayet rahat bir şekilde Gülen cemaati için “şerefsiz, alçakça, namuzsuzca” gibi ifadeler kullandı. Zaten artık AKP’lilerin kutuplaştırma ve küfürden başka bir politikaları yok. İçten, Dicle Üniversitesi Rektörü Saraç’ı istifaya davet ederek “Bütün güvenirliklerini yitirmişlerdir. Elimizde belgelerimiz var. Bunu savcılıkla paylaşacağız" dedi. Şimdi sevgili vekilimiz İçten acaba ne kadar içten? Küçük bir samimiyet testi yaparsak İçten’in soyadı gibi içten olup olmadığını görebiliriz:
Önce şurdaki çelişkiye bir bakalım 17 Aralık’ta ortaya çıktı ki deveyi hamuduyla götürenler var. AKP iktidarında hırsızlığın yolsuzluğun bini bir para. Pardon bir para değil milyonlarca dolar, balya balya para. Bir evden ayakkabı kutularının içine doldurulmuş deste deste dolarlar çıkıyor, normal bir evde bir iki değil, 6 çelik kasanın ne işi var? Vurgun öyle büyük ki paraları sayamıyorlar, para sayma makinesi var. Ne ayakkabı kutuları hakkında ne paralar hakkında doğru dürüst bir izahat yapılmadı. Güler neden oğlu gözaltına alınır alınmaz konuşmadı da bir hafta sus pus oldu saklandı, bir hafta sonra ortaya çıkıp oğlum suçsuz o parayı ev satıp kazandı, dedi. Bunu söylemek çok mu zordu?  Bir yolsuzluk var, bu kabak gibi ortada. Bütün bunlar oyunsa “paralel yapı”nın iftirasıysa ve bakanlar masumsa Erdoğan neden 4 bakanı görevden alıp yerlerine başka bakanlar atadı? Bakanlar ve oğul Erdoğan masumsa neden binlerce polisin yeri değiştirildi. Neden bir sürü savcı görevden alındı, tayin edildi? Olay neden ısrarla örtbas edilmek isteniyor?
Uzun lafın kısası eğer “hırsızlık ve yolsuzluk” İçten’in umrundaysa, eğer “güvenililiğini yitirenlerin istifa etmesi gerekse İçten önce dönüp kendisinin de azası olduğu oluşuma bir bakması gerek ve Saraç’tan önce Erdoğan’ı ve dört bakanını istifaya davet etmeli.
Devam edelim “DÜ yönetiminin yanıtlamasını istediğimiz bazı husurlar var. Üniversitede yapılan ihalelerde yönetmeliğe uyuldu mu? İhalelerin yüzde 80'i davetiye ve teklif usülüyle yapılmışsa orada bir soru işareti vardır.” Diyen İçten bir kez daha ne kadar içten olduğunu gösteriyor. Çünkü bir süre önce işadamlarından ihale karşılığında toplanan 630 milyon dolar rüşvetle Sabah-ATV Grubu Çalık’tan Kalyoncu’ya geçti. İşadamları, telefon görüşmelerinde hızlı tren, tünel, demiryolu, karayolu ve havalimanı gibi pek çok ihale için hükümetten söz aldıklarını konuşuyorlar. İçten, Dicle Üniversitesi Rektörü’ne saldırırken her nedense burnunun dibinde olanları görmüyor.
Yine bir başka tuhaflık, İçten 900 ağacın kesilmesinden üniversite yönetimini sorumlu tutuyor gelin görün ki 3. Köprü için yapılan ağaç katliamını da, ODTÜ’deki ağaç katliamını da, Atatürk Orman Çiftliği’ndeki ağaç katliamını da kendisinin de bir üyesi olduğu AKP’nin yaptığını, Kaz dağlarında tonlarca toprağı siyanürle zehirleyerek ve ağaçları keserek altın arayan şirketin de bunu AKP’nin çıkardığı yasa sayesinde yaptığını es geçiyor. AKP’nin yaptığı öyle 900 falan da değil hani, yüzbinlerce ağaç.
Herhalde İçten eleştirdiği şeyleri AKP’nin misliyle yaptığını bilmiyordu bilseydi “şerefsiz, alçak, namussuz” sözlerini bu kadar rahat telaffuz etmezdi. Bunları yapmanın “şerefsizlik, alçaklık, namussuzluk” olduğunu savunan İçten, farkında olmadan sadece rektöre değil sövmek istemeyeceği bazı kişilere de sövüyor. Madem üniversite için bu yönelttiğin suçlamalara katlanamıyorsun nasıl hâlâ AKP’de kalabiliyorsun, diye bir soruya İçten nasıl cevap verecektir, doğrusu çok merak ediyorum.
Eleştirisinin bir yerinde de "Şimdisi için söylemiyorum. Rektör hanımın geldiği süreçleri konuşuyorum.” diyen İçten kendisini ele veriyor. İşte bir sorun da bu zaten. Suçlamaların kimi 2007 yılına ait, kimi 2011 yılına ait. AKP ise 2002’den beri iktidarda. Demek ki yıllarca hırsızlığa, arsızlığa, namussuzluğa göz yumuldu. Tıpkı Burhan Kuzu’nun 17 Aralık operasyonuyla ilgili dediği gibi. Hatırlıyor musunuz Kuzu ne demişti? Aynen şöyle demişti: “Adama sorarlar onbir yıldır neredeydiniz? 11 yıldır Ak Parti iktidarda bu yolsuzluklar son aylarda mı oldu? Kullanmak şimdi mi işinize geldi?”

8 Nisan 2014 Salı

AFERİN BAŞKANA!

Bingöl'de yeni göreve gelen AKP'li Belediye Başkanı Yücel Barakazi, yaptığı ilk toplantıda "Belediye başkan yardımcılığına ve belediye başkan vekilliğine bayanları getirmeyi düşünmüyoruz. Dinen ve örf'en de bu uygun değil" demiş. Barakazi'nin sözleri üzerine Belediye Meclisi'ne birinci sıradan seçilen Nurten Ertuğrul diye belediye meclisi üyesi bir AKP’li kadın da görevinden istifa etmiş.

Şimdi de harala gürele bir tartışma başladı yahu ne bekliyordunuz ki Allah aşkına? Zaten “kızlı erkekli öğrenci evi” polemiğinde bunların ne olduğu belli değil miydi? Hem ben adamı takdir ettim en azından samimi, dürüst. Yalan dolan yok, takkiye yok; adam neyse o gayet net, güzel bir şey bu. Ayrıca doğru söylemiş kadınlarla erkekler bir araya gelecek hatta belki Allah muhafaza el sıkışacaklar. Caiz mi? Değil!Yüzüne bakmak bile caiz değil.

Yer: Mekke, yıl: 2002 bir yatılı okulda çıkan yangından kaçmaya çalışan 15 kız çocuğu dinî kurallara uygun giyinmedikleri için din polisi kızların dışarı çıkmalarına izin vermiyor, bu yüzden de kız çocukları yanarak can veriyor. Siz bunu adamlar kendi kafalarına göre mi yapıyor zannediyorsunuz? Devam edelim: “Görgü tanıklarının ifadelerine göre, 2002'de Mekke'deki kız okulunda meydana gelen yangında din polisleri binadan çıkmayı başaran kız çocuklarını, dinî kurallara uygun kıyafet giymedikleri için döverek yanan binaya geri göndermişti. Öğrencileri kurtarmaya çalışan itfaiyecilere de, kızlara dokunmalarının günah olduğu gerekçesiyle okula girmelerine izin verilmemişti.” İşte bu! Budur adamlar dinini YAŞIYOR tabii onların dinini YAŞAMASI için bazı insanların YAŞAMAMASI gerek. “Bu onlarınkendi uydurması” mı dediniz. “Bu Kuran’daki din değil” mi dediniz? Hayır kardeşim bu Kuran’daki din! Bakınız Kur'ân-ı Kerim AHZÂB suresi 53. Ayette ne diyor: “Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Böyle davranmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir.” Bir kadın ve bir erkek karı koca, bacı kardeş, ana oğul, amca-dayı yeğen, hala-teyze yeğen değillerse, birbirlerinin yüzüne bile bakamaz.

Bunu geçelim, erkek kadından üstündür ve kadını dövmeye hakkı vardır. Bakın Kur'ân-ı Kerim ne diyor: “Erkekler, kadınlardan üstündür, çünkü Allah onları bir çok şeylerde kadınlardan üstün etmiştir, çünkü onlar, kadınları, mallarıyla geçindirirler, doyururlar; iyi kadınlar da itaatli olurlar ve Allah, onların hakkını nasıl korumuşsa onlar da, kocaları yanlarında olmasa bile, iffetlerini korurlar. Kadınlarınızın serkeşliğinden korkunca onlara öğüt verin, onları yatakta yalnız bırakın, dövün onları. Fakat itaat ettikleri takdîrde de aleyhlerine bir sebep araştırmayın, şüphe yok ki Allah çok yüce ve büyüktür.” (Nisa suresi, 34. Ayet) 

Kocası kadını dövebilir de. Lamı cimi yok kardeşim gerçek İslam Suudi Arabistan’da uygulanan İslam’dır. Adamlar kendi diliyle indirilmiş kitabı yanlış anlıyor da sen doğru anlıyorsun öyle mi? Kargalar güler buna. Belki biraz acımasız gibi görünüyorum, belki kimileri bana kızacak ama gerçekler her zaman hoşumuza gitmeyebilir ve ben gerçeğin peşindeyim. Kadınlar kıt akıllıdır, akılları erkekten azdır. Yo yo bunu maçonun biri demiyor bakın kim diyor:

Ashab-ı Kiramdan Ebû Said el-Hudri anlatıyor. Bir Ramazan veya Kurban Bayramıydı. Resul-i Ekrem Efendimiz bayram namazlarını kıldığımız namazgaha geldi. Bir tarafta kadınlar da bulunuyordu. Onların yanından geçti ve şu hitapta bulundu: Ashab-ı Kiramdan Ebû Said el-Hudri anlatıyor. Bir Ramazan veya Kurban Bayramıydı. Resul-i Ekrem Efendimiz bayram namazlarını kıldığımız namazgaha geldi. Bir tarafta kadınlar da bulunuyordu. Onların yanından geçti ve şu hitapta bulundu: "Ey kadınlar, sadaka veriniz istiğfarı çok yapınız. Çünkü bana cehennemlikler gösterildi, çoğu sizler idiniz." Bunun üzerine o kadınlar: "Ya Resulallah, bizler ne yaptık da cehennemliklerin çoğu bizden olmuş" diye sordular. Resulullah (a.s.m.) şöyle cevap verdi: "Çünkü sizler ötekine berikine çokça lanet eder, kocalarınıza karşı nankörlükte bulunursunuz. Ne gariptir ki, kendine hakim akıllı ve dinine bağlı bir kimsenin aklını, sizin kadar eksik dinli hiçbir kimsenin çelebildiğini görmedim." Kadınlar tekrar sordular: "Aklımızın ve dinimizin noksanlığı nedir, Ya Resulullah?" Resulullah (a.s.m.) "Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil midir?" diye sordu. Kadınlar "Evet" cevabını verdiler. Resul-i Ekrem Efendimiz izah etti ve tekrar sordu: "İşte bu aklın eksikliğinden hayız gördüğü zaman [günlerce bekler] namaz kılmaz, Ramazan`da bir müddet oruç tutmaz değil mi?" Kadınlar, "Evet" dediler. (Hadis için bk. Buhârî, Hayz 6, Zekat 44, İman 21, Küsûf 9, Nikah 88; Müslim, Küsûf 17, (907), İman 132, (79); Nesâî, Küsuf 17, (3, 147); Muvatta, Küsuf 2, (1, 187)

 En muteber hadis kaynakları Buhari ve Müslim’de var bu. Hadisi bırak yukarıda Allah kelamını yazdık onu oku. Bu hadisler bu ayetlerle yüzyıllarca insanlar büyütüldü, eğitildi. İslam bu öğretiler üzerine inşa edildi. Hangi yanlış anlamadan bahsediyorsunuz? Hem bir yanlış anlama ne kadar sürer? Bir yıl, beş yıl, on yıl, haydi olsun yüz yıl. Yine olmadı olsun beş yüz yıl. Ya da insanlar bin yıl yanlış anlasın bir kitabı. Yahu el insaf bu Kuran 1.400 yıldır yanlış mı anlaşılıyor, hem de anadili Arapça olanlar tarafından! Peki Kuran’ı doğru anlayan kim anadili Arapça olmayan, Kuran’dan bihaber yaşayan, hatta çoğu hayatında hiç Kuran okumamış, bizim memleketteki Müslümanlar.

Ben açık yürekliliği ve dürüstlüğünden dolayı Belediye Başkanı’na teşekkür ediyorum. Ona karşı çıkan, belediye meclisi üyeliğinden istifa eden “başörtülü bacım”ı da anlamakta zorluk çekiyorum. Neden böyle davranmış ki? “Aklen ve dinen eksik” olduğundan mı acaba?