8 Ağustos 2013 Perşembe
İKTİDARIN ALEVİLİKLE İMTİHANI - II
Şimdi tekrar gelelim Alevi-Bektaşi Federasyonları ve Derneklerinin Polat Rönesans Otel'deki iftarına… İftarda Lokma Duası'nı yaptırmak için kürsüye gelen Alevi dedesi, Cumhurbaşkanı Gül'den iki ricada bulundu. Alevi Dedesi, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesini ve 3. Köprü'ye Alevileri rencide eden Yavuz Sultan Selim isminin yerine Alevi ve Sünnileri kucaklayan Yunus Emre'nin adının verilmesini rica etti. Bunlar gayet makul talepler ama iki talebi de kabul edilmedi. Bu isteklere “Evet” dememek reddir.Çünkü bunları kabul etmeyenler açık açık “Hayır” diyemez. Başbakan Yardımcısı Arınç, köprüden hiç bahsetmedi. Alevi inancına ne kadar saygı duyduğunu ve birbirimizi sevmek zorunda olduğumuzu söyledi. Buraya kadar pek bir şey yoktu, bu Alevilere yönelik olarak hükümetimizin her zaman uyguladığı mizansendi. Ama bu sefer Arınç yeni bir geçiştirme taktiğine daha başvurdu. “Önce laik bir devletiz, laik bir devletin olduğu bir ülkede eğer bir yasa çıkarmamız gerekiyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin dört temel unsurundan birisi olan, yani sosyal, laik, hukuk devleti olma konusunda yapacağımız yasama çalışmalarının laiklik prensibine de uygun olması gerekir. Sanıyorum buna hiç kimsenin itirazı olmayacaktır." Bravo yani! Laiklik konusunda hassasiyeti olanlara laikçi diyip onlarla alay edersiniz. Hiçbir zaman hiçbir konuda laikliği önemsemezsiniz, hatta partiniz hukukçular tarafından laiklik karşıtı bir odak olmakla suçlanmıştır. Ama gel gelelim Alevilerin talepleri söz konusu olunca birden laikçiden de laikçi kesiliyorsunuz. Arınç aynı konuşmasında anayasada değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek kanunların olduğunu hatırlatıp "Değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez konusunda nasıl bir adım atabiliriz?” diyor. Şimdi anayasamızın ilk üç maddesi değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bu doğru. Doğru olmaya doğru da nedir bu üç madde, bir hatırlayalım: 1) Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. 2) Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. 3) Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir. Bayrağı şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "İstiklal Marşı" dır. Başkenti Ankara'dır. Şimdi isteyen elini vicdanına koysun, isteyen başka bir yerine koysun. Cemevlerinin ibadethane olarak tanınması bu üç maddenin hangisine aykırı oluyor? Arınç, Alevilerin cemevlerini ibadethane olarak tanımamak için kendi kendine bir sürü engel icat etti. Belli ki bu talebin geleceğini biliyordu ve hazırlıklı gelmişti. Bakalım neler dedi: "Şimdi bir, mevcut laik rejimde bu nasıl olacak? İki, İslam inancı bu konuda ne diyor? Üç, Alevilik inancı bu konuda ne söylüyor? Dört, geleneklerimiz, örf adetlerimiz içerisinde bunu nereye koyabileceğiz? Müsaade edin bunları düşünmemiz lazım." Art arda bazı engeller uydurup bunları sırala ve bu şekilde üstü kapalı olarak cemevlerinin ibadethane olmasına müsaade etmeyeceğini söyle. Olay bu. Zaten biz de Arınç’ın “Nee olur mu lan! Defolun, ne sizi istiyorum ne ibadethanenizi pis Kızılbaşlar!” demesini beklemiyorduk. Elbette böyle bahaneler uydurarak geçiştirecek. Elbette reddedişini mantığa bürümeye çalışacak. Arınç cemevlerinin tanınmasının laiklik açısından sakıncalı olduğunu söylüyor ama aslında Arınç her şeyi tersine çevirmeye çalışıyor. Vatandaşların din ve inanç özgürlüğüne müdahale ederek asıl AKP laikliği çiğniyor, yani aslında cemevlerinin ibadethane olarak tanınması değil ibadethane olmasının yasaklanması laikliğe aykırı bir şey. Ayrıca AKP laiklik konusunda hassasiyeti olan son parti bile olamaz. Yalnız Arınç dersine iyi çalışmamış köprü için hazırlıklı gelmemiş ki Yavuz Sultan Selim Köprüsü için ağzını bile açmadı. Gelelim 3. Köprünün adına… Yavuz Sultan Selim hem babasına darbe yapıp tahta geçmiş bir darbecidir hem de erkek kardeşlerini tahtı onlara kaptırmamak için güzelce öldürmüştür. Yavuz aynı zamanda Safevileri ve Memlük devletlerini talan etmiş bir yağmacıdır ya da son zamanların harc-ı âlem deyişiyle “çapulcu”dur. Bunun dışında Yavuz binlerce Alevi’yi kılıçtan geçirmiş bir soykırım suçlusudur. İşte Yavuz budur! Pekiyi bu gaddar adamın (adam demeye de dilim varmıyor ya) adı neden köprüye verilmek isteniyor? Gelin bunu bir irdeleyelim. Fener Rum Patrikhanesi’nin olduğu caddenin adı “Sadrazam Ali Paşa Caddesi”dir. Sadrazam Ali Paşa ise 22 Nisan 1821’de Fener Patriği Grigoryos’u astıran Osmanlı sadrazamıdır. Patrik Gigoryus, patrikhanenin orta kapısında boynuna yaftası takılarak idam edilmiştir. İşte Patrikhaneye giden Rumlara verilmek istenen mesaj şudur: “Onu astık, seni de asarız! Akıllı ol!” Bu aynı zamanda Rumlara yapılan sadistçe bir işkencedir. İşkence illa da fiziki olmaz psikolojik işkence yeri geldiğinde fiziksel işkenceden çok daha beterdir. İşte patriğinizi asan adamın adını patrikhanenin olduğu yere veriyoruz, bir halt yapamıyorsunuz, şeklinde bir işkencenin yapıldığı da aşikardır. Sadece bu olayın yaşanıp, benzer şeylerin yaşanmadığını düşünen yanılır. İkinci bir örnek de Van’ın Özalp ilçesindeki Kara Kuvvetleri’ne bağlı Özalp Kışlası’nın adının “Mustafa Muğlalı Kışlası” olarak değiştirilmesi. Mustafa Muğlalı, yıllar önce Özalp’te birisi 11 yaşında bir çocuk olan 32 suçsuz köylüyü kurşuna dizdirerek öldürmüş. İdama mahkûm edilmiş ama yaşı nedeniyle cezası 20 yıl hapse çevrilmiş bir yüzkarasıdır. Ordaki vatandaşa devlet açık açık “Ayağını denk al, Muğlalı’yı unutma geçmişte harcadık. Bugün de harcarız” diyor.
Etiketler:
Alevi,
Dedelik,
Fener Rum Patrikhanesi,
Lokma duası,
Mustafa Muğlalı,
Özalp,
Sadrazam Ali Paşa,
Van,
Yavuz Sultan Selim
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder