7 Eylül 2014 Pazar

“DEMOKRASİ ŞEHİDİ”NİN YEDİĞİ NANE (6-7 EYLÜL REZALETİ) I. Bölüm


1950’lerde Türk Yunan ilişkileri gayet dostane gidiyordu. 1952’de önce Yunanistan Kralı Ankara’ya geldi sonra aynı sene Celal Bayar iade i ziyarette bulunup Atina’ya gitti ve Yunanistan’da hem Türk azınlığın hem Yunan halkının sevgi gösterileriyle karşılandı. Bir yıl sonra 1953’te Kıbrıs karışmaya başladı. Ada’da şiddet olayları oluyor ve duvarlara “enosis” (birleşme) yazılıyordu. Rumlar adanın Kıbrıs’a ilhakını istiyordu. Türkler de boş durmadı. Hürriyet gazetesi zaten şimdi de ne olduğu ortada. Şimdikinden daha bir ateşli daha bir şoven yayınlar yapıyordu. Sürekli konuyu gündemde tutuyordu ki 1954’te açılan “Kıbrıs Türktür Cemiyeti”nin başında Hürriyet’ten bir gazeteci vardı. (Hikmet Bil) Ağustos 1955 ortasında üç şubesi olan derneğe, 6 Eylül'e kadar 10 yeni şube eklenir. Alah Allah bu ne acele? Birkaç günde 10 şube birden açılıvermiş. Acaba neden? İlginç… KTC -nedendir bilinmez- şubelerini özellikle Rumların yoğun olduğu semtlerde açmıştı. Bir tezgah kuruluyor yavaş yavaş bir şeyler planlanıyordu. Menderes iktidarı zamanlarındaydık. Menderes bol bol özgürlük vaat etmiş “Artık tek partili dönemin acıları bitti” diyerek iktidara gelmişti. Ne var ki uyguladığı istibdatla tek parti diktasına rahmet okumuştu. (Tıpkı artık Kemalistlerin baskısı bitti diye iktidara gelip öncekinden daha baskıcı bir rejim kuran başka biri gibi) Menderes, Kıbrıs olayının oy getireceğini hissedince hemen gerilimi tırmandırmaya başladı. Tamamen bir tesadüf eseri olarak 6- 7 Eylül vahşetinden iki hafta önce İstanbul’a gelip bir basın toplantısı yaptı.

Menderes’in bu tutumu bana bugünlerde siyaset yapan birini hatırlatıyor hani ortamı gere gere oy toplamaya çalışan, ne kadar gerilim o kadar oy düsturuyla hareket eden biri var. Adı dilimin ucunda ama hatırlayamıyorum. Hatta tesadüfe bakın ki siyasetten önce ikisi de futbolcuymuş bu da başka bir ortak özellikleri. Hay Allah kim ki bu? Hatırlamıyorum. Menderes 24 Ağustos 1955’te İstanbul’a gelip bir basın toplantısı yapıyor. “Kıbrıs asla Yunanlıların olmayacaktır!” diyor. Adadaki gelişmeler kan dökme olaylarına kadar varınca Türkiye İngiltere’ye nota veriyor. 29 Ağustos’ta İngiltere durumun ciddiyetinin farkında olarak Türkiye ve Yunanistan’ı acilen Londra’da toplanacak bir konferansa davet eder. Konferansa Türkiye adına dönemin Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) Fatin Rüştü Zorlu gidiyor. Bu ismi neden zikrettiğim yazının ikinci bölümünde anlaşılacak.

Ortam iyiden iyiye gerilmişti. Bu arada 1925 yılında 100 bin olan İstanbul Rumlarının 30 yıl içinde artık nasıl olduysa sayısı nerdeyse yarıya düşmüştü. 1955’te İstanbul’da Rum nüfusu 60 bin civarındaydı. (30 yıl içinde Rum nüfusu artacağına neden azaldı, nereye gitti bu kadar Rum, Laik Cumhuriyet gayrımüslimleri rahat mı ettirdi yoksa üstlerinde Osmanlı’dan beter bir baskı mı kurdu? Bu sorular ayrı bir yazının konusu olur. Olacak da…) 60 bin vatandaş şimdi hedefti. Gazeteler Patrikhane’nin Kıbrıs Rumları için yardım topladığını yazıyordu. Gizliden gizliye bıçaklar bilenmeye başlanmıştı bile. Yaban domuzları bazen ağaç ya da kaya gibi bir şeyin başına gider ağzının dışına taşan iki keskin dişini sert yüzeylere sürterek sivriltir, biler. Bu dövüşe hazırlıktır. Zaten “diş bilemek” deyimi de burdan gelir. Kudurmuş bir güruh aç domuzlar ya da azgın kurtlar gibi gibi hırlayıp homurdanmaya başladı. Artık her şey hazırdı bıçaklar bilenmişti. “Rumlar bizi sömürüyor, Rumlar Kıbrıs’a yardım topluyor!” diye ulumalarla aç ve azgın kurtlar diğerlerini de kavgaya çağırıyordu. Bu caniler Rum kanıyla ziyafet çekmeye hazırlanıyordu.

Hiç yorum yok: