18 Eylül 2014 Perşembe

NEREDE O RUMLAR, ERMENİLER? SİZE İHTİYACIMIZ VAR EY GAYRIMÜSLİMLER!




Bizim gayrımüslimlere ihtiyacımız var. Hristiyanların kesinlikle bize ihtiyacı yok; ama bizim onlara ihtiyacımız var. Hristiyanlar bazı şeyleri aşmış. İnsanlar birbirlerine müdahale etmeye böyle hevesli değil. Oysa Ortadoğu’da insanlar ne kadar da dindar olduklarını birbirlerinin gözünün içine sokmaya hevesli. Dindar olarak görmediklerini de ezmeye can atıyorlar. Eski vesayet rejimini çökertip Kemalistleri tasfiye ederek yerine kendi vesayet rejimlerini kuran zorba siyasal İslamcılar, sanki her sabah kalkıp bir zamanların “andımız”ı gibi “Vallahi billahi ben de Müslümanım. Ben de Kuran’a inanıyorum. Ben de peygamber efendimizi çok seviyorum.” diye herkese yemin ettirmenin peşindeler. Böyle bir baskı ve eziyet illa da yasa çıkararak olmuyor tabii. Mesela aynı işyerinde çalıştığın kişiye: “Gel hadi cumaya gidelim.” dediğin zaman o kişi üzerinde otomatikman baskıyı kuruyorsun. İnsanlar ben namaz kılmayacağım diyemiyorlar, çekiniyorlar. Pek az kişi benim gibi “Sen git, ben gelmeyeceğim.” diyebiliyor. Bunun üzerine namaza gitmeyi öneren iyice iğrençleşip “Neden?” diye sorabiliyor ve karşısındakini sıkıştırmak isteyerek adeta namaza gitmeye mecbur etmek için uğraşıyor. Çok çok az kişi (benim gibi) “Bunun niyesi olmaz, zorlaması da olmaz; içimden gelmiyorsa kılmam. Sen git kendin namazını kıl, ben kılmıyorum.” diyebiliyor. Bunu da kime demiştim,  patrona demiştim. Baskıyı görüyorsunuz. Bir patron aynı işyerindeki kişiye namaz kılalım derse ortada bir zorlama vardır. Düşünün bir, aynı dershanede çalıştığım bir Ateist öğretmen patronun teklifi üzerine itiraz etmeye çekinip cuma namazına gitti. Abdest alıp namaz kıldı. Bu ne kadar acıklı, ne kadar hazin bir şey düşünebiliyor musunuz? Bu Ateist arkadaş toplumsal baskı ve kontrol mekanizması ile kendisi olmaktan vazgeçiyordu. Daha doğrusu kendisi olmaktan zorla vazgeçiriliyordu. İşte tam da bu yüzden bizim, aslında sadece bizim de değil, Ortadoğu’daki tüm Müslüman ülkelerin gayrımüslim azınlıklara ihtiyacımız var. Herkesin oruç tutmak ya da namaz kılmak zorunda olmadığını artık anlamamız ve anlatmamız lazım. Eğer oruç tutan biri karşısında birinin bir şey yediğini görünce acı çekiyorsa, kıskanıyorsa önce kendi samimiyetini sorgulamalıdır. Bunu da geçtim oruç bir ibadetse yani senle Allah arasında bir şeyse sen hangi akla hizmet oruç tutuyorsun diye başkalarından sana saygı duymasını bekliyorsun? Böyle saçmalık mı olur. Ama haydi işin bu kısmını da geçtim. Kantin nedir? Kantin yemek yeme yeridir. Kantin, insanların bir şeyler yemesi ya da içmesi içindir. Oysa birilerinin tahakküm kurduğu Gazi Üniversitesi’nde Ramazan ayında kantinde bir şeyler yemeyi bir deneyin bakalım. Okulda egemenlik kuran ve kendi yaşam tarzını başkalarına dayatan güruh sizi görürse kantinden tek parça olarak çıkma şansınız çok az.

Neden, neden Ortadoğu insanı herkesi kendine benzetmenin peşinde? Neden farklı olanı hazmedemiyor kabullenemiyoruz, nedir bu hazımsızlık? Bir grup çıktı 2000’lerin başında. Dediler ki nedir bu yapılanlar, nedir bu insanların çektiği, neden bir başörtüsü bile sorun oluyor? Haklıydılar, destekledik onları. Farklılıkları doğal kabul edelim, sindirebilelim dedik. Fakat o grup palazlandıkça tuhaflaşmaya başladı. Okullarda eskiden başörtü yasakken şimdi pek çok lisede kız öğrencilerin etek giymesi yasak. İhtiyaç fazlası açılan imam hatip liselerine talep olmayınca öğrenciler bu liselere zorla yerleştiriliyor. Yavaş yavaş, hissettirmeden karma eğitim kademe kademe ortadan kaldırılmaya uğraşılıyor. Su yavaş yavaş ısıtılıyor. Derler ki su kurbağasını su dolu bir kaba koy su sıcaksa kurbağa hisseder ve sıçrayıp kurtulur. Oysa su ılıksa ve kap alttan yavaş yavaş, kısık ateşte ısıtılmaya başlarsa kurbağa bunu farketmez. Çok yavaş ısınan suyun içinde bunu farketmeyen kurbağa haşlanıp ölür. İşte biz, şu an o kurbağanın durumundayız. Ülkeyi eline geçiren yeşil diktatörlük içinde bulunduğumuz suyu yavaş yavaş ısıtıyor. Kurbağa liberaller de halen suyu yavaş yavaş ısıtanları alkışlıyor.

Bize okulda hep şu öğretildi: “Herkes istediği din ya da inancın gereği olan ibadetleri yerine getirme ve din eğitimi alma hakkına sahiptir.” İyi güzel de insan inanmama hakkına da sahiptir. Zorunlu din dersiyle bu hak insanların elinden alınmakta ve insanlık onuru ayaklar altında çiğnenmektedir. Bizim gibi özgürlüklerin hiçbir kıymet i harbiyesinin olmadığı üçüncü dünya ülkelerinde egemen inanca mensup olanlar “İnanca saygı! İnanca saygı!” diye yeri göğü inletirler. Kardeşim herkesin saygı duymasını istediğin inanç nasıl bir inançtır, bunu hiç düşündün mü? İstersen önce biraz buna eğilelim. Senin saygı beklediğin inanç kutsal kabul ettiği kitapta kendine inanmayanlara: cehennem odunu, aşağılık maymun, susamış deve, domuz, yaban eşeği, dilini sarkıtıp soluyan köpek, geberesice… diyor. (Cinn-15 / Bakara-65 / Vâkıa-55 / Mâide-60 / Muddesir-50 / A'râf-176 / Muddesir -19) 

Yani sen karşındaki insana sana küfürler yağdıran bir öğretiye saygı duy diyorsun. Sen bunu gerçekten aklın başında düşünebilirken mi talep ediyorsun? Sana benden farklı düşündüğün için eşek diyeceğim, domuz diyeceğim ama sen yine de bana saygı duyacaksın, şeklinde bir sözün akla mantığa sığar tarafı var mı?

Osmanlı zamanında değişik ulus ve dinlerin barış içinde yaşadığından ve büyük bir “hoşgörü” kültürümüz olduğundan bahsediliyor hep. Oysa “hoşgörünün küstahlığı” diye bir kavram vardır. Hoşgörü suçun karşısında olur. Eğer kişi farklı bir etnisiteye ya da farklı bir inanca mensup olmayı “suç” kabul ediyorsa o zaman farklı din ve kavimler bir arada hoşgörüyle yaşadı diye bir inci yumurtlar. İşte bu da “hoşgörünün küstahlığı”dır. Daha yazacak çook şey var ama şimdilik bu kadar olsun.

Hiç yorum yok: