Bizim gayrımüslimlere ihtiyacımız
var. Hristiyanların kesinlikle bize ihtiyacı yok; ama bizim onlara ihtiyacımız
var. Hristiyanlar bazı şeyleri aşmış. İnsanlar birbirlerine müdahale etmeye
böyle hevesli değil. Oysa Ortadoğu’da insanlar ne kadar da dindar olduklarını birbirlerinin
gözünün içine sokmaya hevesli. Dindar olarak görmediklerini de ezmeye can
atıyorlar. Eski vesayet rejimini çökertip Kemalistleri tasfiye ederek yerine kendi
vesayet rejimlerini kuran zorba siyasal İslamcılar, sanki her sabah kalkıp bir
zamanların “andımız”ı gibi “Vallahi billahi ben de Müslümanım. Ben de Kuran’a
inanıyorum. Ben de peygamber efendimizi çok seviyorum.” diye herkese yemin
ettirmenin peşindeler. Böyle bir baskı ve eziyet illa da yasa çıkararak olmuyor
tabii. Mesela aynı işyerinde çalıştığın kişiye: “Gel hadi cumaya gidelim.” dediğin
zaman o kişi üzerinde otomatikman baskıyı kuruyorsun. İnsanlar ben namaz
kılmayacağım diyemiyorlar, çekiniyorlar. Pek az kişi benim gibi “Sen git, ben
gelmeyeceğim.” diyebiliyor. Bunun üzerine namaza gitmeyi öneren iyice
iğrençleşip “Neden?” diye sorabiliyor ve karşısındakini sıkıştırmak isteyerek
adeta namaza gitmeye mecbur etmek için uğraşıyor. Çok çok az kişi (benim gibi) “Bunun
niyesi olmaz, zorlaması da olmaz; içimden gelmiyorsa kılmam. Sen git kendin
namazını kıl, ben kılmıyorum.” diyebiliyor. Bunu da kime demiştim, patrona demiştim. Baskıyı görüyorsunuz. Bir
patron aynı işyerindeki kişiye namaz kılalım derse ortada bir zorlama vardır. Düşünün
bir, aynı dershanede çalıştığım bir Ateist öğretmen patronun teklifi üzerine
itiraz etmeye çekinip cuma namazına gitti. Abdest alıp namaz kıldı. Bu ne kadar
acıklı, ne kadar hazin bir şey düşünebiliyor musunuz? Bu Ateist arkadaş
toplumsal baskı ve kontrol mekanizması ile kendisi olmaktan vazgeçiyordu. Daha
doğrusu kendisi olmaktan zorla vazgeçiriliyordu. İşte tam da bu yüzden bizim,
aslında sadece bizim de değil, Ortadoğu’daki tüm Müslüman ülkelerin gayrımüslim
azınlıklara ihtiyacımız var. Herkesin oruç tutmak ya da namaz kılmak zorunda
olmadığını artık anlamamız ve anlatmamız lazım. Eğer oruç tutan biri karşısında
birinin bir şey yediğini görünce acı çekiyorsa, kıskanıyorsa önce kendi
samimiyetini sorgulamalıdır. Bunu da geçtim oruç bir ibadetse yani senle Allah
arasında bir şeyse sen hangi akla hizmet oruç tutuyorsun diye başkalarından
sana saygı duymasını bekliyorsun? Böyle saçmalık mı olur. Ama haydi işin bu
kısmını da geçtim. Kantin nedir? Kantin yemek yeme yeridir. Kantin, insanların
bir şeyler yemesi ya da içmesi içindir. Oysa birilerinin tahakküm kurduğu Gazi
Üniversitesi’nde Ramazan ayında kantinde bir şeyler yemeyi bir deneyin bakalım.
Okulda egemenlik kuran ve kendi yaşam tarzını başkalarına dayatan güruh sizi
görürse kantinden tek parça olarak çıkma şansınız çok az.
Neden, neden Ortadoğu insanı
herkesi kendine benzetmenin peşinde? Neden farklı olanı hazmedemiyor
kabullenemiyoruz, nedir bu hazımsızlık? Bir grup çıktı 2000’lerin başında. Dediler
ki nedir bu yapılanlar, nedir bu insanların çektiği, neden bir başörtüsü bile
sorun oluyor? Haklıydılar, destekledik onları. Farklılıkları doğal kabul
edelim, sindirebilelim dedik. Fakat o grup palazlandıkça tuhaflaşmaya başladı.
Okullarda eskiden başörtü yasakken şimdi pek çok lisede kız öğrencilerin etek
giymesi yasak. İhtiyaç fazlası açılan imam hatip liselerine talep olmayınca
öğrenciler bu liselere zorla yerleştiriliyor. Yavaş yavaş, hissettirmeden karma
eğitim kademe kademe ortadan kaldırılmaya uğraşılıyor. Su yavaş yavaş
ısıtılıyor. Derler ki su kurbağasını su dolu bir kaba koy su sıcaksa kurbağa
hisseder ve sıçrayıp kurtulur. Oysa su ılıksa ve kap alttan yavaş yavaş, kısık
ateşte ısıtılmaya başlarsa kurbağa bunu farketmez. Çok yavaş ısınan suyun
içinde bunu farketmeyen kurbağa haşlanıp ölür. İşte biz, şu an o kurbağanın
durumundayız. Ülkeyi eline geçiren yeşil diktatörlük içinde bulunduğumuz suyu
yavaş yavaş ısıtıyor. Kurbağa liberaller de halen suyu yavaş yavaş ısıtanları alkışlıyor.
Bize okulda hep şu öğretildi: “Herkes
istediği din ya da inancın gereği olan ibadetleri yerine getirme ve din eğitimi
alma hakkına sahiptir.” İyi güzel de insan inanmama hakkına da sahiptir.
Zorunlu din dersiyle bu hak insanların elinden alınmakta ve insanlık onuru
ayaklar altında çiğnenmektedir. Bizim gibi özgürlüklerin hiçbir kıymet i
harbiyesinin olmadığı üçüncü dünya ülkelerinde egemen inanca mensup olanlar “İnanca
saygı! İnanca saygı!” diye yeri göğü inletirler. Kardeşim herkesin saygı
duymasını istediğin inanç nasıl bir inançtır, bunu hiç düşündün mü? İstersen
önce biraz buna eğilelim. Senin saygı beklediğin inanç kutsal kabul ettiği
kitapta kendine inanmayanlara: cehennem odunu, aşağılık maymun, susamış deve,
domuz, yaban eşeği, dilini sarkıtıp soluyan köpek, geberesice… diyor. (Cinn-15 / Bakara-65 / Vâkıa-55 /
Mâide-60 / Muddesir-50 / A'râf-176 / Muddesir -19)
Yani sen karşındaki insana
sana küfürler yağdıran bir öğretiye saygı duy diyorsun. Sen bunu gerçekten
aklın başında düşünebilirken mi talep ediyorsun? Sana benden farklı düşündüğün
için eşek diyeceğim, domuz diyeceğim ama sen yine de bana saygı duyacaksın,
şeklinde bir sözün akla mantığa sığar tarafı var mı?
Osmanlı zamanında değişik ulus ve
dinlerin barış içinde yaşadığından ve büyük bir “hoşgörü” kültürümüz olduğundan
bahsediliyor hep. Oysa “hoşgörünün küstahlığı” diye bir kavram vardır. Hoşgörü suçun
karşısında olur. Eğer kişi farklı bir etnisiteye ya da farklı bir inanca mensup
olmayı “suç” kabul ediyorsa o zaman farklı din ve kavimler bir arada hoşgörüyle
yaşadı diye bir inci yumurtlar. İşte bu da “hoşgörünün küstahlığı”dır. Daha
yazacak çook şey var ama şimdilik bu kadar olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder