Giovanni Scognamillo bakın neler diyor:“O gün nişanlım Slyvia ile birlikte saat 6’da Eminönü’ndeki Roma Bankası’ndan çıktık. Sıcak ve gergin bir hava vardı. İstiklal Caddesi’nde Kallavi Sokak’taki evime gelirken Tepebaşı’ndan içlerinde onlarca insanın olduğu kamyonlar geçiyordu.”
Her şey planlı programlı işliyor güruh yer yer kamyonlarla taşınıyor. Çevre semtlerden gelenlerle beraber kalabalık büyümeye başladı. Hava kararmaya başladığında her şey kontrolden çıkmaya başladı. Azınlıklara ait mağazalarla dolu İstiklal Caddesi şimdi meydanları dolduran bu kör kalabalığın önünde açık hedefti. Kalabalık İstiklal caddesine yürüken aralarına şehir dışından otobüs ve trenlerle gelenler de katıldı. Şimdi gitgide büyüyen kör bir canavar vardı İstanbul sokaklarında. Gruplar camı çerçeveyi indiriyor dükkanları yağma ediyordu.
Beyoğlu’nda talan ve yağma başladığında Bayar ve Menderes göstericilerin yakınından otomobille geçmiş her şeyi görmüştü. Onlar artık işlerini tamamlamışlardı bundan sonrası galeyana gelen ve gitgide büyüyen kalabalıklara kalmıştı. Bayar ve Menderes İstanbul’dan ayrılmak üzere Haydarpaşa garına geldi. 19.50’de Menderes, Zorlu’yu telefonla arayıp müjdeyi verdi: “İstanbul yanıyor.” İstanbul böyle bir durumdaydı Başbakan ve Cumhurbaşkanı oradaydı. Polis de vardı, asker de vardı istense bunlara çok rahat engel olunabilirdi tabii ama devlet zaten kendi tertibi olan bir şeye neden engel olsun ki? Sol elini uzatıp sağ elini mi tutacaktı zaten bu zulüm uzun zamandır programlanıyordu. İşte şimdi de tam zamanıydı.
20.15 Haylayf Pastanesi’ne saldırdılar, ardından Rum gazete büroları, Taksim’deki Yunan Hava Yolları bürosu, kuyumcular, giyim mağazaları… derken… İstanbul’da kıyametler kopuyordu. Kimileri malları yağma ediyor üst üste dört palto giyerek gezerken, kimileri öfkeden iyice gözü dönmüş Diamanştayn’dan aldığı mücevherleri yere atmış üstünde tepiniyordu, kumaşları kırdıkları vitrinlerin cam parçalarıyla delip çekiştiriyor yırtıyorlardı. O zamanın çok prestijli Norj buzdolapları yukarıdan aşağıya atılıyordu. Sadece İstiklal mi? Keşke o kadarıyla kalsa Cihangir, Tarlabaşı, Dolapdere, Beşiktaş, Ortaköy… Rum azınlığa yönelik nefretin mücessim hali sokaklardaydı. Rumların değil dirisine ölüsüne bile tahammül edemeyenler tarafından Rum mezarlıkları kırılmış, tahrip edilmişti. Yetmedi, kiliselere de saldırdılar. Papazlar sünnet edilmek istendi, işkenceye uğradılar, linç edildiler. Balıklı Rum Kilisesi’nin papazı vahşice öldürüldü. Yetmedi evlere saldırdılar. Bazıları Rumların nerede oturduğunu biliyordu bunlar, Hristiyan komşularını ihbar ederek yağmacılara hedef gösterdiler. Evleri elleriyle gösterip “Burdalar, burdalar!” diyorlardı. Paşa Mahalle’de oturan bir Rum kızının ırzına geçerken annesini pencereden atarak öldürdüler. Fenerbahçe’nin efsane futbolcusu Lefter’in evine de saldırdılar. Bereket ki tabancası vardı. Saldırganları püskürttü silahıyla kapıda beklerken bir grup Fenerbahçeli koşup evinin önünde barikat kurdu. Lefter ve bir grup şanslı Rum akıl, insaf ve vicdan sahibi komşuları tarafından korunup kollanmıştı ama ne yazık ki hepsi bu kadar şanslı değildi.
Bütün bunlar olurken önceden talimatı alan polis hiçbir şey yapmadan seyrediyordu. Askeri birlikler yardıma çağrılmıştı ama hiçbiri gelmemişti.
Yetmedi, kana susayanların açlığı dinmemişti. Sadece İstanbul’da değil Adalar’da da vardı bu kanı bozuk, pis Rumlar. Onları da gebertmek gerekti. 200 kişilik bir grup motorlara binip Büyükada’ya gitti. Kiliseler, okullar, Rum ve Ermenilere ait işyerlerini tahrip ettikten sonra polisin gözleri önünde ellerini kollarını sallayarak geri döndüler.
Olayların sonunda İstanbul’da Rum ve Yunan insanımızın mal kaybını söyleyecek olursak: 4340 atölye ve mağaza, 110 lokanta, 83 kilise, 27 eczane, 21 fabrika, 5 dernek binası, 3 gazete matbaası, 2 mezarlık saldırıdan nasibini aldı. Saldırıya uğrayan ev sayısında ise ihtilaf var. Fakat Türkiye ile müttefik olan bir devletin (ABD) konsolosluk raporlarına bakarsak 200 Rum kadına tecavüz edildi. Öncelikle bir hatırlatma yapayım Türkiye 1950’de NATO üyesi olmamasına rağmen Kore’de ABD’nin en büyük müttefiki olarak savaşa katılmıştı. ABD bu yüzden çok söylemez eksik söyler. Şüphesiz ki rakam daha fazla. (Bazı kaynaklar tecavüze uğrayan Rum sayının 400’ü aştığını söylüyor) Haydi biz yine 200’ü doğru kabul edelim o halde 2000 konutun saldırıya uğradığı iddiası gayet yerinde görünüyor. Türk kaynaklarına göre 11 Helsinki Watch örgütünün bir raporuna göre ise ölenlerin sayısı 15’tir.
Bir söz vermiştim bunun aslında bir gecede olan bir şey değil de yıllardır hazırlanan, iyice planlanıp programlanmış bir olay olduğuna dair kanıtlarımı da söyleyecektim. Gelelim buna:
Sadece rakamlar başlı başına bir kanıttır. İstanbul’da 1925’te 100 bin olan Rum sayısı, 1955’te 60 bine, günümüzde ise 2.500’e düşmüştür.
7 Eylül’e kadar devam eden olaylarda akşamüzeri Olağanüstü hal ilan edildi. Geri dönmek üzere Haydarpaşa tren garına gelen 1000’den fazla insanın (insan demeye de dilim varmıyor ya hani) üzerlerinde yağmaladıkları mallar ele geçirildi. O tarihte karayoluyla ulaşımın pek de mümkün olmadığı o zamanlarda şehir dışından bu kadar çok kişi nasıl İstanbul’a getirildi. 1955’te şehir dışından bu kadar büyük bir kalabalığın gelmesi öyle bir iki günde kararlaştırılıp uygulanacak bir şey değildi. Bunun epey önceden planlandığı aşikar.
Başbakan yardımcısı Fuat Köprülü olaylara müdahale edilmemesi tartışılırken “Bu hadiseden hükümet önceden haberdardı. Ona göre bazı tertibat da almıştı. Fakat hadisenin günü ve saati belli değildi” diye konuşmuştu. Ne güzel bir atasözümüz var, hani deriz ki: “Şecaat arz edeyim derken sırkatin söyler.” ( Marifet göstereyim derken hırsızlığını söyleyiverir.)
Ağustos ortasına kadar üç şubesi olan KTC katliam tarihine kadar (yani birkaç hafta içinde) 10 şube daha açıyor.
Olayın öncesi olduğu gibi sonrası da var: MGK’nin 1964 yılında aldığı 35 sayılı kararda Rum okullarından “Fesat yuvası” olarak bahsediliyor. Rumların tek tek, “Türk düşmanı”, “Tehlikeli”, “Enosisçi” ve “Normal” olarak fişlendiği raporda, İmroz ile Bozcaada’nın Rumsuzlaştırılması yönünde bakanlıklar nezdinde neler yapılacağı ele alınıyor. Raporda Maliye Bakanlığı’ndan “Kanuni yoldan sistemli şekilde Rumların topraklarının ellerinden alınması” istenmiş.
En can alıcı kanıt ise 1991’de yayımlanan Fatih Güllapoğlu'nun 'Tanksız, Topsuz Harekat' isimli kitabı’nda Emekli General Yirmibeşoğlu’nun şu sözleri olabilir kuşkusuz: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”
Evet 6-7 Eylül olayları muhteşem bir orospu çocukluğuydu. Rumları ülkeden kaçırıp sermayelerinin üstüne konmak amacına da kesinlikle ulaşmıştı.
Kaynakça:
http://www.birgun.net/news/view/6-7-eylul-mgknin-etnik-temizlik-karari/5050
http://www.milliyet.com.tr/6-7-eylul-olaylari-ile-yuzlesme-yakin-tarihimizin-kirilma-noktasi-/gundem/gundemdetay/10.02.2013/1666833/default.htm
http://www.ivmedergisi.com/6-7-eyl%C3%BCl-1955-olaylar%C4%B1-ve-bir-antakyal%C4%B1%E2%80%99n%C4%B1n-g%C3%B6rd%C3%BCkleri-arif-okay.html
http://www.ozgurgelecek.net/secme-makaleler/6711-6-7-eyluel-1955-kan-goezya-ve-oeluem.html
http://www.youtube.com/watch?v=6knKr50qkBM
http://www.ntvmsnbc.com/id/25134023/
KIBRIS SORUNU BAĞLAMINDA
TÜRKİYE’DE 6/7 EYLÜL 1955 OLAYLARINA
KESİTSEL BİR BAKIŞ
Ulvi KESER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder